İslam Medeniyetinde Medine Şehri
Hz. Peygamber Medine’ye teşrif edince ilk eylem olarak Mescid-i Nebevi’yi inşa etmiştir. Burası bundan böyle şehrin fiziksel yapısının ve şehirde yaşanan hayat tarzının merkezi hâline gelmiştir. Medine’de kenar semtler şehir ile bütünleştirilerek Mescid-i Nebevi’ye herkesin kolay ve güvenilir bir biçimde erişmesi saplanmıştır. Bu mescitte ibadet, eğitim öğretim, adalet, idare ve diğer toplumsal işlevler yerine getirildiği gibi Beytü’l-Mal için de bir oda tahsis edilmiştir. Zamanla Medine şehri büyüyüp genişledikçe ihtiyaç duyulan yerlere yeni mescitler de inşa edilmiştir.
İslam medeniyetinde kaynaklara bakıldığı zaman peygamberlerin şehirlere geldiği ve ilahî tebliği buralarda yaptığı görülüyor. Çünkü şehirler ilahî tebliğin anlaşılması ve eylemlerle hayata geçirilmesi için en elverişli ortamlardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Müslümanların şehirli bir toplum meydana getirmesi hükmü bulunmakta şehirlerin de İslam medeniyet tasavvurunun ölçülerine göre güzel, emin ve güvenilir olması emredilmektedir. Hz. Peygamber şehirlerin mamur bir hâle getirilmesini beyan buyurmuş, zor dahi olsa insan için şehir hayatının daha hayırlı olduğunu tebliğ eylemiştir. Kitabın ve sünnetin bu beyanları doğrultusunda şehirle ilgili ilk eylemi Medine’de gerçekleştirdiğini görüyoruz. Kendileri hicreti müteakip bu şehri teşrif ettiklerinde buraya güzel bir ad verilmesini tavsiye buyurmuşlardır. Ayrıca Kur’an’da bu şehre verilen Medine adı özel isim olarak da zikredilmiştir.
Hicretten önce Medine halkı hiçbir zorlama olmadan İslam’ı benimsemiş ve bu sebeple bu beldeye Kur’an ile fethedilmiş şehir unvanı verilmiştir. Bu benimseme sonucu oluşan sosyal mutabakat üzerine Medineli Müslümanlar Mekke’de ağır baskılar altında yaşayan Müslümanları kendi beldelerine davet etmişler ve onları koruyacaklarına dair söz vermişlerdir. Hz. Peygamber Medine’yi teşrif edince ilk eylem olarak Mescid-i Nebevi’yi inşa etmiştir. Burası bundan böyle şehrin fiziksel yapısının ve şehirde yaşanan hayat tarzının merkezi hâline gelmiştir. Medine’de kenar semtler şehir ile bütünleştirilerek Mescid-i Nebevi’ye herkesin kolay ve güvenilir bir biçimde erişmesi saplanmıştır. Bu mescitte ibadet, eğitim öğretim, adalet, idare ve diğer toplumsal işlevler yerine getirildiği gibi Beytü’l-Mal için de bir oda tahsis edilmiştir. Zamanla Medine şehri büyüyüp genişledikçe ihtiyaç duyulan yerlere yeni mescitler de inşa edilmiştir.
MEDİNE'NİN İDARESİ NASIL SAĞLANDI?
