İslam’da Cinsel Hayat

Cemiyet Hayatımız

İslam’a göre cinsel hayat ve cinsellik nasıl olmalıdır? İslam’da cinselliğin yasak olduğu zamanlar nelerdir? Âdetli kadına yasaklanan şeyler nelerdir? İslam’da evliliğin önemi ve nikahsız birlikteliğin sonuçları nedir? İslam’ın cinsel hayatı korumak için aldığı tedbirler.

İslam’ın cinsel hayatı korumak için aldığı tedbirler şöyledir:

İSLAM’IN CİNSEL HAYATI KORUMAK İÇİN ALDIĞI ÖNLEMLER

Eşler İçin Cinsel Birleşme Yasağı Olan Zamanlar

Yüce Allah evli eşlerin karı-koca hayatını meşrû kılmıştır. İslâmî edep sınırları içinde kalan eşlerin, kendi arasındaki cinsel hayatının ayıplanma ve kınanma yönünün bulunmadığı da belirtilmiştir.[1] Ancak özellikle kadını fizik ve ruh sağlığı bakımından korumak gayesiyle, evli eşlerin cinsel hayatına da bazı sınırlamalar getirilmiştir. Kadının aybaşı ve loğusalık günlerinde, hacda ihramlı olduğu sürece, dolaylı boşama yöntemleri olan zıhâr veya îlâ, durumunda bunlara ait keffaret cezası yerine getirilinceye kadar kocası ile cinsel ilişkide bulunması caiz değildir. Aşağıda bu yasakları kısaca açıklayacağız.

Aybaşı Hâli

a) Hayız terimi ve kapsamı:

Hayz arapça mastar bir sözcük olup; kadının aybaşı olması ve aybaşı kanının akması demektir. Bir fıkıh terimi olarak; belli yaşlardaki kadının cinsel organından belli günlerde gelen kanı ifade eder. Türkçede “hayız” yerine; aybaşı, âdet, kirlilik, ayhali ve namazsızlık gibi sözcükler de kullanılır.

Bir kadının cinsel organından üç türlü kan gelebilir:

a) Hayız kanı. Sağlıklı kadından belli yaşlar arasında gelir,

b) Loğusalık (nifas) kanı. Doğumdan sonra belli bir süre gelen kandır,

c) Özür (istihaza) kanı. Kadın hastalığı olanlarda görülür. Biz, eşler arasında cinsel birleşmeye engel olan, ilk ikisi üzerinde duracağız. Çünkü, özür kanı cinsel birleşme engeli değildir.

Âdet görme anormal ve çirkin bir olay değil, normal ve kadının yaratılışının gereği olan tabiî bir olaydır. İslâm’ın çıkışı sırasında cahiliyye devri arapları âdetli kadına arkadan, Hristiyanlar ise önden ilişkide bulunurlardı. Yahudiler ve Mecusîler ise, böyle bir kadından uzak dururlar, hatta temizlendikten sonra da bir hafta süreyle onlarla bir arada kalmazlar, birlikte yiyip içmezlerdi.[2]

İslâm, kadına rûhî ve fizyolojik sıkıntı veren ve onu küçük düşüren bu alışkanlıkları yasaklayarak koruyucu bazı hükümler getirdi. Aybaşı ve loğusalık süresince kadını cinsel yönden koruma altına aldı. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, eziyet veren bir haldir. Bu nedenle ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allâh’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın.” [3]

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bu hayız, Allâh’ın Âdem (a.s.)’in kızlarına yazdığı bir şeydir.”[4] Âdet gören kadınlardan tam olarak uzak mı kalınacağını soranlara Allâh’ın Rasûlü şöyle cevap vermiştir: “Cinsel birleşme dışındaki şeyler, normal zamanlardaki gibi yapılabilir” [5]

Âdetli olan kadının temiz olmayan yönü sadece âdet kanıdır. Onun tükrüğü ve teri pis değildir. Pişirdiği yenir ve yemek artığı temizdir. Hz. Âişe’den (ö.57/676) şöyle dediği nakledilmiştir: “Rasûlüllah (s.a.v.)’ın isteği üzerine ben âdetli iken kucağıma yaslanır, Kur’ân okurdu.”[6] “Âdetli iken, kemikli eti ısırır, sonra O’na verirdim. Alır ve benim ısırdığım yerden ısırırdı. Yine âdetli iken su içtiğim kabı O’na verirdim, alır ve ağzını benim ağzımı koyduğum yere koyar ve içerdi.”[7]

Kadın âdet görmeye yaklaşık dokuz yaşlarında, erkek çocuğu ise ihtilam olmaya on iki yaşlarında başlar. Bu durum her iki cinste de ergenliğin başlangıcı sayılır. Ancak ay hali veya ihtilâm olmada gecikme halinde, çoğunluk müctehitlere göre on beş yaş her iki cinsin ergenlik başlangıcıdır. Artık âdet gören kadın veya ihtilâm olan erkek namaz, oruç, hac, zekât gibi İslâm’ın tüm emirlerinin ve yasaklarının muhatabı olur.

Âdet görmenin üst sınırı için açık bir âyet veya hadis bulunmadığı için İslâm fakihleri tecrübeye dayanarak değişik yaşlar belirlemişlerdir. Ebû Hanîfe’ye (ö.150/767) göre elli beş yaş olan bu sınır, Mâlikîlere göre yetmiş, Hanbelîlere göre ise elli yaştır. Şâfiîler âdetin devam edebileceği süreye bir üst sınır getirmemiş, bu halin ömür boyu sürebileceğini, ancak çoğunlukla altmış iki yaşında sona erdiğini belirtmekle yetinmişlerdir.[8] Bununla birlikte Hanefîlere göre, nâdir de olsa elli beş yaşından sonra gelen kan, koyu kırmızı veya siyah renkte ise âdet kanıdır.

Hanefî ve Hanbelîlere göre gebe kadın âdet görmez. Çünkü Evtas’ta esir edilen kadınlar için Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Savaş esirlerinden hiçbir gebe kadınla doğuma kadar; gebe olmayanlarla ise hayız görünceye kadar cinsel temasta bulunulmasın.” [9] Yine Abdullah b. Ömer (ö.73/692) âdet hâlindeki eşini boşadığı zaman, Allah elçisi onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Eşini temiz olduğu günlerde veya gebe iken boşasın.” [10]

Mâlikîler ve son dönemdeki fetvasına göre imam Şâfiî ise, gebe kadının da kimi zaman âdet görebileceğini kabul ederler. Onlar, hayızdan söz eden âyetin mutlak anlamı ile, âdetin kadının yaratılışından olduğunu bildiren bazı haberlere dayanırlar.[11]

Hanefîlere göre hayzın en kısa süresi üç gün üç gecedir. Bundan azı özür kanı sayılır. Ortası beş gün, en uzun süresi ise on gün on gecedir. On günü geçen kanamalar da özür kanı sayılır. Dayandıkları delil şu hadistir: “Bekâr veya dul kadın için en kısa hayız süresi üç gün, en uzun süresi ise on gündür.” [12]

Şâfiî ve Hanbelîlere göre en kısa süre bir gün bir gece, en uzun süre ise, altı veya yedi gündür. Mâlîkiler en kısa süre için bir sınır belirlemezken, en uzun süreyi, kadının durumuna göre otuz güne kadar çıkarırlar.[13]

Âdetli kadın, âdet kanı kesilince boy abdesti alır ve bundan sonra eşi ile cinsel temasta bulunabilir.

b) Âdetli kadına yasaklanan şeyler:

1) Namaz kılmak:

Âdetli kadının namaz kılması caiz değildir. Hz. Peygamber Fâtıma binti Hubeyş (r. anhâ)’ye şöyle buyurmuştur: “Âdetin devam ettiği sürece namazı bırak, sonra boy abdesti al ve namaz kıl.” [14] Âdetli kadın kı­la­madığı namazı kaza etmez, tutamadığı farz oruçları ise kaza etmesi ge­rekir. Hz. Âişe şöyle demiştir: “Biz Rasûlüllah (s.a.v.) devrinde âdet görüyorduk. Namazı kaza etmekle emrolunmadığımız halde, tutamadığımız orucu kaza etmekle emrolunuyorduk.”[15]

2) Oruç tutmak:

Âdet gören kadın oruç tutmaz. Delil yukarıdaki Hz. Âişe hadisidir. Ancak farz oruç borcu onların üzerinden düşmez ve kaza etmeleri ge­rekir.

3) Kâbe’yi tavaf etmek:

Hz. Peygamber hac sırasında âdet gören Hz. Âişe’ye şöyle buyurmuştur: “Hayız gördüğün zaman, temizleninceye kadar Beytullah’ı tavaf dışında kalan, diğer hac ibadetlerini yap.” [16]

4) Kur’ân-ı Kerîm okumak:

Âdetli olan kadın veya cünüp olan kimse Kur’ân okuyamaz, mushafa el süremez ve onu kılıf, çanta gibi bir muhafazanın içinde olmadıkça eline alıp taşıyamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ona (Kur’ân’a) tam olarak temizlenmiş olanlardan başkası el süremez.” [17] Hz. Peygamber de bu konuda şöyle buyurmuştur: “Âdetli kadın ve cünüp kimse Kur’ân’dan bir şey okuyamaz.” [18]

Bu duruma göre bir kılıf veya çanta içindeki mushafa el sürmek veya onu taşımak hayızlı ve cünüp kimse için caizdir. Yine ilimle uğraşan kimse tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarını zarûret yüzünden giyisisinin yeni ile veya eliyle tutabilir. Kur’ân yapraklarını abdestli olarak çevirmek müstehaptır. Yine bu yaprakları okumak için kalemle çevirmek de caizdir. Diğer yandan âdetli veya cünüp kimse; tesbih, tekbir, zikir, salât okuyabileceği gibi dua âyetlerini de dua niyetiyle okuyabilir.[19]

Diğer yandan İmam Mâlik’e göre, öğrenme, öğretme ve tebliğ ile sınırlı olmak üzere, âdetli veya loğusalık sürecinde olan kadının Kur’ân okuması câizdir. Çünkü cünüp olan kimse su kullanarak veya teyemmüm yoluyla derhal temizlenebilirken, âdetli veya olan kimse boy abdesti için belli süre beklemek zorundadır. Mâlikilerin dayandığı delil istihsan’dır.[20]

5) Mescide girmek:

Âdetli kadının veya cünübün mescide girmesi, orada eğleşmesi veya itikâfa çekilmesi caiz değildir. Hadiste şöyle buyurulur: “Hiç bir hayızlı veya cünüp için mescide girmek helâl olmaz.” [21] Şâfii ve Hanbelîlere göre; âdetli kadının veya cünübün kirletmemek şartıyla mescitten karşıdan karşıya geçmesi caizdir. Buna göre, ibadet amacıyla olmaksızın bir ihtiyaç veya zaruretten dolayı âdetli kadının mescide girmesi caizdir. Nitekim Hz. Peygamber âdetli olduğunu bildiği halde, Hz. Âişe’ye (r. anhâ); “Git. Mescit’ten seccadeyi al, getir!” buyurmuş ve Hz. Âişe seccadeyi alıp getirmiştir.[22]

Buna göre, günümüz cami ziyaretlerinde, özellikle iller arası ziyaretlerde âdetli hanımların tarihi cami ve mescid ziyaretlerinde bir sakınca olmaması gerekir.

