İslam Medeniyetinin İlk Mescitleri

Skyroad'un Haziran ayı özel sayısında Müslümanların göç etmesiyle birlikte İslam medeniyetinin şekillenmeye başladığı Medine'de yer alan mescitleri konu aldı. M. Ata Emiroğlu'nun kaleminden Mescid-i Nebevi, Uhud Şehitliği ve Okçular Tepesi'nin de aralarında bulunduğu birbirinden kıymetli mescitlerin anlamları ve bulunduğu yerleri.

İslam toplumunun ilk başkenti olan Medine, aynı zamanda Hz. Peygamber'in (s.a.v) yepyeni bir toplum ve medeniyetin de temellerini attığı şehir olarak ayrı bir yere sahip. Ama bu şehre şüphesiz en büyük değerini veren, hayatının en zor zamanlarında kucak açtığı Efendimizi ve vefatından sonra da na'şını sinesinde barındırması. Hz. Peygamber'in (s.a.v) “Medine şehri demirci körüğü gibidir; kirlisini, kötüsünü dışarı atar da hâlis temiz olan kalır" hadis-i şerifi ile iltifat ettiği şehir zaten bu özelliğini en başta kâinatın en hayırlısı olan Resulullah'ı kabul ederek göstermiştir. Daha önceleri ayıplanmış anlamına gelen “Yesrib" ismi ile anılan bu yerleşim birimi, Fahr-i Kainat Efendimiz'e (s.a.v) kucak açarak kendisini onurlandırdığı gibi, dostlarına, hatıralarına, aile hayatına, askeri hayatına, idareciliğine de merkez olarak hem medeni şehirlerin anası rütbesine yükselmiş hem de yeryüzündeki en şerefli noktalardan biri olmuş ve Medine-i Münevvere payesine terfi etmiştir.

Medine'nin Müslümanlar indindeki faziletli ve muteber yerini sağlayan bir numaralı unsur Fahr-i Kainat Efendimiz'e (s.a.v) kucak açması, ona ikinci yurt olması ve onun manevi varlığının yanında cismani varlığını da halen sinesinde barındırmasıdır. Ancak bu şehri İslam dini açısından önemli bir mevkie oturtan başka özellikleri de var. Bunların başında Kur'an'ın önemli bir kısmının burada nazil olması ve yine Kur'an'ın ve dinin özünün hayata yansıtılması olan Peygamber sünnetinin büyük kısmının sosyal, idari, ekonomik, beşeri ve batıni tüm yönleriyle burada yaşanması ve örnek olarak insanlara sunulması geliyor.

Hazret-i Peygamber'in (s.a.v) burada kurduğu evi ve yanı başındaki Mescid-i Nebevi İslam'ın doğuş yıllarında İslam toplumsal hayatının merkezi olduğu gibi daha sonraki dönemler için de İslami hayatın çok önemli bir kısmının temeli bu şehirde atıldı. Hz. Peygamber (s.a.v) ve sahabesinin İslam'ı burada hayata aksettirirken gösterdikleri çaba ile medeni bir şehir hayatının da nüveleri burada oluştu. İslam'ın nasıl yaşanacağı bu şehirde gösterildi. İslam'ın kastettiği maddi- manevi temizliğin, hakkın, adaletin, dürüstlüğün, namus ve iffetin, dayanışma ve kardeşliğin, eşitliğin, hukukun, yönetimin, sosyal adaletin örneklerinin şekillendiği ve mayalandığı yer de yine bu şehir oldu. İslam toplumunun egemenlik ve hürriyetini temsil eden devlet de burada kurulurken Medine sadece siyasi ve toplumsal bir yapı olmanın çok ötesinde bir şey olan İslam Devleti'nin ilk başkentine dönüştü.