Medine’de hicretin getirdiği sorunlar ele alınarak çözülmüş ve toplumun bütün kesimlerinin yer aldığı bir toplumsal mutabakat oluşturulmuştur. Medine vesikası denilen bu anlaşmanın merkezinde Hz. Peygamber yer almakta ve onun kişiliği etrafında tüm unsurların katıldığı bir beraberlik ve varoluş ortaya konulmaktadır. Bu cümleden olarak yine emirleri doğrultusunda Medine’de şehir için idari teşkilat kurulmuş, bunlardan Hisbe teşkilatı iyiliği emreden kötülüğü meneden bir işlev üstlenmiş, Şurta teşkilatı da emniyet ve asayişi temin etmiştir. Medine’de yeni inşa edilmekte olan hayat tarzının bir başka boyutu olan çarşının yerini Hz. Peygamber bizzat belirlemiş ve bu mahallin işleyişi ile ilgili kuralları yine kendisi vazetmiştir. Hayatın reddedilmez bir realitesi olan ölüm hadisesi için Hz. Peygamber bir mezarlık yeri de tespit etmiştir. Kendileri Medine’ye geldiklerinde bu şehirde taştan yapılmış üç katlı evler mevcut idi. Bu evler sağlam ve güvenilir yapıları ile kale olarak kullanılabildikleri gibi şehrin fiziksel yapısında da önemli ve belirleyici ögelerdi. Hz. Peygamber bunların korunmasını istemiş ve bu yoldaki müsaade daha sonra yenilerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Böylece Medine’de hem fiziksel hem de yaşanan hayat tarzı itibarıyla mescit merkezli bir realite oluşmuştur. Bu reel hayat mekân ve değerler olarak tüm toplumsal ve bireysel işlevlerde ve eylemlerde görünür ve algılanır hâle gelmiştir. Böylece İslam medeniyet tasavvuruna göre inanılan değerler sistemi yaşanan hayata yansımış eylemlerde görünür ve deneyimlerde gerçekleşir hale gelmiştir.
Hz. Peygamberin vefatından sonra Medine’nin fiziksel yapısını ve oradaki hayata dikkatle bakanlar orada çok özgün bir biçimin ve hayat tarzının gerçekleştiğini gördüler. Bu bilime ve hayat tarzına İslam medeniyet tasavvuru Medine örfü adını vermiştir. İslam medeniyet tasavvuruna müntesip toplumlar Medine örfüne yaşayan ve yaşatılan sünneti olarak bakmışlar ve buna özel bir önem vererek kendi mekân ve hayat tarzlarını buna göre bir üslup kazandırmaya çalışmışlardır. İslam toplumları tarafından daha sonra kurulan veya dönüştürülen şehirlerde Medine örfü modelinin gerçekleştirilmesi esas alınmıştır.
Bu açıklamalarda sözü geçen hususları kısaca özetlersek şunları tespit edebiliyoruz. Yeni kurulan veya İslam toplumları tarafından dönüştürülen şehirlere güzel bir isim verilmelidir. İslam medeniyeti kendine ait bir şehri güzel bir isim ile yeni bir hayata başlatıyor. Buna şehrin fethi diyoruz. İkinci husus şudur; bir şehirde mukim olan inşalar kendilerini bu şehrin sahibi saymamalı, bu şehre iltica etmek zorunda kalan diğer kimselere de merhamet ve hizmet nazarıyla yaklaşmalıdır. Böylece İslam medeniyeti şehirlinin ortaya çıkabilecek egoizmine de imkân tanımamış oluyor. Yeni nüfusun gelmesiyle ortaya çıkması muhakkak olan meseleler ise bütün toplumsal kesimlerin varlığını kabul eden ortak bir mutabakat ile çözülmelidir.