6) Cinsel ilişkide bulunmak:

Âyette şöyle buyurulur:

“Hayız halinde iken kadınlardan uzak durun ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.”[23] Burada, uzaklaşmaktan gaye, cinsel ilişkinin bırakılmasıdır. Yine âdetli eşi ile cinsel yönden ne kadar ilgilenebileceğini soran bir sahabiye Allâh’ın Rasûlü şu cevabı vermiştir: “Senin için göbekten üst yanı serbesttir.”[24]

Hanbelîlere göre, bir koca için âdetli karısının diz kapak-göbek arası cinsel temasın dışında serbesttir. Delil şu hadistir. “Âdetli kadına cinsel temasın dışındaki her şeyi yapabilirsin.” [25] Hanefî, Şâfiî ve Mâlikîlere göre, âdetli veya loğusa olan eşiyle cinsel ilişkide bulunan erkeğe kefaret cezası gerekmez. Ancak tevbe ve istiğfar etmesi gereklidir.

Diğer yandan bir hadiste; “Kim âdetli bir kadınla cinsel temasta bulunursa, yarım dinar (yaklaşık iki gram altın para) tasadduk etsin.” buyurulmuştur.[26]

7) Boşama:

Âdetli kadını boşamak caiz değildir. Ancak bununla birlikte çoğunluğa göre boşama tasarrufu geçerli olup, “bıd’î boşama” adını alır. Âyette; “Eşlerinizi boşayacağınız zaman, iddetlerine doğru boşayın” buyurulur.[27] Yani içinde iddet meşrû olan bir sürede boşayın, demektir. Çünkü ay halinin geride kalan kısmı iddetten sayılmaz. Hz. Peygamber, Abdullah b. Ömer’e, eşini temizlik günlerinde veya gebe iken boşayabileceğini bildirmiştir.[28] Bununla birlikte çoğunluğa göre, kadının âdet günlerinde boşanması durumunda, bu tasarruf geçerlidir.

Kocanın eşine karşı boşama için îlâ yemininde bulunması halinde en geç dört ay içinde yemin kefaretini,[29] eşini annesi gibi bir yakınına benzeterek zıhar yemini yapması durumunda ise,[30] zıhar kefaretini yerine getirinceye kadar eşiyle cinsel teması caiz olmaz. (bk. boşama olarak Îlâ ve Zıhâr konusu).

8) Loğusalık:

Loğusalık, kadının fizyolojik bakımdan rahatsız olduğu doğum sonrasındaki belli bir dönemi ifade eder. Doğumun arkasından gelen kana “nifas” denir. Kadın gebelik süresince abdestini alır, namazını kılar ve sağlığı için zararlı olmayacaksa farz orucu da tutabilir.

Loğusalığın en kısa süresi için bir sınır yoktur. Bir gün bile olabilir. Çünkü en kısa süreyi belirleyen bir âyet veya hadis yoktur. Bu durumda, onun fiilen var olduğu süreye bakılır. Hanefîlerle Hanbelîlere göre, loğusalığın en uzun süresi kırk gündür. Bundan sonra görülecek kan, özür kanıdır. Delil, Ümmü Seleme (r. anhâ)’den nakledilen şu hadistir: “Loğusa kadın, Hz. Peygamber döneminde kırk gün kırk gece beklerdi.”[31] Şâfiî ve Mâlikîlere göre, loğusalığın en uzun süresi altmış gündür. Ancak bu süre uygulamada genellikle kırk gün olarak gerçekleşir.

Kadın doğum yapmakla birlikte kan görmeyebilir. Nitekim Hz. Peygamber döneminde bir kadın doğum yapmış ve loğusalık kanı görmediği için kendisine “zâtu’l-cüfûf (kanı kuru)” denilmiştir.[32]

Loğusa olan kadın da, âdetli bayanda olduğu gibi, ibadet amacı dışında bir ihtiyaç veya zaruretten dolayı mescide girebilir. Öğrenme, öğretme ve tebliğ amacıyla Kur’ân ayetlerini okuyabilir.

Loğusalık süresi içinde görülen temizlik de nifastan sayılır. Örneğin; doğumdan sonra on gün kan gelip, beş gün kesildikten sonra on gün daha kan gelecek olsa, bu yirmi beş günün tamamı loğusalık süresi sayılır.

El ve ayak gibi uzuvları belirmiş olan bir çocuğun düşmesiyle loğusalık hali meydana gelir ve genellikle on-onbeş gün kadar devam eder. Fakat henüz uzuvları belirmemiş bir düşüğe nifas hükümleri uygulanmaz. Bunun düşmesiyle görülen kan üç gün sürer ve daha önce de en az on beş gün temizlik hali devam etmiş bulunursa bu, hayız kanı olmuş olur. Böyle değilse özür kanı sayılır.

Loğusalık süresi içinde bir koca, aybaşı halinde olduğu gibi eşiyle cinsel ilişkide bulunamaz. Aksi halde günahkâr olur ve tevbe - istiğfar etmesi gerekir. Yine loğusa kadın namaz kılamaz, oruç tutamaz. Yalnız tutamadığı oruçları kaza eder.

Aybaşı veya loğusalık günleri dışında gelen kan özür kanı sayılacağı için, böyle bir bayan her namaz için abdest alır ve namazını kılar, orucunu tutar. Özür kanı hacda tavaf engeli de değildir.

9) İhramlı olmak:

Hacca veya umreye niyetlenen kimsenin “mikat” denilen yerlerden itibaren, daha önce mübah olan bir takım fiilleri kendisine haram kılmasıdır. Dikişli elbise giymek, kokulanmak ve eşi ile cinsel ilişkide bulunmak bu yasakların başında gelir. Ancak kadınlar dikişli giysilerini çıkarmazlar.

