İslam'da Çocuğun Terbiyesine Verilen Önem
Peygamber Efendimiz’in en mühim vazifesi “terbiye” olduğu gibi, yeni gelen neslin mes’ûliyetini omuzlarında taşıyan anne-babaların en ehemmiyetli vazifeleri de, evlâtlarını nebevî ahlâk üzere yetiştirmeleri olmalıdır. Zira unutulmamalıdır ki, nebevî terbiyeden geçmeden evvel sahâbe-i kirâm, bir câhiliyye insanı idi.
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde:
“Ben ancak bir muallim olarak gönderildim.”[1] buyurmak sûretiyle, kendilerinin bir mürebbî olduğunu beyân etmişlerdir. Bir anne-babanın evlâdına duyduğu şefkat ve merhametten çok daha fazlasını ümmetine duyan Peygamber Efendimiz’in en mühim vazifesi “terbiye” olduğu gibi, yeni gelen neslin mes’ûliyetini omuzlarında taşıyan anne-babaların en ehemmiyetli vazifeleri de, evlâtlarını nebevî ahlâk üzere yetiştirmeleri olmalıdır. Zira unutulmamalıdır ki, nebevî terbiyeden geçmeden evvel sahâbe-i kirâm, bir câhiliyye insanı idi.
ÇOCUK TERBİYESİNDE ANNE VE BABA MESULİYETİ
Çocuk terbiyesinde anne ve baba, müşterek bir sorumluluğa sahiptir. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden mes’ûlsünüz… Erkek, âilesinin çobanıdır ve sürüsünden mes’ûldür. Kadın, evinin çobanıdır ve sürüsünden mes’ûldür.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Vesâyâ, 9)
Tâbiri câizse anne-babasının hâl ve tavırlarını bir kaset gibi kopyalayan bir evlâdın güzel yetişmesi için, anne-babanın da evlâdına dâimâ müsbet bir numûne olması zarurîdir. Nitekim meşhur hikâyedir; anne yengeç yavrusuna:
“–Neden böyle yan yan yürüyorsun yavrum! Düzgün yürüsene!” deyince yavrusunun şu îkâzına muhâtap olmuştur:
“–Peki anne! Önce sen önümde düzgünce yürü, ben seni takip ederim!..”
Rûhu’l-Beyan’da zikredildiğine göre, kıyâmet günü en şiddetli azâbı çekecek olan kişi, âilesi hakkında câhilce davranan, yani âilesini mârifetullah tahsilinden mahrum bırakan kimse olacaktır.
KUR'AN'DA AİLE
Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (et-Tahrîm, 6)
Müfessirler, âyette emredilen korumanın, güzel ahlâkı tâlim, hatasını düzelterek îkaz ve irşad, kötü arkadaşlardan korumak, zevk için yemeye alıştırmamak, ziyneti ve konforu sevdirmemek gibi terbiye faaliyetleri olduğunu ifâde etmişlerdir.
TERBİYE VAZİFESİNİN ÖNEMİ
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bazı hadislerinde “terbiye” vazifesini, “cihâd” gibi dinde en fazîletli kabûl edilen bir amele dahî üstün tutmuştur. Nitekim cihâda çıkmak üzere kendisine mürâcaat eden bir kısım ashâbının, geride kalan çoluk-çocuklarına ve ihtiyar anne-babalarına bakacak kimseleri olmadığını anlayınca:
“–Onların yanına dönün, zira cihâdın iyisi, onların yanındadır.” buyurarak geri çevirmiştir. (Bkz. Buhârî, Cihâd 138, Ezân 17, Edeb 3; Müslim, Birr, 5; Ebû Dâvûd, Cihâd, 31; Tirmizî, Cihâd, 2)
Terbiyenin maddî ve mânevî bakımdan eksik verilmesinin neticesini Ebû Zekeriyyâ el-Anberî bir teşbihle şöyle ifâde eder:
“Edep olmadan ilim, odunsuz ateş; ilimsiz edep de bedensiz ruh gibidir.”
