İslam’da Kader ve Kazaya İman
Kaza ve kader ne demektir? Kaza ve kadere iman nedir? Kaza ve kadere imanın faydaları nelerdir? İslam’da kaza ve kadere iman hakkında merak ettiklerinizi yazımızda okuyabilirsiniz.
İmanın şartlarından birisi de kaza ve kadere inanmaktır.
KAZA VE KADERE İMAN NEDİR?
Kader: Allah’ın ezelden ebede kadar olacak şeylerin zaman ve yerini, niteliklerini ve özelliklerini önceden bilmesi ve takdir etmesi demektir.
Kaza: Allah’ın ezelde takdir buyurduğu şeylerin zamanı gelince takdir ettiği şekilde onları yaratması demektir.
Başka bir ifade ile kader, Allah’ın kanunları, ölçüleri, kaza ise işlerin o kanun ve ölçülere göre meydana gelmesidir.
Her şeyi takdir edip yaratan Allah Teala’dır. Çünkü O’ndan başka yaratıcı yoktur. Allah, olmuş ve olacak her ne varsa onları önceden biliyor. Zamanı gelince onlar da O’nun bilgi ve takdirine uygun şekilde meydana geliyor. O’nun bilgi ve takdiri dışında hiçbir şey meydana gelmez. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (57/Hadîd, 22.)
“De ki Allah’ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O, bizim Mevlamızdır. İnananlar Allah’a güvensin.” (9/Tevbe, 51.)
İşte kader ve kaza budur.
Kaza ve kader denilince akla Allah’ın İlim, İrade ve Tekvin sıfatları gelmelidir. Allah Teala biliyor ve yaratıyor.
Her şey Allah’ın dilemesiyle ve yaratmasıyla oluyor, bunda şüphe yoktur. Ancak akla şöyle bir soru da gelebilir: “Mademki her şey Allah’ın takdiri ile oluyor, o hâlde biz, yapılması emredilen şeyleri yapmadığımız, yapılmaması istenilen şeyleri de yaptığımız için neden sorumlu oluyoruz? Çünkü biz bunları Allah’ın takdiriyle yapıyor veya yapmıyoruz.”
Şimdi akla gelebilen bu soruyu cevaplandıralım: Allah Teala insanları yaratmış, onlara akıl, irade ve güç vermiştir. İnsan, aklıyla ve iradesiyle iyi olanı seçmesi ve kötü olandan sakınması gerekir. İnsanın bu seçme ve sakınma gücüne “İrâde-i Cüziyye” denmektedir. Bu irade ve isteğimizi hangi tarafa sarf eder, hangi tarafı tercih edersek, Allah da onu irade ve isteğimize uygun şekilde yaratır. “Allah böyle takdir etmiş, ben ne yapabilirim? deyip de günah olan bir şeyi yapmaya kalkışamayacağımız gibi, böyle kötü bir işi yaptıktan ve mesela —Allah korusun— adam öldürdükten sonra “Ben ne yapayım, Allah’ın takdiri böyle imiş” diyerek de mazeret gösteremeyiz. Çünkü biz, yaptığımız işleri yapmadan önce de, yaptıktan sonra da kaza ve kadere isnat edemeyiz. Biz, irade ve isteğimizi o yöne sarf etmek suretiyle Allah’ın takdirinin bu şekilde tecelli etmesine sebep olduğumuzdan dolayı sorumlu oluruz.
Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz:
Bir astronomi uzmanı, yaptığı hesap sonucu güneşin tutulacağını tespit ederek önceden haber veriyor. Günü gelince de güneş tutuluyor.
Şimdi güneş, bu uzman haber verdiği için mi tutuluyor? Yoksa güneş tutulacağı için mi uzman bunu önceden tespit edip bildiriyor?
Başka bir ifade ile astronomi uzmanının, güneşin tutulacağını bildirmesi mi güneşin tutulmasına sebep oluyor? Yoksa güneşin tutulacağı mı uzmanın önceden bunu, bildirmesine sebep oluyor.
Şüphesiz, güneşin tutulacağı, uzmanın bunu tespit edip önceden haber vermesine sebep olmuştur, yoksa uzman bunu haber verdiği için güneş tutulmuş değildir.
İşte, bizim yapacağımız işleri Cenab-ı Hakk’ın önceden bilmiş olması da bunun gibidir. Yani, biz, kendi irademizle yaptığımız işleri Cenab-ı Hak sınırsız ilmiyle önceden bilip takdir ediyor. Yoksa O, bildiği için biz onları yapmak zorunda kalmıyoruz. Esasen, bizimle ilgili olarak ne takdir ettiğini de bilmiyoruz. Bir şeyi yapmaya ve yapmamaya karar verirken, hiçbir baskı hissetmeden kendi hür irademizle karar veriyoruz.
