İslâm Mücahidelerinin Cihad Heyecanı

HAYATIMIZ

Sahâbenin hayâtı, tam bir mücâhede örneğidir. Onlar, Allâh Rasûlü’nün kalbî derinliği ile şahsiyet kazandılar. Derecelerine göre, Allâh Rasûlü’nün hissiyâtı ile duygulandılar. Câlib-i dikkattir ki, Vedâ Haccı’nda 120.000 sahâbî mevcud idi. Bu kadar sahâbîden ancak 20.000’i Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere’de medfûndur. Diğerleri ise, İslâm’ı tebliğ etmek ve îlâ-yı kelîmetullâh için bütün dünyâya yayılmışlardır. Varabildikleri son nokta kabirleri olmuştur.

Onlar, din yolunda, fazîlet uğrunda mallarını ve canlarını vermekten aslâ kaçınmadılar. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz onlardan dînî bir gâye için yardım talebinde bulunduğu zaman, servet ve imkânlarını huzûr-i saâdete cömertçe döktüler. Hanım sahâbîler de, küpelerini, bileziklerini ve gerdanlıklarını çıkarıp fedâkârlıkta bulundular.

İSLÂM MÜCAHİDELERİNİN CİHAD HEYECANI

Sümeyye Hâtun, İslâm için canını infâk etmek sûretiyle ilk İslâm şehîdesi oldu.

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-’ın âilesi, mücevherlerinin tamamını Allâh yolunda infâk etmişti.

Ömer bin Abdülaziz hilâfete geçince hanımı, bütün servetini beytülmâle bağışlamıştı.

Yine “Sâatü’l-Usre” (zorluk zamanı) diye vasıflandırılan Tebük Seferi günlerinde sahâbe hanımları, ne kadar huliyyâtları (süs ve takıları) varsa, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in önüne getirdiler. Onbir yaşında küçük bir mü’mine kız da, küçüklüğünde kulağına takılan küpeleri çıkaramayınca, heyecanından kulağını yırtarak onları çıkarttı ve bu kanlı küpeleri Allâh Rasûlü’nün önüne koydu...

Hazret-i Âişe vâlidemizin kız kardeşi olan Esmâ Hâtun’un son zamanlarında gözleri görmüyordu. Oğlu Abdullâh bin Zübeyr, Allâh yolunda harbe çıkacaktı. Üzerine bir zırh giymişti. Esmâ -radıyallâhu anhâ-, elini oğlunun üzerine sürünce, onun zırh giydiğini fark etti ve:

“–Oğlum, yoksa sen de korkaklar gibi zırh mı giydin? Çıkar onu!” dedi.

Hansâ Hâtun Kadisiye Muhârebesi’nde dört oğlu ile birlikte bulunmuştu. Akşam onlara şu nasihatte bulundu:

“Evlâdlarım! Siz kendi isteğinizle Müslüman olmuş, kendi irâde ve ihtiyârınızla vatanınızı bırakıp buraya gelmişsiniz… Siz bilirsiniz ki Cenâb-ı Allâh, kâfirlerle muhârebe eden mü’minlere ne kadar büyük mükâfatlar hazırlamıştır. Mâlûmunuz olsun ki bâkî olan âhiret yurdu, fânî olan dünyâ evinden daha hayırlıdır. Cenâb-ı Hak:

 “Ey mü’minler! Sabredin ve düşmanlarınıza karşı sebat gösterin. Cihâd için hazır ve râbıtalı bulunun, nöbet tutun. Allâh’ın emir ve yasaklarını gözetin ki felâh bulasınız.” (Âl-i İmrân, 200) buyuruyor.

O hâlde inşâallâh yarına sağ çıktığınız takdirde gözünüzü açarak ve Allâh’tan düşmanlarına karşı yardım dileyerek muhârebeye girişin. Eğer harbi kızışmış ve şiddetlenmiş görürseniz ta ortasına yönelip askerlerin hiddet ve şiddet vaktinde reisleriyle çarpışın. Zafere nâil olur, ganîmet alır ve Cennet-i Âlâ’da da ikram görürsünüz.”

Ertesi gün sabahleyin oğulları analarının bu nasihatini tutarak harbe girişti ve büyük bir cengâverlikle vuruşarak dördü birden şehîd oldu. Evlâdlarının şehîd oldukları haberi Hansâ Hâtun’a ulaşınca:

“Beni evlâdlarımın şehâdeti ile şereflendiren Allâh’a hamdolsun. Yüce Rabbimden beni onlarla, nihâyetsiz olan rahmetinde birleştirmesini niyâz ediyorum.” diye şükür ve duâ etti. (İbn-i Abdi’l-Berr, el-İstîâb, IV, 1827-29)

Müslüman olmadan önce kardeşlerinin ölümü üzerine yazdığı mersiyelerle dillere destan olan bu kadın şâir, Allâh’a îmânın tadına vardıktan sonra öz evlâdlarını kendi lisân kuvveti ile şehîdliğe teşvîk etmiş ve ciğerpârelerinin dördünün birden Allâh yolunda şehîd olduğunu duyunca da Allâh’a hamd etmiştir.

İşte bunlar, mallarını ve canlarını Allâh yolunda infâk eden müstesnâ annelerimizden birkaç misaldir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları