İslam’da Halifelik

Hilafet, halife ve imam ne demektir? İslam’da halifelik...

Halife, şeyhi adına irşad faaliyetinde bulunan ve ölümünden sonra yerine geçen kimse, insân-ı kâmil anlamında tasavvuf terimidir.

HİLAFET NE DEMEK?

Lügatte “birinin yerine geçmek, bir kimseden sonra gelip onun yerini almak, birinin ardından gelmek/gitmek, yerini doldurmak, vekâlet veya temsil etmek” gibi manalara gelen hilafet kelimesi, ıstılahta İslâm devletlerinde Rasûlullah (s.a.v)’den sonraki devlet başkanlığı kurumunu ifade eder.

HALİFE NE DEMEK?

Halife de (çoğulu hulefâ, halâif) “bir kimsenin yerine geçen, onu temsil eden kimse” demektir ve devlet başkanı için kullanılır.[1]

İMAM NE DEMEK?

Devlet başkanlığının bir ismi de imâmettir. Lügatte imâm “kendisine uyulan kimse” demektir. Toplumun başında bulunan ve toplumun fertlerini yönlendiren kişiler imam diye anılmıştır. İmamın sevk ve idare ettiği toplum ise ümmet kelimesiyle karşılanmıştır. Bu durumda imam “ümmetin idaresini üstlenen kişi”, imâmet “imamın üzerine aldığı vazife” anlamına gelmektedir. Ayrıca cemaate namaz kıldıran kimseye önder ve yönetici niteliği sebebiyle imam, yaptığı vazifeye imâmet denmişse de karışıklığı önlemek maksadıyla devlet başkanlığı için “büyük imamlık” (el-İmâmetü’l-Uzmâ, el-İmâmetü’l-Kübrâ) ifadesi tercih edilmiştir.[2]

İSLAM’DA HALİFELİK

İlmî edebiyatta Müslümanlar için devlet başkanının mutlaka gerekli olup olmadığı söz konusu edilmiştir. İslâm âlimleri Allah Rasûlü’nün vefatıyla peygamberliğin sona erdiği, buna karşılık toplumun idaresiyle ilgili diğer işleri bir kişinin üstlenip bunları tek başına veya bazı vazifeleri yetkili şahıs ve mercilere devrederek yürütmesi, böylece Müslümanların nizam içinde yaşamasını temin etmesi gerektiği üzerinde görüş birliğine varmışlardır. Ancak bir kısım âlimler, devlet başkanının İslâm’ın dünyevî ve içtimaî hükümlerini uygulama vazifesini göz önünde bulundurarak bu işe dinî bir karakter atfederken bir kısmı da insanların siyasi birlik ve düzen içinde yaşamasını ve bu maksatla devlet kurmasını aklî ve tabii bir ihtiyaç olarak görür.[3]

Ömer Nesefî (v. 537/1142) akâid metninde şöyle der: “Müslümanlar için bir imama (siyasi lidere) mutlak surette ihtiyaç vardır. Müslüman halkla ilgili dinî hükümlerin infazı, cezaların tatbiki, düşmanlara karşı vatan hudutlarının muhafazası, Müslümanlardan ordu teşkil edilmesi, zekâtların toplanması, zorbaların, soyguncuların ve eşkiyaların zapt u rapt altına alınarak kahredilmesi, Cuma ve bayram namazlarının ifası, insanlar arasında meydana gelen ihtilafların ortadan kaldırılması, hukuk üzerine kaim olan şahitliklerin kabulü, velileri bulunmayan küçük yaştaki oğlan ve kızların evlendirilmesi ve ganimet mallarının taksim edilmesi gibi mühim hususlar devlet başkanı sayesinde icra edilir.”[4]

İbn Kesir; Kurtubî ve benzeri âlimlerin, “Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi”[5] âyet-i kerimesinden Müslümanların başlarına bir halife tayin etmelerinin vücûbunu istidlâl ettiklerini nakleder. Bu halife, insanların ihtilaflarını çözecek, çekişmelerini sona erdirecek, zalimden mazlumun hakkını alacak, had cezalarını tatbik edecek, kötülüklerin yayılmasına mâni olacak ve buna benzer bir devlet başkanı olmadan yerine getirilmesi mümkün olmayan mühim işleri gerçekleştirecektir. Bütün bunların yapılması vaciptir (farzdır), vacip olan bir şeyin yerine getirilebilmesi için zaruri olan şey (hilafet) de vaciptir.[6]

Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, “Mûsâ’dan sonra, Benî İsrail’den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gelen peygamberlerden birine: «Bize bir hükümdar tayin et de (onun kumandasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi…”[7] âyetini düşündüğümüzde ortaya çıkar ki, gerek hücum gerekse müdafaa şeklinde olsun kâfirlerle savaşmak, herhangi bir halife tayin etmeden mümkün değildir, der.[8] Onun bu görüşünü şu hadis de desteklemektedir: “Devlet başkanı ancak bir kalkandır. Onun arkasında düşmana karşı harp edilir ve onunla (düşmanın ve fesat ehlinin şerrinden) korunulur. Eğer o, halkına, Allah’a karşı takva sahibi olmayı emreder ve adalet gösterirse bununla kendisine ecir verilir; bundan başka bir şey (İslâm’a zıt şeyler) emrederse bununla da günah ve vebal yüklenmiş olur.”[9]