Böylece hac veya umre sırasında ihramlı kalındığı sürece evli eşler arasında cinsel ilişki veya buna yol açabilecek sarılma, öpüşme, şehvetle dokunma gibi fiiller yasaktır. Âyette şöyle buyurulur:

“Kim hac aylarında ihrama girerek haccı kendisine farz kılarsa, hac sırasında kadına yaklaşmak, günah işlemek, tartışma ve kavga etmek yoktur.”[33] Âyetteki “refes” sözcüğü, kadınla cinsel teması veya genel olarak erkeklerin kadınların cinsel yönüne olan ihtiyacını kinayeli olarak ifade eder. Bir hadiste şöyle buyurulur: “Kim hac yapar, hac sırasında cinsel temastan korunur ve günah işlemezse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahlarından kurtulur.” [34]

Hanefîlere göre, ihramlının nişanlanıp evlenmesi caizdir. Ancak bu takdirde zifaf, hac’dan sonraya geciktirilir. Delil, Hz. Peygamber’in ihramlı iken Meymûne ile evlenmesidir.[35] Çoğunluk fakîhler ise ihramlının evlilik akdini geçersiz sayarlar. Dayandıkları delil şu hadistir: “İhramlı kimse evlerıemez, kendisi ile evlenilmez ve nişanlanılmaz.” [36] Bunlar Hz. Peygamber’in Meymûne ile evlenmesinin ihramlı değilken vuku bulduğunu söylerler.[37]

Hac yapmakta olan kimse Arafat’da vakfeden önce cinsel ilişkide bulunsa haccı fâsid olur ve gelecek yıl kaza etmesi gerekir. Ayrıca ceza olarak bir küçük baş hayvanı kurban keser. Cinsel birleşmeye yol açabilecek öpme, şehvetle dokunma gibi fiillerde, boşalma olsun veya olmasın, bir küçük baş hayvan kurban gerekir. Mâlikîler dışında çoğunluğa göre bu durumda hac fasid olmaz.

Arafat’da vakfeden sonra, henüz ihramdan çıkmadan eşiyle cinsel temasta bulunmanın cezası ise, büyük baş bir hayvanın kurban kesilmesidir.[38]

Nikâhsız Birleşme ve Sonuçları

1) İslâm’ın evliliğe verdiği önem:

İlk insan Âdem ve Havva’nın meşrû evlilikle başlattığı aile yuvası, sonraki bütün semavî dinlerde devam edegelmiştir. Son din İslâm da, aile yuvasının devamı ve doğacak nesillerin sağlığı için bir takım önlemler almıştır. Âyet ve hadislerde meşrû evlilik özendirilmiş, evlilikten yüz çevirip, ömür boyu bekâr kalmak isteyenler kınanmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“Sizden bekârları ve kölelerinizle cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer onlar fakir iseler, Allah onları fazl ve keremiyle zengin kılar. Allah geniş lütuf sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.” [39] Allah Teâlâ’nın, Hz. Havva’yı yaratma sebebi ayette şöyle belirtilir:

“Sizi bir tek insandan yaratan ve onunla sükûnet bulsun diye eşini de kendisinden vareden Allah’tır.”[40]

Enes b. Malik (r.a.)’ın naklettiğine göre, Rasûlüllah (s.a.v.)’in eşlerinden, Allah Rasûlünün günlük ibadetlerini soran üç kişilik heyet onun ibadetini az bulmuş olacaklar ki kendi aralarında şöyle dediler. “Hz. Peygamber’le biz bir olabilir miyiz? Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır. İçlerinden biri tüm geceyi namaz kılmakla geçireceğini, diğeri devamlı oruç tutacağını ve üçüncüsü de kadınlara yaklaşmayacağını ifade ettiler.” Daha sonra durumu öğrenen Allah elçisi şöyle buyurdu: “Allâh’a yemin olsun ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’ndan en fazla sakınanınızım; fakat zaman zaman oruç tutar ve iftar ederim; namaz kılar ve uzanıp yatar, dinlenirim; kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden (benim ümmetimden) değildir.” [41]

Allâh’ın Rasulü evlenme imkânı bulamayan gençlere şöyle buyurmuştur. “Ey gençler!, sizden evlenmeye gücü yeten kimse evlensin, zira evlilik gözü haramdan en iyi korur ve cinsel oraganın en sağlam kalesidir. Evlenmeye imkânı olmayan ise oruç tutsun. Çünkü oruç cinsel isteği kırar.” [42]

Kur’ân-ı Kerîm’de mü’min bir erkeğin ancak iki çeşit kadınla ilişki kurabileceği belirtilir. Bunlar da nikâhlı eşi veya sahip olduğu cariyeden ibarettir. “Onlar ki, ırzlarını korurlar. Ancak eşleri ve sahip oldukları cariyeler bunun dışındadır. Bunlarla olan meşru ilişkilerinden dolayı onlar kınanmazlar. Kim bunun ötesine geçerse, işte onlar sınırı aşan kimselerdir.” [43]

2) Zina yasağı ve kapsamı:

Zina; bir kadınla nikâhsız veya haksız olarak cinsel ilişkide bulunmaktır. Bir fıkıh terimi olarak zina şöyle tarif edilmiştir: “İslâmî hükümlerle yükümlü bulunan bir erkeğin, kendisine cinsel istek duyulacak yaştaki bir kadınla, cinsel ilişkide bulunmasıdır.

Zina, İslâm’da ve önceki bütün semâvî dinlerde yasaklanmış ve çok çirkin bir fiil olarak nitelendirilmiştir. O, büyük günahlardan olup, ırz ve neseplere yönelik bir suç olduğu için cezası da ağırdır.