Hz. Peygamber dini aleni ve umumi olarak ancak bu beldede tebliğ imkânı bulurken, evinde ağırladığı Ashab-ı Suffa sayesinde Medine aynı zamanda İslam'ın batıni, deruni ve manevi yönünün yani tasavvufun da ilk tedris makamı ve mayalandığı kap oldu. O dönem Müslümanlarının hemen hemen tüm meselelerini düzenledikleri ve konuştukları yer olan Mescid-i Nebevi, İslam'ın ilk kurumsal eğitim yapısı olarak bu şehirde teşekkül etti. Hz. Peygamber (s.a.v), Medine Sözleşmesi'ni imzalayarak hem düzeni, birliği sağlarken Müslüman, Yahudi ve Paganları aynı toplum ve kurallar çerçevesinde bir araya getirerek eşit haklara kavuşturdu. Tüm dünyaya toplumsal mutabakatın ve farklılıklarla beraber yaşamanın mümkün olduğunu gösterdi. Böylelikle bu şehri gerçek anlamda medeni dünyanın ilk numunelerinden biri haline getirdi. Bu şehri hac ve umre vesilesiyle ziyaret eden Müslümanlar, şimdi geriye o küçük ve mütevazı şehirden sureten pek bir şey kalmamış olmakla birlikte Hz. Peygamber (s.a.v) ve sahabesinin teneffüs ettiği havayı koklayarak onların hatıralarının sindiği manevi atmosferi soluyor ve O'nun yaymakta olduğu feyz-i nuraniyi iliklerine kadar hissederek, tadabiliyor.

MESCİD-İ NEBEVİ, HÜCRE-İ SAADET

Medine her ne kadar İslam açısından çok önemli şeyler ifade eden bir şehir olsa da hac ve umre ziyaretlerinde Müslümanları bu şehre getiren birincil sebep Fahr-i Kainat Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) huzuruna çıkacak olmalarıdır. Hz. Peygamber'in aşkı ve hatırasıyla yanan Müslümanlar fiziki olarak ise onun huzuruna varma zevkini ancak Mescid-i Nebevi'de yani Peygamber Mescidi'nde tadarlar. Zira Hz. Peygamber'in (s.a.v) kabrinin bulunduğu Hücre-i Saadet burada bulunmaktadır. O'nun zevcesi Hz. Ayşe (ra) ile yaşadığı bu “Saadet Odası” vefatından sonra kabri olmuş ve zaman içinde Mescid-i Nebevi'nin genişletilmesi sırasında mescidin içerisinde kalmıştır.

Mescid-i Nebevi'nin iç sol kısmında yer alan Hücre-i Saadet Hz. Peygamber'in (s.a.v) yanı sıra, sağında ve solunda Hz. Ebubekir (ra) ve Hz Ömer'in (ra) de kabirlerini bulundurur. İslam âlimlerince Hz. Peygamber'in medfun bulunduğu Hücre-i Saadet'in, Kâbe ile birlikte yeryüzünde bulunan en şerefli yer olduğu hatta göklerden ve arştan daha üstün olduğu kabul edilir. Hz. Peygamber (s.a.v) , Medine'ye geldiği zaman kendisine saray ya da köşk yapılması tekliflerini geri çevirir ve sade bir hayat sürer. Devesinin çöktüğü yere yapılan evinin yanındaki alana da Mescid-i Nebevi'yi yaptırır ve bu mescidin inşasında sahabesiyle birlikte bizzat çalışmaktan geri kalmaz. Onun zamanında basit ve sade bir yapı olarak inşa edilen Mescid-i Nebevi zamanla genişletilerek birçok eklemelerle günümüzdeki haline gelmiş ve ilk yapıldığı zamana göre yüz kat daha azla alana yayılmıştır.Resulullah'ın temeline ilk taşı koymasıyla sekiz aylık bir sürede tamamlanan ve o zaman bütün Müslümanların içinde toplandığı bu mescit, İslam toplumunun ilk idare ve medeniyet merkezini teşkil etmiş, İslâm toplumunun ve devletinin şekillenmesinde her türlü, dinî ve sosyal faaliyet merkezi olmuştur. Mescid-i Nebevi'yi ziyaret eden hemen herkes burada huzur halini yaşar. Hz. Fahr-i Kainat Efendimiz'in (s.a.v) huzurunda olma hissi ve ziyaretçilerin büyük çoğunluğunun tesiri altına girdiği manevi haz ziyaret edenlerin ifadelerine göre burada son derece yoğun bir şekilde hissedilir. Bu ziyaret aynı zamanda Resulullah'ı evinde ziyaret etmek anlamına gelir. İslam geleneğindeki en faziletli üç ibadethaneden biri sayılan Mescid-i Nebevi için Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurur: “Benim şu mescidimde kılınan namaz Mescid-i Haram hariç başka camilerde kılınan namazdan bin kat daha faziletlidir.”