Kaza ve Kadere İmanın Faydaları
Kaza ve kadere imanın, insan hayatı üzerinde önemli etkileri vardır. Kadere iman eden kimse sabırlı olur. Elinde olmayan sebeplerle karşılaştığı felaket ve musibetler karşısında bunalıma düşmez. Bu, Allah’ın takdiridir der ve sabreder. Kendi hatası yüzünden başına gelenlerden ise pişman olur, yanlış tutum ve davranışlarından vazgeçerek Allah’a sığınır ve O’ndan yardım ister, ümitsizliğe düşmez.
Tevekkül ve Çalışmanın Önemi
Tevekkül Nedir?
Tevekkül, insanın, Allah’a itimat etmesi ve O’na bağlanmasıdır. Bu, insan için ruhi bir güçtür.
İnsanı yaratan ve ona pek çok nimetler veren Allah’tır. İnsan, her işinde O’na güvenmek ve kendisine düşeni yaptıktan sonra neticeyi O’ndan beklemek durumundadır. Bunun en güzel örneği çiftçidir. O, vaktinde usûlüne göre tarlasını eker, sonra Allah’a tevekkül eder. Böyle yaptığı takdirde Allah, o kimseyi rızıklandırır. Nitekim Peygamberimiz,
“Sizler Allah’a gereği gibi tevekkül etseydiniz (sabahleyin) aç olarak gidip (akşamleyin) tok olarak dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı.” (Tirmizî, “Zühd”, 33.) buyurmuştur. Bu da açıkça gösteriyor ki tevekkül etmek için kendisine düşeni yapmak ve çalışmak şarttır. Çünkü yatarken kuşların rızıkları ayaklarına gelmiyor. Karınlarını doyurmak için Allah’ın yarattığı rızkı arayıp buluyorlar. O hâlde tevekkül, insanın kendisini ihmal etmesi ve çalışmayı bırakarak “nasıl olsa Allah benim rızkımı verecektir” demek değildir. Her hususta olduğu gibi tevekkül hususunda da en güzel örnek, peygamberimizdir. O, her işinde kendisine düşeni yaptıktan sonra Allah’a tevekkül etmiştir.
Peygamberimize, “Deveyi bağlayıp da mı, yoksa salıverip de mi Allah’a tevekkül edeyim?” diye sorana, “Deveni bağla da öyle tevekkül et.” buyurmuştur. (Tirmizî, “Kıyame”, 60.)
Böyle yapan, yani her türlü tedbiri aldıktan sonra Allah’a tevekkül eden kimse, istediği sonucu elde edemeyince üzülmez, “Ben, bana düşeni yaptım, Allah takdir etmedi” der, teselli bulur. Bu inanca sahip olmayan kimse ise her işte tereddüt eder, hiçbir şeye başlayamaz.
Allah Teala, her canlının rızkını vereceğini vadetmiş ve bu rızkın elde edilmesi için de birtakım sebepler yaratmıştır. Bu sebeplere yapışmak ve Allah’ın takdir ettiği rızkı arayıp bulmak, insanın görevidir. “Rızkım varsa beni bulur” deyip oturmak, sonra da “Ben Allah’a tevekkül ettim, benim rızkımı verecektir” demek yanlıştır. Buna tevekkül denmez. Allah, rızkını arayana ve çalışana verir. Kaza ve kadere güvenip de çalışmayı bırakmak ve gerekli olan tedbiri almamak doğru olmadığı gibi, sebeplere sarılmayı, çareler araştırmayı tevekküle engel saymak da caiz değildir. “Çalışmak bizden, vermek Allah’tan” sözü, kadere imanın tam manasını ifade eder. Esasen insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. Kur’an-ı Kerim böyle diyor.
Rızık ve Ecel
Rızık: Allah Teala’nın canlılara yiyip içmek ve hayatlarını devam ettirmek üzere verdiği şeylere rızık denir.
Rızkı yaratan da veren de yalnız Allah’tır. Çünkü O’ndan başka rızık verici yoktur. (11/Hûd, 6.) İnsan rızkını hangi yoldan isterse Allah Teala o yoldan verir. Ancak helal olmayan yollara ve çarelere başvurursa suç işlemiş olur. Çünkü Allah Teala rızık için helal ve meşru yolların seçilmesini emrediyor ve şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerden helal ve temiz olanlarından yiyin.” (2/Bakara, 168.)
Herkes kendi rızkını yer. Hiç kimse bir başkasının rızkını yiyemeyeceği gibi başka birileri de onun rızkını yiyemez.
Ecel: Allah Teala, yarattığı her canlı için belli bir yaşama süresi koymuştur. Bu sürenin, yani ömrün sonuna ecel denir.
Her ne suretle olursa olsun ecel dediğimiz bu vakit gelince ölüm olayı meydana gelir, bir dakika bile sonraya kalmaz. Yaratan ve yaşatan Allah olduğu gibi, öldüren de yani ölümü yaratan da O’dur. O’ndan başka yaratıcı ve öldürücü yoktur.
Ecel birdir. Öldürülmüş olan veya bir kazada hayatını kaybetmiş olan insan da eceliyle ölmüştür.
Kaynak: İslam İlmihali, Diyanet
YORUMLAR