İslam’da Kölelik ve Câriye Var mıdır?

İslam’da kölelik ve cariyelik var mıdır? İslâm köleliği niçin doğrudan kaldırmadı? İslam’da kölelik ve cariye meselesi.

İnsan hakları mevzubahis olduğunda “kölelik” müessesesi de hemen akla gelmektedir.

Şurası aslâ unutulmamalıdır ki; köleliği îcâd eden, İslâm değildir. Kölelik İslâm’dan önce de vardı.

Tarihte kölelik, savaşlar neticesinde ele geçirilen esirlerin, tekrar düşmanlık edecekleri düşüncesiyle, serbest bırakılmamasından kaynaklanıyordu.

Fidye karşılığı serbest bırakma mevcut ise de her zaman her esire karşılık para verecek bir hâmî bulunamıyordu.

Bilâ-bedel serbest bırakmak mümkünse de bu düşmana destek olarak telâkkî ediliyordu.

Hizmet almadan, esirleri sürekli hapiste tutmak da mantığa uymayacak bir davranıştı. Ancak mühim bir husûsiyeti olan; kumandan, prens vb. esirlere köleleştirmek yerine hapis cezası tatbik ediliyordu.

Esirlerin köle olarak istihdâmı, aslında esirlerin canını bağışlamak mânâsına da geliyordu. Çünkü savaş esirlerini ölüm cezasına çarptırmak da harp hukukunda tercih edilebilecek maddelerden biriydi.

Harplerde insan unsurundan çok, teknik ve silâhların öne çıkmaya başladığı son asırlarda ise devletler, savaşlarda ele geçirdikleri esirleri mübâdele vb. usullerle harbin sonunda karşı tarafa iade etmeye başladılar. Böylece kölelik ortadan kalktı.

Köleliği, dünya efkâr-ı umûmiyesinde menfur hâle getiren asıl gerçek ise, Batılıların harp hukuku dışında da gasp ve insan kaçakçılığı sûretiyle köle edinmeleri, ayrıca köleliği ağır zulüm, hakâret, eziyet ve hattâ işkencelerle tatbik etmeleriydi. Köle olarak Amerika kıtasına götürülen Afrika asıllı siyâhîlere karşı, hâlâ ırkçı bakış devam etmektedir.

Hâlbuki kölelik kaldırıldığında, İslâm toplumlarında, zaten neredeyse kaldırılmış gibiydi.

İSLÂM KÖLELİĞİ NİÇİN DOĞRUDAN KALDIRMADI?

İslâm, idealizm ile realizm arasında bir denge tesis eder. İslâm’ın geldiği dönemde köleliğin kaldırılması bir ütopya, yani hayal olurdu. İçtimâî gerçeklere muvâfık düşmezdi.

Nitekim efendileri tarafından âzâd edilen birçok köle, gidecek yer dahî bulamaz, yine mevlâsının (kendisini âzâd eden eski efendisinin) hizmetinde kalmaya devam ederdi. Onların destekleriyle hayatlarını sürdürürlerdi.

Ayrıca kölelik, beynelmilel (milletler arası) bir müessesedir. Onu tek taraflı olarak kaldırmak mümkün değildir. Şayet İslâm, köleliği doğrudan kaldırsaydı, harplerde esir düşen Müslümanlar köleleştirilir, fakat İslâm orduları, aldıkları esirleri serbest bırakmak zorunda kalırlardı. Bu ise müslümanların aleyhine bir durum olurdu. Hâlbuki milletler arası meseleler, mütekābiliyet kâidesine, yani muhâtabına onun yaptığı muâmelenin dengiyle karşılık verme esâsına dayanır.

İslâm, kendi îcâd etmediği kölelik müessesesini, en âdil ve merhametli şartlarla yeniden tesis etmiştir. Şöyle ki:

  • İslâm, köleleri âzâd etmeyi kuvvetle teşvik etmiştir:

Köle âzâdı çok büyük bir sevap kaynağıdır. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Fakat o (insan), sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle âzâd etmek veya açlık gününde yakını olan bir yetimi yahut aç-açık bir yoksulu doyurmaktır.” (el-Beled, 11-16)

Hatâen öldürme, yemin ve zıhâr keffâreti için gerekli vecîbelerden biri, köle âzâd etmektir.[1]

Mükâtebe, yani kölenin efendisiyle anlaşarak, çalışması ve para karşılığında âzâd olması, âyet-i kerîme ile teşvik edilmiştir.[2]

  • Köleler hizmette tutulacak ise, insanca davranılacaktır:

Câhiliye devrinde kölelere insan gibi davranılmazdı. Hattâ Ebû Süfyan’ın karısı Hind’in, İslâm’ın tebliğâtını duyunca;

“‒Böyle din mi olur? Ben bir köleyle bir mi olacağım?” dediği rivâyet edilir.

