İslam'a Göre Mirasta Kadın ve Erkek Hakkı

İslam'a göre miras hukukundan niçin kadına bir erkeğe iki hisse vardır? İslam miras hukukundan böyle bir etmenin bulunmasının sebebi nedir? Ne baz alınarak böyle bir uygulama gerçekleşmiştir?

Amelî sahada da kimileri; Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerim’de tayin buyurduğu mîras taksimatını -hâşâ- adâletsiz ve hükmü geride kalmış addetmek gibi, ucu küfre varan anlayışlara yuvarlanmışlardır.

Onların asılsız iddiası şöyledir:

“Kadın bugün erkek gibi çalışıyor, bu sebeple mîrastan erkekle müsâvî hisse (eşit pay) almalıdır!..”

Hâlbuki şunu düşünmüyorlar:

Kadın her devirde çalışmıştır. Kadının asıl mesâisi, arkadan gelecek bir nesil yetiştirmek ve ona emek vermektir. Bunun yanında; tarlada, bahçede, iplik eğirme, dokuma, terzilik ve benzeri işlerde hep çalışmış, erkeklere yardımcı olmuştur. Aile ve nesille alâkalı hassas vazifelerle mükellef olduğu için, kadının yaratılışı da buna göre nârin ve şefkatlidir. Bu sebeple ona, maîşet yükü yüklenmemiştir.

Ayrıca kastedilen kadının dışarıda memuriyet vb. çalışmalar yapması ise, bugün çalışmayan hanımlar da vardır, hattâ ülkemizde çoktur. Dolayısıyla, mîras payının çalışmakla bir münasebeti yoktur. Âyet ve hadislerde de böyle bir illet belirtilmemiştir. Çalışıp çalışmama diye bir kıstas olsa bunun diğer vârisler için de değerlendirilmesi gerekirdi. Hâlbuki bir adamın; biri çalışıp babasına yardım eden, diğeri yardım etmemiş olan iki erkek evlâdı olsa, her biri mîrastan aynı payı alırlar. Vefat eden şahsın biri yeni doğmuş bir bebek, diğeri kırk yıldır babasının hizmetinde olan iki oğlu olsa, yine aynı payı alırlar.

Eğer çalışan kişinin, vefat eden kişiden, emeğine karşılık bir alacağı varsa; zaten bu mîras taksimatından önce borçların ödenmesi faslında gerçekleştirilmelidir. Mîras başka bir meseledir.

Akla şu sual gelebilir:

İSLÂM’DA NİÇİN KADININ HİSSESİ, ERKEĞİN YARISIDIR?

Bu husus âyetle sâbittir. Kur’ân ve Sünnet’te bu hususta ayrıca îzaha ihtiyaç hissedilmemiştir. Fakat İslâm’daki içtimâî nizam tetkik edildiğinde şu hikmet görülebilir:

İslâm mîras hukukunda, paylar ile mükellefiyetler arasında adâletli bir denge gözetilmiştir. Harcaması fazla olan erkeğe, kadına nisbetle daha fazla pay verilmiştir. Çünkü evlenirken mehir verip düğün masrafını üstlenmekle beraber, ev geçindirmeye kadar bütün maddî harcamalar husûsunda ailenin mes’ul şahsı erkektir.

Yani İslâm mîras hukukundaki kadın-erkek farkı, yükümlülük ve sorumluluk farkına bağlıdır. Bu ikisi arasında bir denge kurulmuştur.

Kadın; nesli korumak, bunun için evlât yetiştirmek ve aile düzenini temin etmek gibi ağır mükellefiyetler sebebiyle ailenin geçiminden mes’ul tutulmamıştır. Bu sebeple de mîrasta hissesi yarıya indirilmiştir. Bu hisse de; bir kısım kadınların evlenememesi veya boşanma durumunda kalması yahut da birtakım şahsî ihtiyaçları düşünülerek verilmiştir.