ÇOCUKLARA BIRAKILACAK EN BÜYÜK MİRAS
Bir anne-babanın evlâdına bırakabileceği en büyük miras, onun ebedî hayatını mâmur kılacak mânevî kıymetlerdir. Hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere:
“Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha hayırlı bir mîras bırakmamıştır.” (Tirmizî, Birr, 33/1952)
Dört büyük halîfeden sonra İslâm tarihinin beşinci büyük halîfesi sayılan Ömer bin Abdülazîzʼe veziri:
“–Efendim, Beytülmâl’den aldığınız tahsisâtın kâfî gelmediği görülüyor. Biraz daha fazlasını emir buyursanız da, bir kısmını ihtiyaten biriktirip vefâtınızdan sonra evlât ve torunlarınızın zarurî ihtiyaçları için bıraksanız?!” demişti.
Ömer bin Abdülazîz g, bu teklife şu muhteşem cevâbı verdi:
“–Eğer geride kalan evlâtlarım sâlih kimselerden olurlarsa, onların sıkıntıya düşmelerinden korkmam. Zira Cenâb-ı Hak:
«…Allah sâlih kullarının velâyet ve vesâyetini bizzat deruhte eder.» (el-A’râf, 196) buyurmuştur. Cenâb-ı Hak, onların velîsi ve vasîsi olduktan sonra, onların ileride karşılaşacakları hâllerden hiç endişe etmem.
Yok, sâlih değil de sefih olacaklarsa, böyleleri hakkında da yine Kur’ân-ı Kerîm’de;
«Mallarınızı sefihlere vermeyiniz…» (en-Nisâ, 5) buyrulmuştur. Bu ilâhî nehye rağmen, sefih olacak çocuklarıma mal mı toplayacağım?!”
ANNE BABANIN ÇOCUK TERBİYESİNDE ÖNCELİĞİ
Anne-babalar, çocuk terbiyesinde öncelikle:
–Yavrularının temiz yüreklerine, Allah ve Peygamber muhabbetini, Kur’ân ve Sünnet kültürünü aşılamaya gayret etmelidir. Mârifetin iltifâta tâbî olduğunu unutmayıp, gönüllerinde mânevî güzelliklerin neşv ü nemâ bulması için, çocuklarını hediye ve iltifatlarla hayra teşvik etmelidir.
Nitekim İmam Mâlik Hazretleri der ki:
“Ben her hadis ezberlediğimde, babam bana bir hediye verirdi. Öyle bir zaman geldi ki, babam hediye vermese bile hadis ezberlemek bende târifsiz bir lezzet hâline geldi.”
–Yine çocuklarının yüksek bir gönül terbiyesinden geçebilmeleri için hem eğitim alacağı mektebi hem de bu eğitimi verecek muallimi iyi seçmeye gayret etmelidir. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhumâ-’ya şöyle buyurmuştur:
“Ey İbn-i Ömer! Dînine iyi sarıl, dînine iyi sarıl! Zira o senin hem etin, hem kanındır. Dînini kimden öğrendiğine iyi dikkat et! Dinî ilimleri ve hükümleri, istikâmet ehli âlimlerden al, sağa-sola meyledenlerden alma!”[2]
–Anne-baba, evlâtlarının tahsil ettiği eğitimin, onlar üzerinde nasıl bir tesir icrâ ettiğinin de dâimâ takibinde olmalıdır. Zira mânevî dünyadan uzak bir sûrette alınan tahsilin, mâlumdur ki, kişiye bir faydası yoktur.
Şu bir hakikattir ki, kütüphânelerin tozlu raflarında kalmış kara kaplı felsefe kitaplarının üzerine abanmış bilgiçlerin rûhu, gönüllere bulantıdan, kasvetten başka bir şey kazandırmamıştır. Toplumlar, onlarla hiçbir zaman selâmete kavuşamamıştır.
Buna mukâbil, Kur’ân ve Sünnet kültürüyle yoğrulup tasavvufî hikmetlerle kemale ermiş gönüller, insanlığı dâimâ hakikî saâdet ve selamete çıkarmıştır. Yani bilginin kişiye fayda sağlayabilmesi için hâl ve davranışlara yansıması, bilginin irfâna dönüşmesi zarurîdir. Nitekim âyette:
“…Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar.” (Fâtır, 28) buyrulmaktadır.