Dînimizde kölelere iyi davranmak, onlara eziyet etmemek, yediğinden yedirmek, giydiğinden giydirmek, yapamayacağı kadar ağır bir işi vermemek şeklinde yüksek ölçüler getirilmiştir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“...Sahip olduğunuz kölelere iyilikte bulunun!..” (en-Nisâ, 36)

Bilâl radıyallâhu anh azılı müşriklerden Ümeyye bin Halef’in kölesiydi. Hazret-i Ebûbekir radıyallâhu anh onu âzâd ederek, Ümeyye’nin zulmünden kurtardı. Müteâkip yıllarda, güzel sesi dolayısıyla Hazret-i Bilâl, Peygamberimiz’in müezzini oldu.

Dolayısıyla İslâm, toplumda efendi ve köle şeklindeki sınıf farkını, bir nevi “kast sistemi”ni sona erdirdi.

Buna rağmen câhiliyenin izleri hemen silinemedi. Hazret-i Bilâl, Habeş asıllıydı ve siyâhî idi. Bir gün Ebû Zer -radıyallâhu anh- ona bir kızgınlık ânında;

“–Ey kara kadının oğlu!” diye hitâb etmişti. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, onu ağır bir şekilde îkaz etti.

Ebû Zer radıyallâhu anh’ın daha sonraki bir hâlini Ma’rûr bin Süveyd şöyle anlatır:

“Bir gün Ebû Zer radıyallâhu anh ile karşılaştım. Üzerinde değerli bir elbise vardı. Aynı elbiseden kölesinin üzerinde de olduğunu görünce, kendisine bunun sebebini sordum. Ebû Zer radıyallâhu anh Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem zamanında bir kişiye hakaret ettiğini ve onu annesinden dolayı ayıpladığını anlattı. Bunun üzerine Nebî sallâllâhu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurmuş:

«Sen, kendisinde câhiliye huyu bulunan bir kimsesin!

Onlar sizin hizmetkârlarınız ve aynı zamanda kardeşlerinizdir. Allah onları sizin himâyenize vermiştir.

Kimin himâyesinde bir kardeşi varsa, kendi yediğinden ona yedirsin, giydiğinden de giydirsin. Onlara üstesinden gelemeyecekleri şeyleri yüklemeyin. Şayet yükleyecek olursanız kendilerine yardım edin.»” (Buhârî, Îmân 22, Itk 15; Müslim, Eymân, 40)

Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, efendisi tarafından yüzüne bir tokat vurulan kölenin derhâl âzâd edilmesini emretmiştir. (Müslim, Eymân, 32-33)

Ebû Mes’ûd el-Bedrî radıyallâhu anh şöyle anlatmıştır:

“Kölemi kamçı ile döverken arkamdan;

«–Ey Ebû Mes’ûd, bilesin ki...» diye bir ses duydum. Ancak kızgınlığımdan sesin sahibini çıkaramadım, sözün gerisini de anlamadım. Yaklaşınca bir de ne göreyim; Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem değil mi! Ve bana;

«–Ey Ebû Mes’ûd! Bilesin ki Allâh’ın gücü sana, senin bu köleye gücünün yettiğinden çok daha fazla yeter!» diyordu.

O’nun heybetinden elimdeki kırbaç yere düşüverdi.

Bunun üzerine ben;

«–Bundan böyle bir daha aslâ köle dövmeyeceğim!»

(Diğer bir rivâyette);

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allah rızâsı için bu köleyi âzâd ettim!» dedim.

Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

«–Bak! Eğer böyle yapmasaydın, seni mutlaka Cehennem ateşi sarardı.»” (Müslim, Eymân, 34-35)

Yine bir gün Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e gelen bir adam:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Benim kölelerim var. Durmadan bana yalan söylüyor, ihânet ediyor ve başkaldırıyorlar. Ben de onları azarlıyor ve dövüyorum. Onlar yüzünden benim durumum ne olacak?” diye sordu.

Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“–Onların sana karşı yaptıkları hıyânet, isyan ve yalanlar ile senin onlara verdiğin cezâ hesaplanacak, eğer senin verdiğin cezâ onların suçuna eşit olursa senin lehine veya aleyhine bir şey yoktur. Eğer senin verdiğin cezâ, onların suçundan az ise, bu senin lehine bir fazîlet olacaktır. Eğer verdiğin cezâ, onların suçunu aşarsa, o fazlalığı ödemek zorunda kalacaksın ki bu senden kısas yoluyla alınacaktır.”

Adam bir kenara çekilerek hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Bunun üzerine Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurdu:

“–Allah Teâlâ’nın; «Biz, kıyâmet günü için adâlet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahî olsa, onu (adâlet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak Biz (herkese) yeteriz.»[3] âyet-i kerîmesini okumuyor musun?”

Adam bunun üzerine şöyle dedi:

“–Vallâhi yâ Rasûlâllah, hem kendim hem de onlar için birbirimizden ayrılmaktan daha hayırlı bir yol kalmadı. Şâhid olunuz, onların hepsi de hürdür.” (Tirmizî, Tefsîr, 21/3165)

Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’in vefâtı esnâsındaki şu son sözleri de çok mânidardır:

“Namaza, özellikle namaza dikkat ediniz. Elinizin altında bulunanlar hakkında da Allah’tan korkunuz.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124/5156; İbn-i Mâce, Vasâyâ, 1)

İslâm’ın kölelere dâir getirdiği bu hak ve hukuka riâyet edildiğinde, neredeyse köle edinmemek, köle almaktan daha hayırlı hâle gelmiş, köle sahibi olmak da bir bakıma köle olmak mânâsı taşımıştır. Takvâ sahibi birçok müslüman, bu ağır şartlardan korkarak ve Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini umarak kölelerini âzâd etmişlerdir.

Şu hâdise ne kadar ibretlidir:

Hak dostlarından Câfer-i Sâdık Hazretleri’nin bir kölesi vardı. O, ibrikten su döküyor, Hazret de leğende ellerini yıkıyordu. Birden su elbisesine sıçradı. Câfer-i Sâdık Hazretleri köleye biraz kızarak baktı. Bunun üzerine köle:

“–Efendim, Kur’ân-ı Kerîm’de «وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ : Öfkelerini yutanlar»[4] Allâh’ın mağfireti ve Cennet’le müjdeleniyor.” dedi. O zaman Câfer-i Sâdık Hazretleri:

“–Öfkemi yuttum!” dedi. Köle, âyetin devamını okudu:

“–وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِ : İnsanları affedenler.

Câfer Hazretleri:

“–Haydi seni affettim.” dedi. Köle yine âyetin devamını okudu:

“–وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ : Allah ihsanda bulunan, iyilik eden kimseleri sever!

Bunun üzerine Câfer-i Sâdık Hazretleri:

“–Haydi git; bundan böyle sen, Allah rızâsı için hürsün! Şu bin dinar para da senin!” buyurdu.[5]

Diğer taraftan, İslâm tarihinde kölelik müessesesi, rahmet dergâhı gönüller tarafından, mühim bir tahsil ve terbiye vasıtası olarak da kullanılmıştır.

Abdullah ibn-i Ömer radıyallâhu anhumâ Hazretleri, namaza başlayan kölelerini âzâd ederdi. Dostlarından biri onu uyarma gereği duydu. Kölelerinden bir kısmının sırf âzâd edilmek için camiye gittiğini söyleyince ona şu cevâbı verdi:

“–Bizi Allah ile aldatmak isteyenlere aldanmaya (yani tecâhül gösterip, aldanıyormuş gibi yapmaya) râzıyız!”

Abdullah ibn-i Ömer Hazretleri, çeşitli vesîlelerle 1000’den fazla köle âzâd etmiştir.[6]

Sahâbîlerin âzatlıları, onların en meşhur talebeleridir. Bu tarz yetiştirilen âlimlere, “Mevâlî: Âzatlılar” denilirdi.

Ayrıca Osmanlı’da da devşirme metodu, gayr-i müslim unsurlardan alınan kâbiliyetli evlâtların kıymetli bir eğitimden geçirilerek, asker ve devlet adamı olmalarına vesîle olmuştur. Târihî kaynaklara baktığımızda görmekteyiz ki bu evlâtlar, yüksek kaliteli bir tahsile seçildikleri için, aileleri de bundan memnun oluyordu.

