İslam'da Cömertlik
Yoksul kişi nasıl cömertlik ve iyiliğe muhtaç ise, cömertlik ve iyilik de yoksul kişiye muhtaçtır. Güzeller, güzelliklerini seyretmek için nasıl tozsuz, passız, parlak bir ayna ararlarsa, cömertlik de yoksulları, zayıfları öylece aramaktadır. Yani zengin ve fakir birbirine muhtaç elmanın iki yarısı gibidir...
Mevlânâ Hazretleri buyurur:
“Allâh’ın cömertlik tecellîsinin tezâhürü, fakirlerdir. O fakirler ki kerem sahiplerine mürâcaat ederler. Dertlerini onlara açarlar. Böylece hamiyetli zenginler için saâdet yollarını hazırlarlar.”
“Yoksul kişi nasıl cömertlik ve iyiliğe muhtaç ise, cömertlik ve iyilik de yoksul kişiye muhtaçtır. Güzeller, güzelliklerini seyretmek için nasıl tozsuz, passız, parlak bir ayna ararlarsa, cömertlik de yoksulları, zayıfları öylece aramaktadır.”
“Yoksul kişi cömertlerin aynasıdır. Sakın aynaya karşı gönül kırıcı sözler söyleyerek onu buğulandırma.”
Allâh’ın ihsân ettiği nîmetleri yine O’nun rızâsı yolunda infâk etmek, Rabbimiz’e olan şükran duygularımızı ifade etmenin en güzel yoludur. Zenginliğin gerçek saâdet ve saltanatı da; nefsi cimrilik ve israftan kurtararak malı Allah yolunda infâk edebilmek, muhtaç ve muzdaripleri, ikram ve ihsanlarla sevindirebilmektir. Mü’min, muhtaçları sevindirme neşesiyle yaşayan, fedakâr, diğergâm ve cömert insandır. Gönül huzuru, ancak Allâh’ın muzdarip kullarını sevindirmekle elde edilebilir.
Şu bir hakîkattir ki, bu dünyada fakir zengine muhtaçtır, âhirette ise zengin, fakirin hayır duâlarına daha çok muhtaçtır. Bu yönüyle fakirler, varlıklı kimseler için paha biçilmez bir nîmettirler. Zira varlıklı kimseler, o fakirler vesîlesiyle Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını tahsil imkânına kavuşmaktadırlar.
Nitekim büyüklerimiz bir nakdî yardımda bulunacakları zaman, bu şuur ve hassâsiyet içinde, o meblâğı güzel bir zarfa koyar, üzerine de; “Kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.” şeklinde zarif ve gönül alıcı bir ibâre yazarlardı.
Zira her şeyin olduğu gibi infâkın da bir âdâbı vardır. Âdâbına riâyetle yapılan infaklar, kulu fazîlette zirvelere taşırken; bunun aksine, başa kakmak, rencide etmek veya büyüklenmek gibi çirkin davranışlar, o müstesnâ fazîletin imhâ olmasına sebebiyet verir.
Nitekim âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulmaktadır:
“Güzel bir söz ve bağışlama, arkasından gönül incitme gelen bir sadakadan daha hayırlıdır…” (el-Bakara, 263)
“Öyleyse yetimi sakın ezme! El açıp isteyeni de sakın azarlama!” (ed-Duhâ, 9-10)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, eline bir dünyalık geçtiğinde onu muhtaçlara infâk etmeden huzur bulamazdı. Yoksullara infâk edecek bir şeyi kalmadığında ise, utancından başını öbür tarafa çevirirdi. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:
“Eğer Rabbinden umduğun (beklediğin) bir rahmet için onların yüzlerine bakamıyorsan, hiç olmazsa kendilerine gönül alıcı bir söz söyle.” (el-İsrâ, 28)
Demek ki İslâm ahlâkında muhtacı reddetmek, ona çıkmaz sokak göstermek yoktur. Bir mü’min, şayet hiçbir şey veremeyecek durumdaysa, hiç olmazsa gönül alıcı birkaç sözle onu tesellîye gayret etmelidir.
Zira gönüller, nazargâh-ı ilâhîdir. Cenâb-ı Hak, kalbi kırıkların yanıbaşındadır. Dolayısıyla mazlum ve mağdurlara karşı son derece dikkatli ve nâzik olmak gerekir. Yine unutmamak îcâb eder ki kaba ve kırıcı ifadelerin mahzun gönüllerde açacağı bir yarayı hiçbir merhem iyileştiremez. Bir cam bir defa kırılırsa, sonradan ne kadar yapıştırılırsa yapıştırılsın, aslâ eskisi gibi olmaz, ömür boyu izi kalır…
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Hak Dostlarından Hikmetler