İslam’da Muhabbetin Önemi Nedir?
Muhabbet nedir, ne değildir? İslam’da muhabbetin yeri ve önemi nedir? İnsan kime, ne ölçüde muhabbet etmelidir? Muhabbetin dereceleri, tahsili, önemi ve tecellileri.
Hadis-i kudsîde buyurulur:
“İhlâs, benim sırlarımdan (öyle) bir sırdır (ki) onu kullarımdan (ancak) sevdiğim kimsenin kalbine emanet ederim. Onu (ecir defterine) yazmak için bir melek ve ifsâd etmek için de bir şeytan ona (ihlâsa) muttalî olamaz.” (Et-Tâc, I, 43)
Allah’ın sırrı olan ihlâs gibi bir lütf-i ilahî, insanlar içinde ancak muhabbet-i ilahî sahibi olanlara verilmektedir. Hadiste geçen «sevdiğim kullar» ifadesi bu gerçeği göstermektedir.
Bu demektir ki insana bütün kapılar ancak aşk ve muhabbeti nispetinde açılır. Muhabbetin bittiği yerde ihlâs da biter, samimiyet de fazilet de gayret de. Muhabbetin canlı olduğu bir gönülde her şey canlıdır; ibadetler, güzel hasletler, sadâkat, teslimiyet ve ebedî huzur… Onun için her şeyden evvel gönüllerde muhabbet nûru hiç solmayan bir güneş gibi sarsılmaz bir kıvamda ve kalıcılıkta olmalıdır. Aksi takdirde mum misali tükenen muhabbetler, insanı da tüketir, güzellikleri de. Öyle ki bazen ebedî bir zarar ve hüsrana dönüşür. Hazin neticelerle insanı perişan eder. Nahşebî Hazretleri’nin anlattığı şu kıssa bu hakîkate ne güzel bir misâldir:
SAHTE SEVGİLER FELÂKET…
“Bir genç, padişahın kızının kapısına gelmiş ve kendisinin ona âşık olduğunu söylemişti. Haber padişahın kızına iletilince hanım sultan kapıya geldi ve gence:
«Al şu bin dirhemi de bir daha bana da sana da zarar verecek böyle bir şey söyleme.» dedi.
Genç vazgeçmeyince:
«Öyleyse iki bin dirhem al!» teklifinde bulundu.
Nihayet pazarlık on bin dirheme varınca, genç, kabûl etti. Bu durumu gören padişah kızı:
«Sen beni nasıl seviyorsun ki gözün para pul ile kamaşıp beni görmez oldu. Beni benden başkasına tercih edenlerin cezası nedir biliyor musun?» dedi ve ardından sevgisinde samimî olmayan ve dünyalığa mağlûp olan genci huzurundan tard etti.
Bu hâli duyan bir ârif, düşüp bayıldı. Kendi ne geldiğinde şöyle dedi.
«Ey insanlar! Bakın dünyada sahte sevgilerin başına neler geliyor! Ya Hakk’ı sevdiğini iddia edip de ondan başkasına yönelenlerin başına âhirette neler gelmez ki… »”
Bu kıssa da gösteriyor ki insanın hayatı, aslında baştan sona gerek mecâzî gerekse hakikî aşk açısından devamlı muhabbet imtihanları ile doludur. Çünkü muhabbet, hem yaratılış sırrımız, hem de yaşayış hikmetimizdir. Zira malûmdur ki:
VARLIĞIN SERMAYESİ MUHABBETTİR…
Allah Teâlâ, ezel âleminde gönüllerde bilinmeye muhabbet etti ve bu vesileyle de sayısız varlıklar halketti. Bir imtihan dergâhı olan dünyada ve bütün âlemlerde kendi kudret ve sanatını sergiledi. Bu sanatın zirvesi olarak da insanı yarattı.
Böylece kâinat ve insan, ilâhî muhabbetin birer aynası oldu. Muhabbet, her şeyin hem yaratılış sırrı, hem de yaşayış enerjisi ve huzuru olarak varlıkların özüne yerleştirildi.
Onun için zerreden kürreye her şeyde muhabbet hâkimdir. Bitkilerden hayvanâta, canlılardan cansız zannedilen varlıklara kadar bu âlemde ne varsa hepsinde muhabbet vardır. Öyle ki on sekiz bin âlemdeki hayat, muhabbetle devam eder. Bilhassa bu gerçek, insan hayatı için büyük bir hakikattir. Çünkü bir ömrü kuşatan çileler, ıstıraplar, acılar, felaketler, mahrumiyetler ilh… ancak muhabbet merhemiyle tedavî edilebilir ve fânî âlemi sonsuz bir saadete dönüştürmek mümkünleşir. Şair ne güzel söyler:
Uğruna gökler yedi kat,
Var mı muhabbet gibisi?
Aşk ile yer buldu hayat,
Var mı muhabbet gibisi?
***
Âdem’e, Havvâ’ya sorun,
Mecnun’a, Leylâ’ya sorun,
Hazret-i Mevlâ’ya sorun;
Var mı muhabbet gibisi?
***
Kul olamaz aşka sağır,
Başkacadır ondaki sır,
Her gece mîrâca alır,
Var mı muhabbetgibisi?
***
Goncaya sel sel aka dur,
Bağrını gül gül yaka dur,
Göz göze Seyrî baka dur,
Var mı muhabbet gibisi?