–Yavrularımızın terbiyesinde dikkat etmemiz gereken hususlardan bir diğeri de, onlara dâimâ nezâket dolu bir üslûb ile hitâb etmeye çalışmak ve güzel sözler söylemektir. Bu husustaki yanlışlıkların doğuracağı hazin neticeye işâret eden şu misâl ne kadar ibretlidir:
Bir kişi Abdullah bin Mübârek Hazretleri’ne gelerek ona çocuğunun isyanından şikâyette bulunur. Hazret, o kimseye:
“–Çocuğuna hiç bedduâ ettin mi?” diye sorar. O zât:
“–Evet.” cevâbını verince, Abdullah bin Mübârek Hazretleri:
“–Çocuğun bozulmasına sen sebep olmuşsun!” mukâbelesinde bulunur.
–Çocuklarımızı havâîlikten, lüzumsuz gezmelerden, eve geç gelmelerden ve kötü arkadaşlardan bütün gücümüzle korumalı, onları; hoca efendilere, yaşlılara, hısım ve akrabâya, komşulara, zayıflara, kimsesizlere ve muhtaçlara karşı vazifelerinin şuuruyla yetiştirmeliyiz.
–Yavrularımızı hasta ziyaretlerine, infâka yönlendirmeli ve tertemiz ruhlarına sadaka vermenin mânevî zevkini tattırmalıyız. Ara ara kendi harçlıklarından ne kadar infâk ettiklerini sormalı ve onları şu sözlerle dâimâ bu hayra teşvik etmeliyiz:
“Evlâdım, bize bu nîmetleri ihsân eden Cenâb-ı Hak’tır. Dolayısıyla Rabbimiz’e bir şükür borcumuz vardır. Bize lûtfedilen bu nîmetleri ihtiyaç sahipleriyle paylaşmamız, şükür borcumuzu îfâ etmemizdir. Ayrıca senin, muhtaç kardeşlerinle imkânını paylaşman, bil ki Rabbimiz’in çok hoşuna gitmektedir. Âyet-i kerîmede de «…Sadakaları Allah alır…» (et-Tevbe, 104) buyrulmaktadır.”
–Yavrularımıza yedi yaşından itibaren namaz kılma alışkanlığı da kazandırmamız lâzımdır. Hattâ bunun için zaman zaman onları da beraberimizde câmiye götürmek yerinde olacaktır.
–Haftanın belli günlerinde mânevî heyecanlarını artırmak için toplanmalı, siyer-i Nebî ve ecdâdımızın tarihin altın sayfalarına kaydettiği merhamet, şecaat, fedakârlık, hak-hukuk tevzii gibi hususlardaki hassâsiyetlerini onların gönül âlemlerine nakşetmeliyiz.
Bu hususlara dikkat eden ana-babaların evlâtları; dînin, vatanın ve milletin âdeta göz bebeğidir. Tarih boyunca yaşayan velîler, cengâverler ve Fâtihler hep onların meyvesidir.
Son olarak şunu da hatırlatmak isteriz ki, tarihimizdeki şanlı zaferlerimiz, her ne kadar Mehmetçiğin zaferi gibi görünse de, esas zafer, o Mehmetçiği yetiştiren sâliha annelerin zaferidir. Cemiyet bu sâliha annelerle âbâd olur. Buna mukâbil nefsanî hayata dûçâr olmuş, evlâdının terbiyesine bigâne kalmış kadınlarla da toplum berbâd olur.
Ne mutlu o annelere ki, kendisini evlâtlarına adamış, onları İslâm şahsiyet ve karakterine örnek teşkil edecek güzel bir sûrette yetiştirmiştir. Böyle bir anne, ömürlük bir teşekküre lâyıktır.
Allah Teâlâ, yavrularımızı; dînimize, vatanımıza ve milletimize hayırlı eylesin! Onları zamânımızın fitne ve şer girdaplarından muhâfaza buyurup bizler için sadaka-i câriye hâline gelmelerini ihsân buyursun. Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Mart Sayı: 126