İslam Toplumunda Zengin-fakir İlişkisi
"İslam toplumunun zengini" ile "İslam toplumunun fakiri", farklı bir manevi - ahlâki doku içinde, İslam toplumuna has bir "barış - güven hatta sevgi ilişkisi" geliştirirler. "Öteki" aynı toplumun yapı taşlarından birisidir ve bu yapı içinde herkes birbirine ilâhi ölçülerle çizilmiş bir çerçevede sorumluluk duygusu ile bağlıdır.
Her toplumun zenginleri ve fakirleri, yani farklı gelir seviyesinde insanları vardır.
Bu, dünya kurulalı beri böyledir. Bir yerde kader boyutu ile ilgilidir bu.
Zenginlerin ve fakirlerin ilişkisi farklılaşır toplumlara göre. O alan, dini-ahlâki ölçülerin veya felsefi yaklaşımların düzenlediği, yani insana bakış ile ilgili alandır. Malı edinmek de, malın tasarrufu da insan ilişkilerinin içine oturur ve her ilişkide bir ölçü, belirleyici olur. Ölçüler bir insan modeli koyar ortaya...
KAPİTALİST TOPLUMDA ZENGİN-FAKİR İLİŞKİSİ
Bir felsefi sistem hayatı sürekli bir mücadele alanı olarak görür, insanı insanın kurdu sayar, kıran kırana mücadele içinden, arasında uçurumlar bulunan sınıflar çıkarır, bir başka felsefi sistem bu sınıflar arasında mutlak çatışma öngörür, hayat ve tarih bu çatışmalarla akar ve muhayyel bir zamanda çatışmaların durduğu, ama insanların maldan-mülkiyetten arındıkları soyut bir toplum düzeni çıkar... Kapitalist toplum, komünist toplum denklemleri bu izahın ortaya koyduğu çerçevedir... Eğer Marks'ın dediği gibi işin ucu komünist topluma varamamışsa, kapitalist söylemin havarileri çıkar, insanlığın kapitalist düzene mahkum olduğunu söyler... O dünyada Afrika'da AIDS'le veya sineklerle boğuşan bebeler, ötede en güçlü devletleri yutacak - yönetecek kapasitede Çok Uluslu Şirketler bir arada yaşar, dünyanın en zengin - en kapitalist ülkelerinde di, "evsiz"lerle dolar milyarderleri aynı sokağı paylaşır.
Bize gelince Laila'larla pazar yerinden akşam saatlerinde çürük domates toplayanlar sadece sokak komşuları kadar birbirinden uzakta durur.
Bunun içinden sosyal patlama korkuları ya da globalleşme karşıtlığı gibi boğaz boğaza bir çatışma potansiyeli çıkar.
Aslında bir insan modeli var her bir sonuçta... Her bir sistem, öngördüğü insan modelinin ürünleriyle karşılaşır. Kapitalist sistemde zengin ile fakir, bir bakıma Darvin'in, Lamarc'ın tabii hayatta var olduğunu iddia ettikleri "tabii seleksiyon- doğal seçme, eleme" sisteminin güçlüyü üste çıkaran, zayıfı eleyip yok eden anlayışının sosyal hayatta somutlaşması olurlar... Zenginin ezici kimliği kurallaşır, fakirin altta kalarak canının çıkması...
Eğer "öteki" ifadesi ile tanımlamak mümkünse, zayıfı, güçsüzü, fakiri, "öteki"ne karşı herhangi bir vicdanî sorumluluğu yoktur güçlü - zengin olanın... Çünkü vicdan, kapitalist ideolojinin değil, dinlerin kavramıdır.