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur.” [44]

“Onlar Allah ile birlikte başka ilâha dua etmezler. Haksız yere, Allâh’ın haram kıldığı kimseyi öldürmezler ve zina da etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpar. Ona kıyamet gününde kat kat azap verilir ve orada alçaltımmış olarak sürekli kalır.” [45]

“Ey Muhammed. Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar. Böyle davranmak onlar için daha temiz ve daha hayırlıdır.” [46]

“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar, görünen kısımları dışında zînetlerini göstermesinler. Baş örtülerini de yakalarının üzerine kadar örtsünler.” [47]

Hz. Peygamber’in zinayı kötüleyen ve onun âhirette meydana getireceği sıkıntıları dile getiren çeşitli hadisleri vardır. Zinayı büyük günahlar arasında sayan,[48] zina eden kimsenin mü’min olarak zina etmiş olamayacağını bildiren,[49] ve zinanın açıkta işlenişinin bir kıyamet belirtisi olduğunu belirten,[50] hadisleri örnek olarak verilebilir.

İslâm’ın yasakladığı bir fiili işleyen için, âyet veya hadisle belirlenmiş olan cezaya “had cezası” denir. Çoğulu “hudûd”tur. Nass’la belirlenmiş ceza çeşitleri çok azdır. Bunlar beş tane olup; a) Zina, b) Hırsızlık, c) İçki içme, d) Yol kesme, e) Zina iftirası için belirlenen cezalardır. Kul hakkına yönelik kısas da, nass’ların belirlediği cezalardandır.

Yukarıda belirtilenlerin dışında kalan ve İslâm Devleti tarafından belirlenen cezalara ise “ta’zîr cezası” denir.

3) Zina için nasslarda öngörülen ceza:

İslâm’da cezanın caydırıcı olmasına önem verilmiştir. Bu yüzden suç işleyen teşhir edilir ve ceza toplum içinde açıkta uygulanır.

Kur’ân-ı Kerîm’de, şöyle buyurulur:

“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz değnek vurun. Eğer Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, bunlara Allâh’ın dinini uygulama konusunda acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da, onların cezasına şahit olsun.”[51]

Evli, erkek veya kadına uygulanacak recm cezası ise sünnetle sabittir.

Hadiste şöyle buyurulur:(Evlenmiş) yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ederlerse, onları recmediniz.” [52] Hz. Peygamber, erkek ve kadın iki Yahudiye ve ashab-ı kiram’dan Mâiz ile Beni Gâmid’ten bir kadına recm cezası uygulamıştır.

Zina cezası Allâh’a ait haklardandır. Bu, aileye, nesle ve toplum düzenine karşı işlenen bir suç olduğu için toplum haklarından sayılır.

İslâm’ın ilk dönemlerinde bekârın zinasına yüz değnek yanında bir yıl süreyle sürgün cezası da uygulanıyordu. Hadiste şöyle buyurulur: “Bekâr’ın bekârla zinası için yüz değnek ve bir yıl sürgün. Dulun dulla zinası için ise yüz değnek ve taşla recm vardır.” [53] Ancak Nûr sûresi inince bekârlar için yalnız değnek (celde), evli olanlar (muhsan) için ise sünnetle recm cezası belirlenmiştir.[54]

İkrar bulunmadığı zaman, zinanın Müslüman, erkek, adaletli ve hür dört şahitle isbat edilmesi gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin.[55] Diğer yandan Hz. Âişe’ye zina iftirası atan veya bunun dedikodusunu yapanlar için Yüce Allah şöyle buyurur:

“Buna karşı dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki onlar bu şahitleri getiremediler, o halde onlar Allah indinde yalancıların ta kendileridir.”[56]

Dört şahidin de zina fiilini bizzat görmesi, zinanın yeri ve zamanı konusunda aynı şeyleri söylemesi gerekir. Şahit beyanları arasında çelişki bulunur ve bu çelişki yeni sorularla giderilemezse şahitlerin şahitlikleri reddedilir. Çünkü şahit ifadelerinin kesin ve çelişkisiz olması gerekir. Aksi halde suç üzerinde şüphe doğar. Şüphe ise haddi düşürür. Nitekim hadiste; “Gücünüzün yettiği kadar, şüphe bulununca hadleri düşürünüz[57] buyurulur.

Bekâr veya dul kadının gebe olması veya evlilikten sonra altı ay geçmeden doğum yapması gibi durumlarda, doğan çocuk zinanın bir şahidi sayılır. Nitekim Hz. Ali’nin evlilikten sonra altı ay geçmeden doğum yapan kadına zina cezası uyguladığı nakledilmiştir.

Diğer yandan had cezalarının uygulanabilmesi için İslâm Devleti’nin bulunması gerekir. Bu konuda İslâm müctehitlerinin görüş birliği vardır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde federatif yapı veya çok hukuklu sistem içinde İslâmî hükümlerin, federal bir anayasa çerçevesinde de uygulanması mümkündür.

Sonuç ve değerlendirme: İslâm’da cehennem karşısında cennet, günah karşısında af ve mağfiret birlikte bulunur. Allah Teâlâ kimi hakları korumak için şiddetli cezalar koymuş, fakat buna karşılık da kişinin İslâmî hükümlere samimi olarak teslim ve razı olma durumuna göre, kuluna rahmet ve mağfireti ile de muamele etmiştir.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de haksız yere cana kıyan veya zina edenlerin kıyamet günü karşılaşacakları ceza belirtildikten gelen aşağıdaki ayetler dikkat çekicidir:

“Ancak tevbe edip, îmanını yenileyen ve salih amel işleyenler bunun dışındadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Yine kim tevbe edip, salih amel işlerse, şüphesiz o tevbesi kabul edilmiş olarak Allâh’a döner.” [58]

İslâm’da zina fiilinin ortaya çıkması değil, setredilmesi, gizli tutulması, hatta şahitlik etmeyerek cezanın düşmesine yardımcı olunması daha faziletli sayılmıştır. Nitekim Allah elçisi, zinasını ikrar eden Mâiz’e “Belki ona sadece dokunmuş veya yalnız onu öpmüş olmayasın.”[59] sözleriyle ikrarından dönebileceğini telkin buyurmuştur.

Zina cezasının, ayrı meclislerde dört kere ikrar veya dört erkek şahitle ispat şartına bağlanması bu cezayı âdeta sembolik bir duruma getirmektedir. Çünkü zina fiilinin aynı anda dört şahit tarafından görülmesi imkânsız gibidir. Fuhşu açıkça yapan veya bunu alışkanlık haline getirenler bu duruma düşebilir. Nitekim, Hz. Peygamber ve dört halife döneminde bu cezanın yok denilecek kadar az sayıda uygulanması bunu göstermektedir. Bir cezanın caydırıcı niteliğinin güçlü olması ve Demokles’in kılıcı gibi başın üstünde sürekli olarak varlığının hissedilmesi, geniş ölçüde uygulanmasından daha etkilidir.

İslâm, kadının iffetine ayrı bir önem vermiştir. İffet üzerinde dedi-kodu yapılmasına bile ağır müeyyide getirmiştir. Bir kimseye zina isnadında bulunan kimse bunu dört erkek şahitle ispat edemediği takdirde, “zina iftiracısı” durumuna düşer ve kendisine “kazif cezası” gerekir. Ayette şöyle buyurulur:

“Namuslu ve hür kadınlara zina iftirası atan, sonra da bunu dört şahitle ispat edemeyen kimselere seksen değnek vurun. Onların ebedî olarak şahitliklerini kabul etmeyin. Onlar fâsıkların ta kendileridir.”[60]

Eğer kadına bu isnadı yapan kocası olur ve dört şahitle ispat edemezse, onun için “lian” veya “mulâane (lanetleşme)” denilen bir yöntemle, hâkim önünde evliliği sona erdirme hakkı tanınmıştır. Ashâb-ı Kirâmdan Hilâl b. Ümeyye (r.a.) karısını zina ile itham edince, Allâh’ın Rasûlü, bunu dört şahitle ispat etmesini, aksi halde “kazf cezası (seksen değnek)” vurulacağını bildirdi. Bunun üzerine, aşağıdaki “lian” âyeti inmiştir:

“Hanımlarına zina isnat edip de, kendilerinden başka şahitleri olmayanların şahitliği, doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allâh’ı şahit tutup yemin etmesiyle olur. Beşinci defasında; eğer yalan söyleyenlerden ise, Allâh’ın lânetinin kendi üzerine olmasını diler. Kadının da kocasının yalancılardan olduğuna dair, Allâh’ı dört defa şahit tutup yemin etmesi, cezayı kendisinden kaldırır. Beşinci defasında; kocası doğru söyleyenlerden ise, Allâh’ın gazabının kendi üzerine olmasını diler.” [61] Âyet ilk olarak Hilâl ailesine uygulanmış ve Allâh’ın Rasûlü yeminleşmeleri sonunda eşlerin arasını ayırmıştır.[62]

Lian sonunda hâkimin evliliğe son vermesi Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre “bâin talak”, çoğunluk fakihlere göre ise “evliliği fesih” niteliğindedir.[63]

Zina Sayılması Tartışmalı Olan Cinsel Temaslar

1) Eşcinsellik (Livâta):

Erkeğin erkekle veya kadınla arkadan temasına “livâta” veya “lûtîlik” denir. Lût (a.s.)’ın kavmi bu çeşit sapık ilişkiler yüzünden helâk edildiği için bu adla anılmıştır. Livâta İslâm’da ve önceki semâvî dinlerde yasaklanmıştır.

Kur’ân’da, eşiyle meşru cinsel ilişkide bulunanların ayıplanmadığı belirtildikten sonra şöyle buyuruluur: “Kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar sınırı aşan kimselerdir.”[64] Eşcinselliğin bu sınırı aşma kapsamına girdiğinde şüphe yoktur.

Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: “Eşine arkasından yaklaşan lânetlenmiştir.” [65] “Lût kavminin yaptığını yapan kimse lânetlenmiştir.” [66]

Hz. Lût, amcası İbrahim (a.s.)’ın bulunduğu Filistin yöresinden ayrılıp Sedom (Ürdün) şehrine yerleşti ve peygamber olarak bu şehir halkını irşada başladı. Ancak Sedom halkı dünyada eşine az rastlanan bir ahlâksızlığın içine düşmüştü. Bu, eşcinsellik sapıklığı idi. Lût (a.s.) kavmini bu çirkin fiilden vazgeçirmeye çalışmışsa da başarıya ulaşamadı ve sonunda Hz. Lût’a inanan az bir grup dışında Sedom halkı helâk oldu.[67]

Kur’ân-ı Kerîm’de bu olay özet olarak şöyle haber verilir. Hz. Lût, kavmini şöyle uyarmıştı: “Âlemlerden sizden önce hiç kimsenin yapmadığı hayasızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu çok aşırı giden bir toplumsunuz.” [68] Bunun üzerine kavmi ona cevap olarak şöyle dediler: “Ey Lût, bu sözlerinden vazgeçmezsen, iyi bil ki sürgün edilenlerden olacaksın.” [69] “Doğru söylüyorsan, bize Allâh’ın azabını getir.”[70]

Sodom halkına, helâk haberini getiren melekler topluluğu, önce İbrahim (a.s.)’a geldiler, daha sonra Lût peygamberin yanına genç delikanlı görünümünde girdiler. Hz. Lût, kavminin bu genç misafirlerine kötü niyetle sarkıntılık edeceklerini düşünerek çok sıkıldı. Gerçekten korktuğu başına geldi. Çünkü şehir halkı sevinerek Hz. Lût’un kapısına dayanmış ve genç misafirlerini istemişti. Lût onlara; “Bunlar benim misafirlerimdir. Onlara karşı beni rezil etmeyin, Allah’tan korkun ve beni utandırmayın” dedi.[71] Hatta bu arada kızlarını meşrû nikâhla kendilerine verebileceğini de söyleyen Lût (a.s.) bundan da bir sonuç alamamıştı.[72]

Sonuçta melekler Lût (a.s.)’ın eşi dışında, inananlarla birlikte, gün doğmazdan önce kasabayı terketmelerini istemiş ve Sedom şehri, toprağı ile birlikte yerden koparılıp kaldırılmış ve ters çevrilerek bırakılmıştır. Ürdün’de bulunan ve deniz seviyesinin çok altında olan Lût Gölü’nün (el-Bahru’l-Meyyit-Ölü Deniz) bu kasabanın yerinde oluştuğunu öne süren bilginler vardır.