CÂRİYE MESELESİ

Câriye, kadın köle demektir. İslâm’dan önce de var olan, câriyelerin odalık olarak istihdâmını da İslâm, mümkün olan en iyi şartlarla düzenleyerek sürdürmüştür.

Bu, câriyelerin hepsinden, evlilik gibi istifade edildiği mânâsına gelmez. Bu, bütün câriyelerin ancak bir kısmı için ve gerekli şer’î kayıt ile vukû bulmuştur.

Aslında, câriyelerin eş olarak istihdâmı, köleliğin son bulmasına da katkı sağlamıştır. Zira efendisinden çocuk doğuran bir câriye, “ümmü’l-veled” yani “çocuğun annesi” statüsü kazanır ki neredeyse hürdür. Artık efendisi tarafından elden çıkarılamaz, mirasla intikal etmez. Daha evvel âzâd edilmemişse, efendisinin ölümüyle birlikte tamamen hürriyetine kavuşur.

Dolayısıyla yüce dînimiz İslâm, kendi îcat etmediği kölelik müessesesi sebebiyle aslâ tenkit edilemez. İslâm, şartlarını şer’î ve ahlâkî esaslara bağlayarak ve dâimâ âzâd etmeyi teşvik ederek, zaten kölelik müessesesinin menfî taraflarını büyük ölçüde izâle etmişti. Kölelerin efendisi katındaki mevkiini, günümüzdeki bir patron nezdindeki işçi mevkiine yaklaştırmıştı.

Şu gerçeği de göz ardı etmemek lâzım gelir ki:

Köleliğin kaldırılmasının üzerinden bir asırdan fazla zaman geçtiği hâlde, hâlen dünya üzerinde;

  • Ağır şartlar altında çalıştırılan işçiler,
  • Hiçbir yere kabul edilmeyen, perişan kamplarda hayatta kalma mücâdelesi veren vatan-cüdâ mülteciler,
  • Temiz su ve yeterli gıda bulamayan yüz binlerce insan,
  • Fuhşa zorlanan çocuk ve kadınlar bulunmaktadır.

Evet, bugün kölelik kaldırılmıştır. Fakat günümüzün modern câhiliyesinde, insanlık haysiyetine yaraşır şekilde hakkâniyetli bir paylaşım gerçekleştirilmediği için, adı konulmamış bir kölelik düzeni devam etmektedir. Zira kapitalist ve materyalist dünya âdeta;

“Mazlumlar, açlar ve bîçâreler, tâlihine küssün!” demektedir.

Hattâ bir ömür bankaya fâiz borcu ödemeye mahkûm insanların hâline de -mecâzen- “modern kölelik” denilmektedir. Üstelik bu köleler, kendilerini ne kadar hür hissetseler de ağır fakat gizli boyunduruklar altında yaşamaktadırlar.

Velhâsıl dünya, zâlimâne tatbik ettiği kendi kölelik sistemini kaldırmış, İslâm diyarları da tabiî olarak buna uymuştur. Zira başta da söylediğimiz üzere, kölelik hususu, milletler arası bir meseledir. Tek taraflı kaldırılması mümkün olmayan bir müessesedir.

Fakat insanın şeref ve haysiyetini yücelten İslâmiyet, getirdiği ulvî prensiplerle, köleliğin giriş kapılarını mümkün olduğunca kapatmış, çıkış kapılarını da sonuna kadar açmış ve bu durumdaki insanların hürriyete kavuşturulmalarını her fırsatta teşvik ve tervic etmiştir. Köleliğe son vermek için bundan daha güzel bir metot olabilir mi?

Dipnotlar:

[1] Bkz. en-Nisâ, 92; el-Mâide, 89; el-Mücâdele, 3-4. [2] Bkz. en-Nûr, 33. [3] el-Enbiyâ, 47. [4] Âl-i İmrân, 134. [5] İbnü’l-Cevzî, Bahru’d-Dümû’, s. 142. [6] Riyâzu’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, c. 1, sf. 139, Erkam Yay. İstanbul 2001.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Tefekkür Ufku, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM'DA KÖLELİK VAR MI?

İslam'da Kölelik Var mı?

OSMANLI PADİŞAHLARININ EVLİLİKLERİNİN VE CARİYELİĞİN DİNİ HÜKMÜ NEDİR?

Osmanlı Padişahlarının Evliliklerinin ve Cariyeliğin Dini Hükmü Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.