İSLAM TOPLUMUNUN ZENGİNİ İLE FAKİRİ
İslam da bir toplum inşa eder. Onun inşa ettiği toplumda da zenginler ve fakirler olur. İslam bir boy traş etmez insanların mal ile ilişkisini... Ama zenginine ve fakirine kendine özgü bir nitelik sağlamayı amaçlar. "İslam toplumunun zengini" ile "İslam toplumunun fakiri", farklı bir manevi - ahlâki doku içinde, İslam toplumuna has bir "barış - güven hatta sevgi ilişkisi" geliştirirler. "Öteki" aynı toplumun yapı taşlarından birisidir ve bu yapı içinde herkes birbirine ilâhi ölçülerle çizilmiş bir çerçevede sorumluluk duygusu ile bağlıdır.
İSLAM TOPLUMUNUN ZENGİNİ
İslam toplumunun zenginine baktığımızda onun kişilik dokularında şöyle bir hücre yapılanması görülebilir :
-Eline ulaşan her imkanın kendisinin her türlü gayretine rağmen bir Allah vergisi olduğunu, emanet olarak verildiğini, bir sınav aracı mahiyeti taşıdığını unutmayan...
-Bu çerçevede sahiplik duygusu her zaman "rezerv"li olan ve malı - zenginliği bir hükmetme aracı olarak görmeyen...
-Evine elma götürürken bunun görülmemesi için itina gösteren... Lügatçesinde "göz hakkı" kavramı bulunan...
-Ekmeğin kokusunun duyulmasından endişe eden... Yani "burun hakkı"na karşı hassas olan...
-Hasedleri, kıskançlıkları kışkırtmayan...
-Komşusu açken kendisi tok sabahlamaktan tedirgin olan... Komşuluğu neredeyse yakın akraba gibi miras halkası içinde bir hukuka yerleştiren...
-Malında-mülkünde fukaranın hakkı bulunduğunu düşünen... Yani biraz da fakir fukara için çalışan, fakir fukaraya infak gibi İslam'ın şartlarından birini daha tamamlamak için zengin olan, fakir-fukaraya ulaşamadığında bir insanlık günahı işlediğine inanan, malındaki fakir-fukara hakkını çıkarmadığında ahirete borçlu gideceğini, kirli, hesabı verilemeyecek bir malla gideceğini bilen...
-İnfaka Allah'a yakınlığın rüknü vesilesi olarak bakan...
-Toplumla tüm ilişkilerini kardeşlik hukuku çerçevesine oturtan... Ötekini kardeş bilen... Bu anlamda kardeşinin ruhi ve bedeni olarak yaşadığı her acıyı bedeninde ve ruhunda hisseden... Yani açlığı, işsizliği, evladına bir hediye alamama ezikliğini kendi yüreğinde yaşayan... Topluma karşı her zaman sorumluluk duygusuyla hareket eden...
-Bir insanın sıkıntısını gidermeyi, ebedi bir yatırım gibi değerlendiren...
-Kalbini mal tutkusundan arındıran... Malı, Rabbin makamı olan kalbine yerleştirmeme gibi çok özel hassasiyetleri olan...
-Malı edinmede bir ahlâk ölçüsü bulunan... Haramdan ateşten korunur gibi korunan... Mal edinmenin her türünü olabilir görmeyen... Yalanı, hileyi, aldatmayı, hırsızlığı reddeden... İnsanların muhtaçlığını, daralmasını, tıkanmasını kendisi için zenginliğe dönüştürmekten kaçınan...
-Zenginliği hep bir sınavı verememe tedirginliği içinde yaşayan, zenginliğin verdiği kudreti gerçek bir kudretmiş gibi algılamaktan endişe eden...
-İsrafı Rabbin nimetlerinin anlamını kavramamış, nimeti çarçur eden insanın bir kişilik kusuru olarak gören... Onun için israftan kaçınan...
-Cömertliği Rabbin övgü alanına girmek olarak algılayan...
-Verirken incitmemeye, verirken arkasından bir eziyet getirmemeye, verirken kardeşinin onurunu zedelememeye itina eden, hatta verirken, adeta Rabbin eline veriyormuş gibi özen ve hassasiyet gösteren... İncittiğinde vermenin erdeminden yoksun kalacağını, hatta infakını iptal etmiş olacağını bilen... İncittiğinde Rabbini inciteceği korkusunu taşıyan...