Hac veya umre maksadıyla Mescid-i Nebevi'yi ziyaret edenler temizlenir, abdest alır, güzel kokular sürünerek buraya gelir ve namaz kılarlar. Hz. Peygamber'in (s.a.v) “Evimle minberim arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir” diye tavsif ettiği Ravza- i Mutahhara denilen yaklaşık 300 metrekarelik alan da ziyaretçilerin namazlarını kılmayı tercih ettikleri yerlerin başında gelir zira Resulullah'ın maneviyatının en iyi hissedildiği yerlerden birisi de bu cennet bahçesidir. Asr-ı saadette kendilerini dine vakfetmiş olan ve Medine dışında dine giren toplumlara dini öğretmek için gönderilenlerin çoğunun içinden çıktığı Ashab-ı Suffe'nin barındığı yer ile Ebu Lübabe'nin kendisini affettirme için bağladığı tövbe direği de yine Mescid-i Haram içerisinde bulunur.

CENNET-ÜL BAKÎ KABRİSTANI

Hz. Peygamber'in (s.a.v) kabr-i şerifinin bulunduğu Mescid-i Nebevi'nin doğu tarafında Cennet-ül Bakî kabristanı bulunur. Hz. Peygamber (s.a.v) döneminden beri Medine'nin asli mezarlık alanını oluşturan Cennet-ül Bakî aynı zamanda ilk Müslümanların ve Peygamberin sahabesinden çoğunun da medfun bulunduğu yerdir. İslam'ın Medine'de yayılmasına öncülük eden ilk sahabeler, Hz. Peygamber'in (s.a.v) daha küçük yaşta vefat eden oğlu İbrahim, kızları Hz. Fatıma, Hz. Zeynep, Hz. Ümmü Gülsüm, Hz. Rukiye,( ra) ve torunu Hz. Hasan (ra), zevceleri Hz. Aişe, Hz. Hafsa, Hz. Ümmü Seleme, Hz Ümmü Habibe, Hz. Safiyye (ra), amca ve halaları, damadı Hz. Osman, torunu Hz. Cafer-i Sadık, Hz. Muhammed bakır Hz. Zeynel Abidin ve Uhud şehitlerine kadar pek çok mübarek şahsın medfun bulunduğu mezarlık Mescid-i Nebevi'nin karşısında yer alıyor. Yerini Hz. Peygamber'in (s.a.v) seçtiği mezarlıkta sahabeden 10 bin kişinin yattığı rivayet edilir. Dolayısıyla bu mezarlığı ziyaret sahabenin ensar ve muhacirinin büyük bir kısmını ziyaret anlamına gelir. Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) zaman zaman ziyaret ettiği ve ölenler için dua ettiği bu mezarlığın ziyaret edilmesi de sünnettir. Genelde kapalı bulunan mezarlık sabah namazından sonra ziyarete açılır ve kadınların ziyaretine izin verilmediği için erkekler tarafından ziyaret edilir. Kadınlarsa kabristanın duvarı kenarında dua ederler.