Yani bir kız çocuğunun ihtiyaçlarını karşılamak, babasına aittir. Eğer o yoksa; dede, amca, erkek kardeş gibi ailenin diğer erkek fertlerine düşer. Evlendiğinde yine ev geçindirme mükellefiyeti olmayacaktır. Bu vazife, beyine ait olacaktır. Beyine bir hâl olursa; yine kardeşleri, evlâtları veya torunları mes’ûliyeti devralacaktır.

Bakmakla mükellef imkân sahibi biri bulunmasa da, bu sefer, akrabalık hukuku ile yine kadınlara sahip çıkılacaktır.

Şöyle ki;

Dînimizde sadaka, infak, zekât ve benzeri malî ibâdetlerde evvelâ, akraba olan muhtaçların gözetilmesi emredilmiştir. Dolayısıyla meselâ bir hanım muhtaç hâle düşse, dînimiz, erkek kardeşi, amcası ve benzeri imkân sahibi akrabalarını, zekât veya diğer malî ibâdetlerde, evleviyetle (öncelikle) ona yardım etmeye teşvik etmektedir. (Bkz. el-Bakara, 83; en-Nisâ, 36; en-Nahl, 90; el-İsrâ, 26; er-Rûm, 38)

Yani bir kadın, «normal şartlarda» geçim meselesiyle mükellef olmaz. Hâlbuki, mîrastan fazla pay almakla birlikte, erkek birçok mes’ûliyetle karşı karşıyadır.

Birçok örfî anlayışta; kız evlâdının, artık baba ocağından çıktığı ve beyinin ailesine iltihak ettiği düşünülür. Böyle olunca, bazı yerlerde kız çocuğuna hiç pay vermemek veya kerhen en kıymetsiz tarlaları vermek gibi câhiliyye tarzı zulümler görülmektedir.

Hâlbuki, taksimatı Cenâb-ı Hak yapmıştır. Kimsenin buna itiraz ve te’vil edip değiştirme hakkı bulunmamaktadır. Kızın şer‘î hissesi de gasp edilse, erkeğin şer‘î hissesi de azaltılsa hak yenilmiş olur. Zulüm olur.

Bu itirazlarla kardeşler arasına fitne sokulmaktadır. Küslükler ve kavgalar çıkmaktadır. Hâlbuki Allâh’ın taksimatına rızâ gösterilse, kardeşçe bir muhabbetle meseleye yaklaşılsa; Cenâb-ı Hak, bereket halk eder, azları çok eyler.

Ayrıca şu âyet-i kerîme, mîrasçı olmayan akrabaların ikramlarla gözetilmesini tavsiye buyurmaktadır:

“(Mîrastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar mîras taksiminde hazır bulunursa bundan, onları da rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin.” (en-Nisâ, 8)

Diğer taraftan;

Çağımızda kadınlarla erkekler arasında sun‘î ve haksız bir eşitlik yarışı başlatılmıştır. Kadının yaratılış husûsiyetlerine zıt olan bu yarış, hanımlık ve annelik meziyetlerini zaafa uğratmakta ve aileyi yaralamaktadır.

Dolayısıyla;

Kadınların erkeklerle yarıştırılırcasına çalışma âlemine sevk edilmesi; nârin yapısına ve ruh dünyasına uygun olmayan, ihtilâtlarla dolu dış dünyaya itilmesi ve bu şekilde aileden, annelikten ve nesil terbiyesi vazifesinden koparılması, İslâm’ın tasvip edeceği bir şey değildir.

Asıl akıl yorulması gereken batı âleminden gelen ve aileyi ifsad eden bu cereyanları nasıl bertarâf etmeliyiz tefekkürü olmalıdır. Bu tefekkürü bırakıp da Allâh’ın kelâmında;

فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِ

«(Bu mîras hükümleri) Allah’tan bir farzdır!» buyurarak inzal buyurduğu hükümleri değiştirmeye kalkmak, bir tahrif küstahlığıdır!..

Kaynak:

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.