İslam, Merhamete Ne Kadar Önem Veriyor?
"Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de sık sık, af ve merhamete dâir sıfatlarını bildirmiş, hattâ “merhamet edenlerin en merhametlisi”(el-A‘râf,151.) olduğunu ve merhametinin her şeyi ihâta ettiğini(el-A‘râf,156.) haber vermiştir." Mahlûkattaki bütün merhamet tezâhürleri de esâsen Cenâb-ı Hakk’ın bu nihâyetsiz rahmetinin bir tecellîsidir. Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-: “–Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz.” buyurmuşlardır.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:
“Cenâb-ı Hak rahmetini yüz parçaya ayırdı; bunun doksan dokuzunu kendi katında tuttu, bir cüz’ünü de yeryüzüne indirdi. İşte bu bir cüz rahmet sebebiyle bütün yaratılmışlar birbirlerine merhamet ederler. Hattâ ana atın, (süt emzirirken) yavrusuna zarar vermemek için ayağını yukarı kaldırması bile, bu yüzde birlik rahmetin eseridir.” (Buhârî, Edeb, 19; Müslim, Tevbe, 17)
PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN EN MÜHİM VASIFLARINDAN BİRİ
Kendisi nihâyetsiz derecede merhametli olan yüce Rabbimiz, kullarının da birbirlerine karşı şefkat ve merhamet hisleriyle dolu olmalarını murâd etmektedir. Bu sebeple Fahr-i Kâinât Efendimiz’in en mühim vasıflarından biri de engin merhametidir. Allah Teâlâ, O’nu âlemlere rahmet olarak göndermiştir.( el-Enbiyâ, 107) Bu yüzden Hak Teâlâ, kendi isimlerinden Raûf (çok şefkatli) ve Rahîm (çok merhametli) sıfatlarını Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e de lutfetmiştir.( et-Tevbe, 128.) Hâlbuki önceki peygamberlerden hiçbirine bu sıfatların ikisini birden bahşetmemiştir.( Kurtubî, el-Câmî li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 1985, VII, 192.)
Yaratılan her şeye şefkat, merhamet ve tebessümle yaklaşabilmek, îmanda ulaşılan seviyenin bir göstergesidir. Kâmil bir mü’min, karanlık bir gecenin mehtâbı gibi nurlu, diğergâm, hassas, rakîk, merhametli, şefkatli ve cömert insandır. Merhametten uzak gönüller ise, âdeta canlı cenâzeler durumundadırlar.
MERHAMET İLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER
Hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulur:
“Merhamet edenlere Rahmân olan Allah Teâlâ merhamet buyurur. Yeryüzündekilere şefkat ve merhamet gösteriniz ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin.” (Tirmizî, Birr, 16/1924)
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedâil, 65)
“Merhamet, ancak şakî olanın kalbinden alınır.” (Tirmizî, Birr, 16/1923; Ebû Dâvûd, Edeb, 58/4942)
“Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta şefkatle bakabilme” ahlâk-ı hamîdesi, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şu cihânşümûl hadîs-i şerîfinde ne güzel ifâde edilmektedir:
CENNETİ İSTİYORSAN MERHAMETLİ OL
Birgün Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:
“–Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz.” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm:
“–Yâ Rasûlallah! Hepimiz merhametliyiz.” dediler. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sözlerini şöyle îzah etti:
“–Benim kastettiğim merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilâkis bütün mahlûkâta şâmil olan merhamettir, evet, bütün mahlûkâta şâmil merhammet!..” (Hâkim, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, Beyrut 1990, IV, 185/7310.)
Mü’minleri îman vecdi içerisinde yaşatacak, nefislerinin hodgâmlığından ve bencilliğinden kurtarıp ruhlarını derinleştirecek en mühim hasletlerden biri, merhamettir. Merhametin meyveleri de, cömertlik, tevâzu, hizmet, affetmek ve hasetten kurtulmaktır. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ne güzel buyurur:
“Mü’minlerin, birbirlerine acımakta, birbirlerini sevmekte ve birbirlerine şefkat göstermekte bir vücut gibi olduklarını görürsün. Bu vücûdun herhangi bir uzvu muzdarip olduğu takdirde, diğer kısımlarının da uykuları kaçar, ateşler içinde onun ıztırâbını duyarlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)
Merhamet, dünyada vicdan huzuru ve cennet müjdesi, âhirette ise ebedî saâdet sermâyesidir. Nitekim bir zât, Muâz bin Cebel –radıyallâhu anh-’a gelerek:
“–Bana nasihatte bulun!” demiş, Muâz -radıyallâhu anh- da:
“–Merhametli ol ki, ben de senin cennete girmene kefil olayım.” buyurmuştur.