-Yaşadığı beldede açlıktan bir kişi ölmüşse onun ölümünden kendisine de bir pay düşeceği endişesiyle yoğrulan...
-Hatta ve hatta, zenginliğin nasıl bir sınav yükü getirdiğini bildiği ve onu verememekten korktuğu için zengin olmaktan korkan... Bazan üzerinde yarına taşıdığı bir zenginliği Allah'a tevekkülle bağdaştırmadığı için en küçük birikimini infak eden... Adeta tüm kişiliğini kovanım yağma olsun duygusuyla yoğuran...
İSLAM TOPLUMUNUN FAKİRİ
Peki bir İslam toplumunda fakirin halet-i ruhiyesi nasıldır?
-En başta infakı ve sadakayı bir tebessüm kadar geniş bir alana yayan İslam ın herhangi bir Müslümanı fakirlik statüsünde görmediği söylenebilir. Sanki bir tek hurması bulunan, ya da dudaklarında tebessüm üretebilen bütün Müslümanlar zenginlik statüsü içindedir. Öyleyse bir İslâm toplumunda fakirlik bir gönül ezikliği değildir hiçbir zaman... Bütün mali güçsüzlüğüne rağmen onurunu kaybetmeyendir fakir. Bir İslam toplumunda herkesin infak edebileceği bir zenginlik boyutu vardır.
-Rezzak-ı alem bir varlığın kendi halini bildiğinden emin olandır. Ve yaşadığı sürece rızkına kefil bir kudret tevekkülle bağlanandır.
-Fakirliği de zenginliği de bir sınav alanı olarak görendir...
-Sabredendir.
-Kanaati, bitmeyen bir zenginlik olarak kabul edendir.
-İstiğnayı, yani ihtiyaç sergilememeyi bir karakter üslubu olarak görendir.
-Önünde zaman zaman açlıktan karnına taş bağlayan bir peygamber bulunduğunu unutmayandır.
-Başkasına verilen nimete hased etmeyendir. Kendisinde olmayanın başkasının elinden çıkmasını istemeyendir.
-Hatta zaman zaman fakirliği bu dünyada verilmiş bir cennet imkanı gibi görendir...
İslam, zenginlikte olsun fakirlikte olsun, hiçbir hal ve şart altında insan onurundan taviz verilmesine fırsat tanımıyor. Yani ne ezen olmalı Müslüman, ne ezilen... Bir toplumda, fakirlik insan onurunun zedelendiği bir zillet statüsü haline getirilmişse ve zenginlik güç teşhirine imkan veren bir statü halini almışsa orası, ilahi ölçülerle arasına ciddi mesafeler girmiş, diğer ifadeyle İslam'ı önemli ölçüde azalmış bir toplumdur.
İnsanların ezilişi, kimi yüreklerde sorumluluk duygusu, bir ahiret sızısı uyandırmıyorsa, öteki kavramı, bir kardeş yarası gibi değil de, dışlama ifadesi olarak yansıyorsa insanların içine, insani planda ciddi bir aşınma vardır orada...
Bir ülkede derin gelir uçurumlarına rağmen sosyal patlamalar olmuyorsa bu, hâlâ orada İslam ın kardeşlik hukukundan izler bulunduğu içindir ve bir ülkede, büyük mali gücü bulunan kimseler olmasına rağmen, fukaralık insan onurunu zedeleyecek boyutlarda sokağa taşıyorsa, yine orada İslami sorumluluk duygusu itibariyle çok şeyin aşındığını düşünmemiz lâzım. Bel ki de biz bu iki gerçeği bir arada yaşıyoruz.
İslam ötekini kardeş statüsüne sokan bir disiplin... Öyleyse haydin tüm mü'minler olarak kardeşlik duygusunu kuşanmaya... Öyleyse haydin yaraları sarmaya...
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Sayı: 187