KÜLLİYE MERKEZLİ ŞEHİR
Her şehir kendi hayati ortak mutabakat esaslarını bir örf olarak tespit etmeli ve gerçekleştirmelidir. İslam şehirleri cami merkezli şehirlerdir bu özellikle Osmanlı uygulamasında külliye merkezli şehre dönüşmüş mescitteki tüm toplumsal işlevler külliye bütünlüğü içinde yer alan ve birbirleriyle ahenk içinde çalışan farklı mekânlarda geçekleştirilmiştir. Külliyenin ana ve hâkim ögesi ise hiç şüphesiz camiidir. İslam şehrinin bir başka özelliği idari örgütlenmesidir. Bu örgütlenme içinde iyiliği emir ve kötülüğü nehyeden teşkilatın ayrı bir önemi vardır. Modern toplumda ne yazık ki böyle bir teşkilatın varlığı bireysel özgürlüğe diğer bir deyişle egonun hakimiyetine aykırı görülmektedir. Şehrin diğer bir özelliği de çarşının yeri ve bundan daha önemlisi işleyiş kurallarıdır. Zira iktisadi faaliyet toplumda belli sınırlar içerisinde tutulmazsa kendi gücünü ve önemini aşan bir mertebeye yükselmektedir. İslam medeniyeti yine Hz. Peygamber’in emriyle mezarlığı yeni hayatın reddedilmez realitesi olan ölümü, şehir mekânının içinde hatırlatıcı ve ibret alınması gereken bir unsur olarak görmüştür. İslam şehrinde işlevi olan ve şehre nitelik katan tarihi eserlerin İslam medeniyetinin temel umdelerine riayet eder bir şekilde korunması da gerekmektedir. Bunlar Hz. Peygamber’in Medine şehrinde bizzat gerçekleştirdiği ve o dönemden sonra da İslam toplumlarınca uygulanması gereken ana kurallardır.
MEDİNE ÖRFÜNE DAYALI İSLAM ŞEHRİ
Yukarıda sözü edilen Medine örfü modeli beşeriyetin tarım tolumu evresinde İslam medeniyet tasavvuruna müntesip toplumlar tarafından şehirlerde başarıyla uygulanmış ve İslam medeniyetinin ana umdelerine riayet edilerek yerel şartlara göre yorumlanmış neticede zengin bir şehir külliyatı ortaya çıkmıştır. Bu sürecin sanayi devriminin İslam medeniyetinin hakim olduğu coğrafyalara nüfuz ve etki etmesine kadar başarıyla ve canlı bir şekilde devam ettiğini biliyoruz. Batı dünyasında ortaya çıkan sanayi devrimi ve onun hayat kaynağı olan kapitalist zihniyet İslam coğrafyalarına girip buradaki hayatı kendi sınır tanımaz egoizmiyle zorladığı zaman Medine örfüne dayalı İslam şehirlerinin önce fiziksel düzlemde sonra hayat tarzı itibarıyla yaralandığını ve bütünlüğünün bozulduğunu da görmekteyiz. İslam medeniyet tasavvuru kendi ana umdelerinden ciddi manada zarar görmeden günümüze kadar gelmekle birlikte sanayi devriminin ve kapitalist yaklaşımını dayattığı ve zorladığı biçimlere karşı kendi özüne dayanan yeni bir biçimler bütünü oluşturamamıştır. XX. yy’ın son çeyreğinde ise beşeriyet bilgi çağı denilen yeni bir dönemle karşılaşıyor. Bu çağda geçerli olan üst değer sanayi devriminin üretim gücü yerine bilgi yani zihinsel üretim ve yeniliktir. Sanayi devrimi ve kapitalizm insanlara mekânsal zorlama ve hayat tarzı itibarıyla kısıtlama ve dayatmalar getirirken bilgi çağı toplumdan sadece bilgi ve yenilik üretmesini bekliyor. Diğer bir deyişle bilgi çağının insanı küçük bir elektronik cihaz ile dünyaya bağlanmakta zihinsel ve duygusal üretimini yine bu cihaz üzerinden tüm insanlığa sunmaktadır. Burada mekânsal ve hayat tarzı itibarıyla herhangi bir icbar söz konusu değildir.
XXI. yy’ın başında İslam medeniyet tasavvuruna müntesip toplumlar kendi düşünsel ve duygusal büyük ve kutsal miraslarından yola çıkarak bilgi toplumunun imkan verdiği özgürlüklerden istifade ile yeni bir Medine örfü modeli meydana getirebilirler kanaatindeyiz. Bütün dünya, Müslüman olsun olmasın İslam toplumlarından bu yaşanabilir, insan dostu ve mümin şehirlerin inşasını ve burada sergilenecek merhametli ve hikmetli hayatın tecellisini bekliyor.
Kaynak: Prof. Dr. Sadettin Ökten, Diyanet Dergisi, Ekim-2017