MÜSLÜMANLARIN İLK MEZARLIĞI

Cennet- ül Bakî'nin İslam tarihi açısından önemi sadece içinde medfun bulunan sahabe ve mübarek zevatın varlığıyla sınırlı değildir. Burası aynı zamanda Müslümanların ilk mezarlığıdır ve bizzat Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından tesis edilmiştir. Osmanlı döneminde içine Hz. Peygamberin (s.a.v) yakınları ve diğer bazı sahabelerin için türbelerin yapıldığı mezarlıkta bulunan bu yapılar Suud yönetimi tarafından Vehhabi anlayışı doğrultusunda yıkılmıştır. Son yüzyıl içerisinde üzerindeki tüm yapı ve türbeler yıkılarak dümdüz edilen mezarlıkta sadece üzerlerinde herhangi bir yazı veya da işaret bulunmayan küçük taşlar bulunmaktadır ve kabirler bu sayede belirlenmektedir. Ancak kabristanın internet üzerinden de temin edilebilecek kimin nerede gömülü olduğunu gösteren planlarına ulaşmak mümkündür.

KUBA MESCİDİ

İslam tarihinin ilk mescidi olma şerefini taşıyan Kuba Mescidi, aynı zamanda yapım planında da İslam Peygamberi'nin (s.a.v) mührünü taşıyor Mekke'den hicret ettikten sonra Medine'ye varmadan hemen önce mola verdiği Kuba'da inşa ettirdiği bu mescidin planını kendi çizen Hz. Muhammed (s.a.v), bu mescidin yapım çalışmalarına bizzat iştirak ederek ve ilk taşını elleriyle yerleştirdi. Müslümanların umuma açık bu ilk ibadethanesini onurlandırdığı için ayrı bir anlam ifade ediyor. Hz. Peygamber (s.a.v) ve sahabesinin elleriyle inşa edilen bu mescid aynı zamanda Hz. Peygamber'in (s.a.v) namazları ilk defa cemaatle kılmaya başladığı yer olma özelliğini taşıyor.

Münafıkların hemen bitişiğinde inşa ettikleri Mescid-i Dırar'ın nifak faaliyetine karşı Tevbe Suresi'nin 108'nci ayetinde “İlk günden takva üzerine tesis edilen mescid, orada namaz kılman için elbette daha layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Ve Allah, temizlenmiş olanları sever” ifadeleriyle işaret edilen Kuba Mescidi için Allah Resulu'nun de bir hadislerinde (s.a.v) de şöyle buyurduğu nakledilir: “Kim güzelce hazırlanıp namaz kılmak için abdestli olarak Küba mescidine gider ve orada namaz kılarsa umre yapmış gibi sevap kazanır.”Medine'ye varmadan önce Kuba'da 14 gün konaklayan Hz. Peygamber (s.a.v), daha sonraki dönemlerde de zaman zaman özellikle cumartesi günleri bu mescide gelerek ibadet etmeyi sürdürdü. Tüm bu nedenlerden dolayı Müslümanlar asırlar boyunca Mescidi Kuba'ya büyük önem atfedip itibar göstermeyi ihmal etmediler. Halifeler Hz. Osman ve Ömer bin Abdülaziz zamanında restore edilen mescidi süslemek ve geliştirmek için tarihi boyunca sonuncusu Sultan Abdülmecid zamanında olmak üzere birçok çalışma gerçekleştirildi.İlk olarak hurma kurutmak için kullanılan bir arazi üzerinde dört duvardan oluşan basit ve sade bir yapı olarak inşa edilen Müslümanların ilk mescidi Suudiler zamanında da büyük bir ilgiye mazhar oldu. Ancak 1984 yılında yeniden modern bir cami şeklinde inşa edilip alan olarak hayli genişletilse de bu yenileme nedeniyle tüm tarihi iz ve özelliklerini yitirmekten kurtulamadı. Hicret döneminde Medine'nin 10 kilometre uzağında küçük bir köy olan Kuba günümüzde şehrin genişlemesiyle birlikte Medine ile arasındaki mesafede hayli kapanmış durumda. Orijinal halinden eser kalmayan ve günümüzde 10 bin kişinin ibadet edebileceği büyük bir camiye dönüşen Kuba Mescidi, Hz. Peygamber'in (s.a.v) ve sahabesinin hatırası ve Müslümanların inşa ettikleri ilk cami olması hasebiyle kutsal toprakları ziyaret edenlerin de önemli ziyaretgâh noktalarından birini teşkil ediyor.

UHUD DAĞI, UHUD ŞEHİTLİĞİ VE OKÇULAR TEPESİ

Hz. Peygamberin (s.a.v) hakkında “Uhud Dağı bizi sever, biz de onu severiz” buyurduğu Uhud Dağı, Medine'de umre ziyaretgâhları arasında yer alır. Hicretin üçüncü yılında Hz. Hamza (ra) dâhil sahabeden 70 kişinin de şehadete kavuştuğu Uhud Gazvesi'ne adını veren bu dağ Mekke'yi kuzeyden kuşatan uzunca bir tepedir. Mescid-i Nebevi'ye beş kilometre mesafedeki 110 metre yüksekliğindeki bu tepe günümüzde gelişen Medine şehrinin içine karışmış sayılabilir. Üç bin kişilik müşrik ordusuna karşı yedi yüz kişilik İslam ordusunun cihat ettiği savaşta şehit edilen 70 sahabenin gömüldüğü Uhud Şehitliği de bu dağın eteklerinde yer alır ve umreye gidenlerin ziyaret ettiği yerler arasında bulunur. Hz. Harun'un (as) da gömülü bulunduğu iddia edilen Uhud Dağı'nın eteklerindeki şehitlikte medfun bulunan ve şehitlerin en büyüklerinden kabul edilen 70 sahabenin arasında Seyyid-ül Şüheda Hz. Hamza (ra), Musâb bin Umeyr (ra) ve Abdullah İbn Cahş (ra), Harise Bin Zeyd (ra), EnesBin Nadr (ra), Abdullah Amr (ra) gibi o dönem Müslümanların önde gelenleri de bulunuyor. Burada bulunan bir diğer önemli nokta ise savaşın İslam ordusu lehine gittiği sırada Hz. Peygamberin (s.a.v) uyarısını dinlemeyerek yerlerini terk eden ve bozgun yaşanmasına yol açan okçuların yerleştiği tepedir.

Günümüzde neredeyse yok olmak üzere olan bu tepe tefekkür edenler için Resulullah sözünden çıkmanın ibretlik bir sembolüdür. Hz. Peygamber'in (s.a.v) Uhud şehitlerini her yıl birkaç defa ziyaret ettiği ve dua ettiği, hatta bir defasında tek tek ziyaret ederek selamladığı nakledilir. Dolayısıyla Uhud şehitliğini ziyaret aynı zamanda sünnet olduğundan Medine ziyaretlerinde Müslümanların itibar ettiği bir tefekkür ve dua yeridir. Bu dağ aynı zamanda canına kasteden müşriklerin saldırısıyla Hz. Peygamber'in (s.a.v) dişinin de şehit olduğu yerdir. Müşriklerin dişini kırması üzerine sığındığı mağara da Uhud Dağı'nda Müslümanların ziyaret noktalarından bir diğerini teşkil eder.

MESCİD-İ KIBLETEYN 

Medine'de bulunup da İslam'ın mihenk taşı niteliğindeki önemli olaylardan birine şahitlik etmiş yerlerden biri de Kıbleteyn Mescidi'dir. Hz. Peygamber'in (s.a.v) kıble olarak Mescid- i Aksa'ya yöneldiği dönemin sonu bu mescidde gerçekleşmiştir. Berat gecesinin gündüzünde Hz. Peygamber (s.a.v) bu mescidde namazına başlamış ve ilk iki rekâtı Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya doğru kıldıktan sonra namaz sırasında gelen ve yeni kıbleyi Kâbe olarak tayin eden ayetler üzerine son iki rekâtı Kâbe istikametinde tamamlamıştır. “Seni elbette, hoşlanacağın kıbleye döndüreceğiz. O hâlde hemen Mescid-i Haram'a (Kâbe'ye) doğru dön. (Ey mü'minler) siz de nerede olursanız olun, oraya doğru dönün” ayetleri işte bu esnada bu mescidde nazil olmuştur. Bu hadisenin geçekleştiği mescide “iki kıbleli” yani “Kıbleteyn” adı verilen mescid, hac ve umre dönemlerine ziyaret edilen ve namaz kılınan yerlerdendir.

