İslam’da Emanet ve Ahde Vefa Neden Önemlidir?

Emânetin korunması ve ahde vefa, İslâm’da güven ve sadakatin temelini oluşturur. Peki, emânet ve ahde vefa neden bu kadar önemlidir? İslâm’da güven ve sadakat nasıl tanımlanır ve bunlar hayatımıza nasıl yansır? İşte, İslâm’daki güvenin temelleri ve bu değerlerin toplumsal yansımaları...

Emânet, îman ile aynı kökten gelir. Allâh’a îmân edenlerin umûmî bir ismi olan “mü’min” tâbiri, aynı zamanda Allâh’ın güzel isimlerinden biridir ve O’nun emniyet menbaı oluşunu, kullarına güven vermesini, onları emîn kılmasını ifâde eder. Peygamberlerini “emânet” sıfatıyla vasıflandıran, yâni onları güvenilir kılan da O’dur. Bu itibarla mü’min de, îmân eden, emânet edilen, emniyet telkin eden ve güvenilir kimse demektir.

Ebû Mûsâ -radıyallâhu anh- şöyle der:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Müslümanların en fazîletlisi kimdir?” diye sordum.

“–Dilinden ve elinden Müslümanların emniyette olduğu kimse.” cevabını verdi. (Buhârî, Îmân 4, 5, Rikàk 26; Müslim, Îmân 64, 65)

İSLAM’DA EMANETİN VE AHDE VEFANIN ÖNEMİ

Güvenilir olmak ve ahde vefâ, yâni verilen sözlere, yapılan anlaşmalara sadâkat, toplum ve fert hayâtının temel esaslarından biridir. Toplumun huzuru, insanların emîn olmalarına ve ahidlerine riâyet etmelerine bağlıdır. Bu vasıf olmadan ne dînin ne de dünyânın ıslâhı aslâ düşünülemez.

Âyet-i kerîmelerde, peygamberlerin emânet vasfına husûsiyle temâs edilerek şöyle buyrulur:

“Size Rabbimin vahyettiklerini teblîğ ediyorum ve ben sizin için emîn bir nasihatçiyim.” (el-A’râf, 68)

“Şüphesiz ben, size gönderilen emîn bir peygamberim.” (eş-Şuarâ, 107)[1]

Diğer taraftan bu güzel vasıflar, ümmet-i Muhammed’in de şiârıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz, nübüvvetinden önce bile en çok “Emîn” vasfıyla tanınmış ve bu isimle çağrılır olmuştur.

Emânetle birlikte ahde vefâ da mühim bir vasıftır. Cenâb-ı Hak, verilen sözlerin yerine getirilmesini emrederek şöyle buyurur:

“Ey îmân edenler! Akitlerin gereğini yerine getirin!..” (el-Mâide, 1)

“...Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz mes’ûliyeti îcâb ettirir.” (el-İsrâ, 34)

Cenâb-ı Hak kurtulaşa eren mü’minlerin vasıflarından birini de:

“Onlar emânetlerine ve ahitlerine riâyet ederler.” (el-Mü’minûn, 8) şeklinde ifâde buyurmaktadır.

Şunu hiçbir zaman unutmamak lâzımdır ki, insanlara verilen bütün sözler ve yapılan her türlü anlaşmalar, aynı zamanda Allâh’a söz vermek mânâsına gelir. Allâh’ın huzûrunda yapılan anlaşma ve verilen sözlere ise mutlakâ uyulmalı ve bunlar titizlikle yerine getirilmelidir.

Cenâb-ı Hak, İbrâhim -aleyhisselâm-’ı:

“Çok vefâkâr olan (ahdine vefâ gösteren) İbrâhim...” (en-Necm, 37) ifâdeleriyle takdîr ve tekrîm buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz de emîn ve dürüst tâcirlere:

“Doğru sözlü, dürüst ve emîn bir müslüman tâcir, kıyâmet günü nebîler, sıddîklar ve şehîdlerle beraberdir.” müjdesini vermiştir. (Tirmizî, Büyû, 4/1209; İbn-i Mâce, Ticârât, 1)

Bunun aksine emîn olmayan ve sözünde durmayan kimseler hakkında çok dehşetli îkazlar mevcuttur. Meselâ, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Emâneti olmayanın îmânı da yoktur.” buyurmuştur. (Ahmed, III, 135)

Bir kişinin çevresine güven vermemesi, îmânının zayıfladığına, haysiyetini yitirdiğine ve İslâmî hassâsiyetlerini kaybettiğine işârettir. Artık onda îmânın sâdece adı kalmış, ibâdetlerinin içi boşalmış, elinde samîmiyetsiz ve riyâkâr bir görüntüden başka bir şey kalmamıştır. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bu husûsu ne güzel ifâde eder:

“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emânet edildiğinde emânete riâyet ediyor mu, dünyâya meylettiği zaman helâl-haram gözetiyor mu, ona bakınız.”[2]

Emânete hıyânet ve ahde riâyetsizlik hâli tedâvi edilmediğinde, bu durum sonunda en fenâ vasıf olan münâfıklığa kadar gitmektedir. Nitekim Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Dört vasıf vardır ki, bunlar kimde bulunursa, o kişi tam münâfık olur. Kimde de bu vasıflardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar o kişide münâfıklıktan bir sıfat kalmış olur: Kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihânet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verince sözünden döner. Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.” (Buhârî, Îmân 24, Mezâlim 17; Müslim, Îmân 106)

“Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Ben kıyâmet günü şu üç (grup) insanın düşmanıyım: Ben’im adıma yemin ettikten sonra sözünden dönen kişi, hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen kişi, ücretle bir işçi tutup işini gördüren ve işçinin ücretini vermeyen kişi.” (Buhârî, Büyû 106, İcâre 10)

Demek ki emînlik ve ahde riâyet, müslümanlığın şiârıdır. Bir mü’minin emîn olmaması ve sözünden dönmesi, Allah Teâlâ’yı çok gazaplandıran ve kişiyi esfel-i sâfilîne sürükleyen kötü bir vasıftır.

Dipnotlar:

[1]. Ayrıca bkz. eş-Şuarâ, 125, 143, 162, 178; ed-Duhân, 18. [2]. Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, Dâru’l-Fikr ts. VI, 288; Şuabu’l-Îmân, IV, 230, 326.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZİN EMANETE VERDİĞİ ÖNEM

Peygamberimizin Emanete Verdiği Önem

EMANET VE AHDE VEFA İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Emanet ve Ahde Vefa İle İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.