ALLAH'IN KULLARINA OLAN MERHAMETİ
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
Bir defâsında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e esirler getirilmişti. Bir de baktık ki esirlerden bir kadın büyük bir endişeyle, kaybettiği çocuğunu arıyor, esirler arasında bir çocuk bulduğu vakit, onu alıyor göğsüne bastırıyor ve emziriyordu. Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize:
“–Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?” diye sordu.
“–Hayır, vallâhi aslâ atamaz!” dedik. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz:
“–İşte Allah Teâlâ kullarına, bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha şefkatli ve merhametlidir.” buyurdu. (Müslim, Tevbe, 22)
PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN ÇOCUKLARI ÖPMEYEN KİMSEYE CEVABI
Bir bedevî, âlemlere rahmet olan Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in bâzı çocukları öptüğünü görünce hayret etmiş ve:
“–Demek Siz çocukları öpüyorsunuz ha! Hâlbuki biz onları hiç öpmeyiz.” demişti. Bu şahsa acıyarak bakan Allah Rasûlü –sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Allah Teâlâ, senin kalbinden merhameti söküp almışsa ben ne yapabilirim ki!” buyurdu. (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedâil, 65)
İSLAM'DA HAYVANLARIN DAHİ HAKLARI VAR
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yolda giderken bir grup insana rastladı. Binek hayvanlarının üzerinde oldukları hâlde durmuş (muhabbet ediyorlardı.) Onlara şöyle buyurdu:
“Hayvanlarınıza, onları yormadan güzelce binin ve (kullanmadığınız zaman da) güzel bir şekilde istirahat ettirin. Onları yollardaki ve sokaklardaki konuşmalarınız için kürsü edinmeyin (sırtlarında durarak sohbet etmeyin). Nice binilen hayvan vardır ki, sırtına binenden daha hayırlıdır ve Allah Tebâreke ve Teâlâ’yı ondan daha çok zikretmektedir.” (Ahmed, III, 439)
İnsanların vahşette sırtlanları geçtiği bir devirde, hayvanların dahî birtakım haklara sâhip olduğunun îlân edilmesi, İslâm’ın nasıl bir hak, adâlet, şefkat ve merhamet dîni olduğunu sergilemesi bakımından kâfî bir misaldir.
Ayrıca nice hayvanların, onlara binen gâfil insanlardan daha hayırlı olduğunun ve Allâh’ı daha çok zikrettiğinin beyân edilmesi, biz mü’minlere, mahlûkâta bakış husûsunda ne muhteşem bir düşünce ufku telkin etmektedir. Bütün mahlûkat, kendi idrak mertebeleri dâhillinde yüce Rabbimizi zikir hâlindedir. Fakat bizlere verilmiş olan sınırlı idrâk ile, onların zikrini anlayamıyoruz. Nitekim bu hakîkat, âyet-i kerîmede şöyle îzah buyrulmaktadır:
“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbîh eder. O’nu hamd ile tesbîh etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbîhini anlayamazsınız. O, halîmdir, mağfiret edicidir.” (el-İsrâ, 44)
FRANSIZ DÜŞÜNÜR GÖRDÜKLERİ KARŞISINDA ŞAŞKINA DÖNDÜ
Osmanlı topraklarında geçirdiği zaman zarfında gördüğü sayısız fazîlet numûnelerini aklı-havsalası almayan Fransız Comte de Bonnevval, bir müşâhedesini şöyle dile getirmiştir:
“Osmanlı ülkesinde verimsiz ağaçların sıcaktan kurumasına meydan vermemek üzere her gün sulanmaları için işçilere para vakfedecek kadar aşırılığa giden Türkler bile görmek mümkündür.”
İslâm’ın insana kazandırdığı gönül ufkunu tanımayanları hayretlere düşüren bu tablo, bütün mahlûkâtı Rabbinin bir emâneti telâkkî edip şefkat, merhamet ve muhabbete lâyık gören mü’minler için gâyet tabiî bir durumdur.
KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, FÂZİLETLER MEDENİYETİ - 2, Erkam Yayınları, 2007, İstanbul