MESCİD-İ SEBA

Hicretin beşinci senesinde müşrik, münafık ve Yahudilerden oluşan koalisyona karşı verilen Hendek Gazvesi sırasında Medine'nin açık olan kesimlerini korumak için şehrin etrafına süvarilerin geçemeyeceği genişlikte uzun bir hendek kazıldı. Bu hendeğin haftalarca süren kazılarında Hz. Peygamber (s.a.v) de ashabı ile birlikte toza toprağa bulanarak çalıştı. Üzeri kapatıldığı ve yolla kaplandığı için bu hendek günümüze ulaşamadı ancak Hendek Savaşı'nın geçtiği bu bölgede savaş sırasında Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve Sahabe-i Kiram tarafından namaz kılınan ve dua edilen bazı noktalar üzerine sonradan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Selman- Farisi adına yaptırılan yedimescid ile İslam'ın kaderi açısından ölüm-kalım meselesi olan bu savaşın hatırasını canlı tutuldu.

Zaman içinde Mezcid-i Seba yani “yedi mescit” adı verilen bu ibadethanelerin Hz. Peygamber'in savaşı gözlediği yerde yapılan “Fetih Mescidi” ve birkaçı dışındakiler yıkılarak yerlerine yeni bir mescid yapıldı. Bu mescitleri ziyaret edenler çok güçlü ve kalabalık bir müşrik-münafık ordusunun dâhiyane bir savunma stratejisi ve sıkı sıkıya kenetlenme ile püskürtüldüğü Hendek Savaşı'nın hatıralarının duygu atmosferi içerisinde namaz kılarlar.

DİĞER MESCİD VE YERLER

Medine'de Hz. Peygamber (s.a.v) ve ashabının hatıralarını taşıyan ziyaretgâhlar bu kadarla sınırlı değil kuşkusuz. Hz. Peygamber'in (s.a.v) daha henüz cemaat dağılmadan icabet edilen yağmur duasını yaptığı Mescid-i Gamame bunlardan biridir. Mescid-i Nebevi'nin yakınlarında bulunan bu mescide kuraklık sırasında Hz. Peygamber'in (s.a.v) duasını ettikten sonra yağmurun yağması nedeniyle “Bulut Mescidi” de denilir. Yine bu mescide yakın yerlerde dört halife ve sahabelerin adına kurulan Mescid-i Ebu Bekir, Msecid-i Ömer, Mescid-i Ali, Mescid-i Osman, Mescid- i Bilal gibi mescitler onların aziz hatıralarını yaşatan ibadethanelerdir. Yine Hz. Peygamber'in dua ve ibadet ederek ümmeti için istediği üç şeyden ikisinin kabul edildiğini söylediği yer olan Mescd-i İcabe de Hz. Peygamber'in (s.a.v) ümmetine ihtar niteliğindeki hadis-i şerifinin sembolü olarak ziyaret edilir. Bu mescitteki yaptığı duanın kabul edilen ve edilmeyen yönlerini Peygamber Efendimiz (s.a.v) şu hadisinde açıklar: “Rabbimden ümmetimi kıtlık ve yoklukla helak etmemesini istedim kabul etti, Ümmetimi afat ve felaketle helak etmemesini istedim kabul etti, fakat ümmetimin nifaka düşmemesini istedim bunu kabul etmedi.” Mescid- Kuba yakınlarındaki Eris Kuyusu da yine Fahr-i kainat Efendimiz'in (s.a.v) ve ashabından Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ı cennetle müjdelediği yer olarak hatıralarını yaşatan ve bu nedenle ziyaret edilen yerlerdendir.

Kaynak: Yeni Şafak

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.