Ebû Hanîfe’ye göre livata haram olmakla birlikte, zina niteliğinde değildir. Bu yüzden ona İslâm Devletinin koyacağı tazir cezası uygulanır.[73]

Kadının kadınla eşcinselliği (lezbiyenlik)de yasaklanmıştır. Ancak bunu yapana da ta’zir cezası gerekir. Hadiste şöyle buyurulmuştur: “Kadınların birbiriyle eşcinselliği bir zinadır.” [74]

2) El ile cinsel tatmin (istimnâ-mastürbasyon):

İnsanın el ile oynama veya başka bir şeyle kendi kendini cinsel yönden tatmin etmesine “istimnâ, (mastürbasyon)” denir.

Yüce Allah, canlıları çift çift yaratmış ve türün sürekliliğini erkeğin dişisi ile birleşmesi ilkesine bağlamıştır. Diğer yandan cinsel birleşmeye üstün bir zevk ve lezzet duygusu vererek iki cinsi birbirine karşı çekici kılmıştır. Bu yüzden el ile tatmin de sünnetullaha aykırı bir fiildir.

Kur’ân’da, eşiyle meşru cinsel ilişki dışına çıkanlarla ilgili; “Kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar sınırı aşan kimselerdir.”[75] ayetinde “sınırı aşanlar” kapasamına “istimnâ” girer mi?

İslâm fakihlerinin çoğunluğuna göre, bu ayetteki “sınırı aşma” eş ve cariye dışında başka kadınla birleşmeyi kapsar, bu sebeple istimnâ bu birinci derecedeki haramlar arasında sayılmaz.

Bazı Hanefî ve Hanbelî bilginleri eşi olmayan birisinin, alışkanlık hâline getirmemek şartıyla bu sıkıntısını giderebileceğini söylemişlerdir. Ancak bunu, zinaya düşme tehlikesini kaldırmak ve zihni fazla meşgul etmemek için, açık bırakılan bir zarûret kapısı olarak düşünmek gerekir. Çünkü istimnânın doğrudan helâl olduğunu söyleyen bir İslâm bilgini olmamıştır. Bu, iki şer arasında kalan kimsenin daha hafif olanını tercih etmesine benzer.[76]

İbn Âbidin (ö.1252/1836) bu konuda şöyle demiştir: “Sırf zevk için şehvetini gidermek üzere el ile meniyi getirmek haramdır. Ancak şehveti kendisine galebe çalıp da karısı veya cariyesi bulunmadığından şehvetini teskin için bunu yaparsa, günahkâr olmayacağı umulur. Hatta Ebû’l-Leys es-Semerkandî (ö.373/933) şöyle demiştir: Böyle bir kimse zina edeceğinden korkarsa, el ile meni getirerek şehvetini teskin etmesi vâcip olur.”[77]

Ahmed b. Hanbel’e göre meni, kan aldırmak gibi vücuttan dışarı atılması gereken bir fazlalıktır. Ancak bunun dışarıya atılması, zinaya düşme korkusu ve evlenmeye güç yetirememe hallerinde caiz olabilir.[78]

Bununla birlikte, mü’minlerin evlenip düzenli aile yuvası kurması, buna imkân bulamayan gençlerin ise sünnete uyarak oruç tutması ve özellikle insanı cinsel yönden tahrik eden ortamlardan uzak durması daha hayırlıdır.

Dipnotlar:

[1] bk. Mü’minûn, 23/6. [2] bk. Müslim, Hayz, 6; Ebû Dâvûd, Tahâre, 102, Nikâh, 46; Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihali, s. 178 vd. Faruk Beşer, Hanımlara Özel İlmihal, İstanbul 1989, s. 154 vd. [3] Bakara, 2/222. [4] Buhârî, Hayz, 1, 7, Edâhî, 3,10; Müslim, Hac, 119,120; Ebû Davûd, Menâsik, 23. [5] Müslim, Hayz, 16; Nesâî, Tahâre, 18; İbn Mâce, Tahâre, 12. [6] Buhârî, Hayz, 2, 3; Müslim, Hayz, 15; Nesâî, Tahâre, 173, 174. [7] Müslim, Hayz, 14. [8] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, I, 279 vd.; eş-Şürünbûlâlî, Merâku’l-Felah, Mısır 1315, s. 23; İbn Kudâme, el-Muğnî, Kahire, t.y., I, 363. [9] Ebû Dâvûd, Nikâh, 44; Tirmizî, Siyer, 15; Dârimî, Talâk, 18. [10] Şevkânî, Neylül-Evtar, VI, 221; bk. A. b. Hanbel, II, 58. [11] İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, I, 51. [12] Zeylaî, Nasbu’r-Râye, I, 191; krş. Buhârî, Hayz, 24; Dârimi, Vüdû, 88, 89, 94. [13] bk. Kâsânî age, I, 39; İbnu’l-Hûmâm, age, 1,11; İbn Rüşd; age, I, 48. vd.; İbn Kudâme, age, 1. 308. [14] Buhârî, Hayz, 19, 24, Vüdû, 63; Müslim, Hayz, 62; Ebû Dâvûd, Tahâre, 109; A. b. Hanbel, VI, 42, 141, 187, 194, 204, 222; Dârimi, Vüdû, 76. [15] Buhârî, Hayz, 20; Ebû Dâvûd, Tahâre, 104; Tirmizî, Savm, 67; Nesâî, Hayz, 17, Sıyâm, 64. [16] Buhârî, Hayz, 1, 7, Hac, 81, Edâhî, 3,10; Müslim, Hac, 119, 120; Ebû Dâvûd, Me­nâsik, 23. [17] Vâkıa, 56/79. [18] Tirmizî, Tahâre, 98; İbn Mâce, Tahâre, 105. [19] Zühaylî el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuh, I, 471; bk. Dârimî, Vudû, 103. [20] bk. İbn Hazm, el-Muhallâ, I, 78-80; Zühaylî age, I, 380. [21] İbni Mâce, Tahâre, 92, 126; Ebû Dâvûd, Tahâre, 92; Dârimî, Vüdû, 116. [22] bk. Müslim, Hayz, 11-13; Nesâî, Tahâre, 172, Hayz, 18; İbn Mâce, Tahâre, 120. [23] Bakara, 2/222. [24] Dârimî, Vudû, 107; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, I, 277. [25] Müslim, Hayz, 16; Nesâî, Tahâre, 16. [26] Tirmizî, Tahâre, 102; Ebû Dâvûd, Nikâh 46, 47; Tıb, 50; İbn Mâce, Tahâre, 123. [27] Talâk, 65/1. [28] Şevkânî, age, VI, 221. [29] Bakara, 2/290 vd.; Mâide, 5/89. [30] Mücâdele, 58/1-4. [31] Ebû Dâvûd, Tahâre, 119. [32] bk. Kâsânî, age, I, 41-43; İbnü’l-Hümâm, age, 1,129; İbn Âbidîn, age, I, 275 vd. [33] Bakara, 2/197. [34] Buhârî, Hac, 4, Muhsar, 9, 10; Müslim, Hac, 438; Nesâî, Hac, 4; İbn Mâce, Menâsik, 3; A. b. Hanbel, II, 229, 410, 484. [35] Buhârî, Sayd, 12, Nikâh, 30, Megâzî, 43; Müslim, Nikâh, 46, 47, 48, Tirmizî Hac, 24. [36] Müslim, Nikâh 41-45; Ebû Dâvûd, Menâsik, 38, Tirmizî, Hac, 23, Nesâî, Menâsik, 91. [37] Tirmizî, Hac, 23,24; Dârimî, Menâsik, 21; A. b. Hanbel, VI, 393. [38] Ayrıntı için bk. Kâsânî, age, II, 183 vd; Zühaylî age, III, 203 vd., Döndüren, age, s, 593 vd. [39] Nûr, 24/32. [40] A’râf, 7/189; bk. Nahl, 16/72; er-Rûm, 30/21. [41] Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Sıyâm, 74, 79. [42] Buhârî, Savm, 1, Nikâh, 2,3; Müslim, Nikâh, 1,3; Ebû Dâvûd, Nikâh, 1; İbn Mâce, Nikâh,1. [43] Mü’minûn, 22/5-7; krş. el-Meârîc, 70/29-31. [44] İsrâ, 17/32. [45] Furkan, 25/68-69; Bundan sonra gelen iki âyette tevbe edip Îmanını yenileyen ve güzel amel yapanlar bu azaptan istisna edİlmiştir. [46] Nûr, 24/30. [47] Nûr, 24/31. [48] bk. Buhârî, Vesâyâ, 23, Edeb, 6; Müslim, Îman, 38; Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 10; Tirmizî, Tefsîr, 5. [49] Ebû Dâvûd, Sünne, 15; Krş. Tirmizî, Îman, 11. [50] Buhârî, Hudûd, 22, Talâk, 11; Ebû Dâvûd, Hudûd, 17. [51] Nûr, 24/2. [52] İbn, Mâce, Hudûd, 9; Mâlik, Muvatta’, Hudûd, 10; Dârîmî, Hudûd, 16; A. b. Hanbel, V, 132, 183. [53] İbn Mâce, Hudûd, 7. [54] es-Serasî, el-Mebsût, IX, 36 vd. [55] Nisâ, 4/15. [56] Nûr, 24/13. [57] Tirmizî, Hudûd, 2; İbn Mâce, Hudûd, 5; Ebû Dâvûd, Salât, 14. [58] Furkan, 25/70, 71. [59] Buhârî, Hudûd, 28; Ebû Dâvûd, Hudûd, 23; A.b. Hanbel, I, 238, 255, 270. [60] Nûr, 24/4. [61] Nûr, 24/6-9. [62] Şevkânî, age, VI, 268; Sünnetten uygulama örnekleri için bk. Müslim, Lian, 4, 10,; Ebû Dâvûd, Talâk, 27; Tirmizî, Talâk, 22, Tefsîru, Sûre 24/2; Nesâî, Talâk, 42; Dârimî, Nikâh, 39. [63] bk. Kâsânî, age, III, 244 vd.; İbnü’l-Hümâm, age, III, 253 vd.; İbn Rüşd, age, II, 120. vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 410 vd.473. [64] Mü’minûn, 23/7. [65] Ebû Dâvûd, Nikâh, 45; Ahmed b. Hanbel, II, 444, 479. [66] Tirmizî, Hudûd, 24. [67] bk. Ahmet Özgen, «Lût (a.s.)» mad. Ş.İ.A., IV, 31, 32. [68] A’râf, 7/80, 81; bk. eş-Şuara, 26/165, 166. [69] Şuarâ, 26/167. [70] Ankebût, 29/29. [71] Hicr, 15/68, 69. [72] Hûd, 11/46. [73] İbnü’l-Hümâm, el-İnâye maa Fethı’l-Kadîr, IV, 150. [74] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid VI, 256. [75] Mü’minûn, 23/7. [76] bk. Mecelle, mad, 29, 21, 22, 27, 28, 902. [77] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, İstanbul, 1984, II, 399, IV, 27, 28. [78] Kardâvî, el-Halâl ve’l-Harâm, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, 1973, s. 166.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları