İslam'a Düşman Olmalarının Sebebi
Ehl-i küfür İslâm’a düşmandır. Günümüzde bütün dünyada; İslâmofobi adı verilen, İslâm’ı korkulacak bir kötülükmüş gibi gösterme hastalığı yayılmaktadır. Peki niçin İslâm’a düşman oluyorlar? İşte cevabı...
Çünkü İslâm; getirdiği esaslarla, nefsânî arzulara mâni olmaktadır. Âhireti hatırlatarak, hiç ölmeyecek ve hesap vermeyecekmiş gibi nefsin zebûnu ve zâlim bir hayat yaşayanların keyfini kaçırmaktadır. Fâizi, kumarı, her türlü haksız kazancı men ederek; fakiri daha fakir hâle getiren kapitalistleri kızdırmaktadır. İhtilâtı, zinâyı, iffetsizliği, nikâh dışı her türlü beraberliği yasaklayarak; şehvetinin peşinden gitmek isteyen gafillerin öfkesini artırmaktadır.
Küffara Karşı Tavizsiz
Her türlü bâtıl, fâsit ve gafil; İslâm’a düşman olur. Asıl hayret edilecek olan, bir mü’minin bâtıla dost olmasıdır!..
Bir başka Kur’ânî tâlimat şöyledir:
“Muhammed Allâh’ın Rasûlü’dür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetindir…” (el-Feth, 29)
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in beraberindeki ashâb-ı güzînin ilk vasfı:
«Küffâra karşı tavizsizlik.»
Yani İslâm karakter ve şahsiyetini tam mânâsıyla temsil ederler ve bâtıl bir düşünceye de hiçbir zaman taviz vermezler.
Bu tavır, îmânın bir zarûretidir. Çünkü kalbinde en zayıf vaziyette îman bulunan bir mü’minin dahî; Allâh’ın râzı olmadığı bir kötülüğe karşı, buğz etmesi lâzımdır.
Gayr-i müslim yahut gafil kişi, insanın en yakın akrabası da olsa, hüküm değişmez.
Tebbet Sûresi bu hususta en güzel misaldir, kalbî beraberlik olmayınca kan ve soy beraberliğinin hiçbir mânâ ifade etmediğini bildirir. Peygamberimiz’in öz amcası olan Ebû Leheb’e bu sûrede lânet edilmekte ve cehenneme gireceği bildirilmektedir. Birçok müşrik arasında, husûsen Peygamberimiz’in amcasının bu sûrede künyesiyle kınanması; îmân olmadıkça, akrabalık bağının ehemmiyet taşımadığını tebârüz ettirmek içindir.
Nitekim;
Nuh -aleyhisselâm-’a da;
“…(İnkâr yolunu tutan oğlun Ken‘ân), senin ailenden değildir! (…)
Ben sana câhillerden olmamanı tavsiye ederim!..” buyurulmuştur. (Hûd, 46)
İbrahim -aleyhisselâm-’a; putperest olarak ölen babası Âzer için, istiğfâr etmemesi gerektiği hatırlatılmıştır. (et-Tevbe, 113-114)
Şeyh Sâdî-i Şîrâzî der ki:
“Ashâb-ı Kehf’in köpeği Kıtmîr, sâdıklarla beraber olduğu için büyük bir şeref elde etti, Kur’ânî bir ifade kazandı.
Hazret-i Nuh ve Hazret-i Lût’un hanımları ise fâsıklarla gönül birliği içinde olduklarından dolayı, yani zâlimlerle ihtilâtları yüzünden cehenneme dûçâr oldular. (Kocalarının peygamber olması, onlara fayda vermedi.)”
Bugün ise globalleşmenin çok menfî bir neticesi olarak, İslâm âleminde ve ülkemizde maalesef seküler dünyaya benzeyişler, meyledişler ve hayranlıklar var.
Televizyon ve internetteki menfî programlar, şahsiyetsizleştirici modalar ve çirkinliği süsleyen reklâmlar, maalesef insanımızı gayr-i müslimleri taklide özendiriyor ve bu da ağına düşürdüğü kişilerin şahsiyetlerini mahvediyor.
Hâlbuki Cenâb-ı Hak, güzîde İslâm şahsiyetini şöyle tasvir ve tarif eder:
وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
“(İnsanları) Allâh’a davet eden, sâlih ameller işleyen ve; «Ben müslümanlardanım!» diyerek (İslâm’ın karakter ve şahsiyetini temsil eden)den daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 33)
Başkasını taklit, aşağılık psikolojisinin neticesidir. Şahsiyetteki eksiği; lüks, israf, moda vb. şeylerle telâfi etme gayretidir.
Hâlbuki bizlere Kur’ânî tâlimat şudur:
أَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
“…Eğer mü’minseniz, üstün gelecek olan sizsiniz!” (Âl-i İmrân, 139)
Hakikaten bu Kur’ânî tâlimatlara gönülden bağlı bir hayat yaşayan ecdâdımız, dünyaya yüksek ve müstesnâ bir İslâm şahsiyeti sergilemiş ve gerçekten kıtalarda asırlar süren şanlı bir hâkimiyet kurmuştur.
O devirlerde; gayr-i müslimler, müslümanlara hayran olmuş ve ceddimizi taklit etmeye çalışmışlardır. Grandük Notaras, Martin Luther vb. birçok ecnebînin müslümanlara hayranlık ifade eden sözleri meşhurdur.
1789 Fransız İhtilâli’nin fikrî temellerini hazırlayanlardan feylesof Lafayet, gayr-i müslim olduğu hâlde;
“Ey büyük insan! Sen’in tevzî ettiğin hak ve adâleti şimdiye kadar kimse tevzî edemedi!” diyerek Peygamber Efendimiz’in büyüklüğünü vicdânen tasdik etti.
Fransız tarihçi Lamartine ise Fahr-i Kâinât Efendimiz’in muhteşem muvaffakiyetini şöyle ifade eder:
“Şayet gayenin büyüklüğü, vasıtaların küçüklüğü ve neticenin azameti, insan dehâsının üç ölçüsü ise; modern tarihin en büyük şahsiyetlerini Hazret-i Muhammed’le kıyaslamaya kim cesaret edebilir?
O şahsiyetlerin en meşhurları; ancak ordular teşkil ettiler, kanunlar çıkardılar, imparatorluklar kurdular. Fakat neticede, çoğu kez gözleri önünde ufalanan maddî kuvvetler meydana getirebildiler.
Hâlbuki O; sadece orduları, hukuk sistemlerini, imparatorlukları, kavimleri ve hânedanları değil, dünyanın üçte biri üzerindeki milyonlarca insanı da harekete geçirdi.” (A. de Lamartine, L’histore de la Turquie)
İngiliz yazar Thomas Carlyle da şu hayranlık dolu îtirafta bulunur:
“Başında taç bulunan hiçbir imparator, kendi eliyle yamadığı hırkayı giyen Hazret-i Muhammed kadar sevgi ve saygı görmemiştir.”
Alman ediplerinden J. Wolfgang von Goethe ise Peygamber Efendimiz’e hitâben şu şiiri yazdı:
“Sen koca bir dağ pınarısın! Sen’den herkes istifâde eder. Kardeşlerini bağrına alarak, yakıcı çöllerin kumlarından kurtarırsın.
Çağlayarak, dağlar aşar, ebediyet ummânına ulaşırsın.”
Alman devlet adamı Bismark ise şu hürmetkâr ifadeleri dile getirmiştir:
“Yâ Muhammed! Sen’inle aynı asırda yaşayamadığımdan dolayı mahzunum. (…)
İnsanlık Sen’in gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra bir daha göremeyecektir. Binâenaleyh, huzûrunda kemal-i hürmetle eğilirim.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Ocak, Sayı: 179
YORUMLAR