Dihlevî’ye göre, Allah Rasûlü’nün hayatını güzel bir şekilde tetebbu eden kişi görür ki Allah Rasûlü (s.a.v) her gazveye çıkışında Medine-i Münevvere’nin başına mutlaka bir sahabiyi emir tayin etmiş, yerine vekil bırakmış, hiçbir zaman müslümanların işlerini ihmâl etmemiş, müslümanları başıboş bırakmamıştır. Onun âdeti bu olduğu halde vefatı yaklaşınca müslümanların işlerini ihmal ettiği nasıl tasavvur edilebilir?! Allah Rasûlü’nün ümmetine olan şefkat ve merhameti düşünüldüğünde, onları dağınık vaziyette, bir anarşi ortamına bırakmayacağı anlaşılır.[10] Bu sebeple Allah Rasûlü (s.a.v), hayattayken halifelerini öne çıkarmış ve ashabına onlara itaat etmelerini emretmiştir.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (v. 1942), halifeliğin gerekliliği hususunda şu mütalaada bulunur: “Müslümanın Allah ile arasındaki vasıtası hocaları değil, hükümetidir… Müslüman hem menfaat-i dünyeviye ve hem menfaat-i uhreviyesinin devlet ve hükümeti ile kaim bulunduğunu, devletini zayi ederse azab-ı uhrevîye kesb-i istihkak etmiş olacağını bildiğinden devleti uğrunda feda-yı can etmeyi en büyük fazilet ve sevap addeder. Yapamazsa devletinin vaziyet-i diniyesi derecesinde vicdanen muazzep olur. Hükûmetinden ayrılan İslâm, bir hükûmet daha yapmaya, yapamazsa aramaya gider.”[11]

İslâm’da bilhassa dört halife dönemine çok ihtimam gösterilmiştir. Şâh Veliyyullah ed-Dihlevî, hilafetin ve Râşid Halifeler’in hilafetinin ispatını, dinin en mühim esaslarından biri görür ve bu esasa dört elle sarılmayan kimselerin, İslâm’ın hemen her mevzudaki meseleleri karşısında şüphe duyacaklarını ifade eder. Zira bu esas, dinin korunmasını ve daha sonraki nesillere ulaştırılmasını garanti eden bir kurum vasfı arz etmektedir. İslâm’ın varlık ve bekası Hulefâ-i Râşidîn’in elinde gerçekleşmiş, dünyanın dört bir tarafına bunlar sâyesinde yayılmıştır. Bu sebeple onlar hakkında şüphe uyandırmak, Kur’ân’ın korunması, hadislerin nakledilmesi gibi konular da dâhil olmak üzere, dinin özüne yönelik şüphe tohumları atmakla aynı manaya gelir.[12]

Dipnotlar:

[1] Avcı, Casim, “Hilafet” mad., DİA, yıl: 1998, XVII, 539. Bkz. Kettânî, Muhammed Abdülhayy b. Abdilkebîr b. Muhammed el-Hasenî el-İdrîsî (v. 1382), et-Terâtîbü’l-idâriyye (Nizamü’l-hukûmeti’n-Nebeviyye) (I-II), thk. Abdullah el-Hâlidî, Beyrut: Dâru’l-Erkam, ts., I, 79. [2] Öz, Mustafa - İlhan, Avni, “İmâmet” mad., DİA, yıl: 2000, XXII, 201. [3] Taftazânî, Mes’ûd b. Ömer b. Abdillah, Saʻdüddin (v. 797/1395), Şerhu’l-Akâid, İstanbul: Dergah Yay., 1991, s. 326; Avcı, “Hilafet” mad., DİA, XVII, 539. [4] Taftazânî, Şerhu’l-Akâid, s. 326-327. [5] el-Bakara 2/30. [6] İbn Kesîr, Tefsîr, I, 221. [7] el-Bakara 2/246. [8] Dihlevî, İzâletü’l-hafâ, II, 406. [9] Müslim, İmâret, 43. [10] Dihlevî, İzâletü’l-hafâ, II, 403-404. [11] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Meşrûtiyetten Cumhuriyete MAKALELER, haz. A. Cüneyd Köksal - Murat Kaya, İstanbul: Klasik, 2013, s. 208-209. [12] Dihlevî, İzâletü’l-hafâ, I, 79…

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

HİLAFET NEDİR? HALİFE KİME DENİR?

Hilafet Nedir? Halife Kime Denir?

HİLAFETİN ÖNEMİ VE RAŞİD HALİFELER

Hilafetin Önemi ve Raşid Halifeler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.