(SEYRÎ)
MUHABBET BASAMAKLAR!…
Muhabbetin en zirvede tecellî ettiği varlık, hiç şüphesiz ki insandır. Çünkü beşer kalbinin en büyük gıdası, muhabbet ve aşk-ı ilâhîdir. Bu bakımdan gönüller, Allah muhabbeti ile doldukça yaratılıştaki hikmete ulaşırlar, huzur ve sükûnete ererler. Aynı zamanda Allah’a muhabbet, bütün meşru muhabbetlerin de temelini teşkil eder. Onun içinde başta Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘e muhabbet de vardır. Ondan sonra Hak dostlarına, anne babaya, evlâda, bütün ehl-i îmana, hattâ bütün mahlûkata muhabbet de Allah’a muhabbetin îcabıdır.
Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mekke fethine giderken yolda yavrusunu emziren bir köpeği ürkütmemek ve rahatsız etmemek için ordusunun güzergâhını değiştirmiştir. Kurban olarak koyun kesecek birinin hayvancağızın gözü önünde bıçak bilediğini görmesi üzerine: “Bıçağını şu koyunun görmeyeceği bir yerde bilesen olmaz mı?” diye îkaz etmiştir. Çünkü:
MUHABBET, MERHAMETİ GEREKTİRİR
Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hakk’ın en çok «Rahman» ismi zikredilmektedir. Onun tecellîsi ise merhamettir. Merhamet de muhabbetin mahsûlüdür. Allah’a gerçek yakınlık, muhabbet ve merhamet nispetindedir.
Dolayısıyla gönüllerin her şeyden önce Allah muhabbeti ile nurlanması ve tekrar cennet ile cemâle kavuşabilmesi yönünde liyâkat kazanması şarttır. Kulluk ufkunun yegâne ideali, bu olmalıdır.
Çünkü Cenâb-ı Hak, varlıklar içerisinde en çok insanı sevmektedir. Bu sebepledir ki insanı cennette yaratmıştır. Sonra bir imtihan olarak onu bu dünyaya indirmiş ve nefs engelini bertaraf ederek kullukta bulunmak vazifesiyle memur kılmıştır. Âkıbet, Rabbimizin murâdı, yine bizim cennete ve cemâle dönmemiz istikametindedir. Bu itibarla Fecir sûresinde açık bir şekilde:
“«Rabbine dön!» ve «Cennetime gir»!” diye ferman etmektedir.
Elbette asıl dönüş, Allah’adır. Ancak Allah’a dönen, netice itibarıyla cennete dönmüş olur.
MUHABBET TAHSÎLİ…
Bütün peygamberler ve Allah dostları, işte bir ömür yukarıdaki ilâhî fermanı yerine getirebilme gayreti içerisinde muhabbet tahsîli yapmışlardır. Neticede her biri muhabbeti ebedîleştiren birer mâneviyat kahramanları olmuştur. Diğer semâvî kitaplar ve Kur’ân-ı Kerîm, hidâyet ikliminde böyle bir kulluğun kıvamı için lütfedilmiştir. Kur’ân ışığında bütün Hak dostlarının kaleme aldığı eserlerde bu sır, yani muhabbet sırrı ile ve muhabbet sırrını îzah için kaleme alınmıştır. Meselâ Mevlânâ’nın 26 bin beyitlik Mesnevîsi de âdeta bir muhabbet-nâmedir. Hazret-i Mevlânâ buyurur ki:
“Azizim; muhabbeti de aşkı da Hak Teâlâ sıfatı bil!”
“Sen, kaskatı bir taş veya mermer parçası olsan, muhabbet dolu bir gönül sayesinde cevher olursun. Fakat sevgi olmayınca mum bile demir gibi katılaşır.”
“Muhabbet öyle bir sırdır ki onunla acılar tatlılaşır, onunla gönüller kir ve pastan arınır. Dertler onunla şifâ bulur…”
“Ölü, sevgi ile dirilir; sevda sebebiyle padişah kul olur. Aşk sayesinde hapishane ve zindan gül bahçesi olur. Nâr, nûr olur.”
“Yine muhabbet sayesinde kederler, üzüntüler neşe olur, sevinç olur. Nice kahırlar, nice rahmete dönüşür.”
“Fakat böyle neticeler hâsıl eden gerçek muhabbet, ancak âriflere mahsustur. İrfan ve ihlâs sonucudur. Yani saçma sapan şeylere kapılan, asla Sevgi tahtına oturamaz…”
Gerçek muhabbet, Cenâb-ı Hakk’ı candan daha aziz bir sevgi ile sevmektir. Buna aşk-ı hakikî denir ki bu, yaratılanı da Yaratan’ dan ötürü sevmeyi gerektiren bir muhabbettir. Bunu müşahhas olarak hurma kütüğünün ağlamasında görüyoruz. Zulmedilen hayvanların Allah Rasûlü’nün huzuruna koşup gözyaşı dökmelerinde müşâhede ediyoruz.
HURMA KÜTÜGÜNÜN MUHABBET GÖZYAŞLAR!
Malûmdur ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbına vaaz ederken mescit direklerinden bir hurma kütüğüne dayanır, öyle sohbet ederlerdi. Gün geldi, mescitte sohbet dinleyen ashâb o kadar çoğaldı ki, sahâbîlerin mühim bir kısmı, kalabalıktan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘in mübarek yüzünü göremez oldular ve bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘in izniyle mescide bir minber yapıldı. Fakat Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in bu yeni minbere ilk çıkışında beklenmeyen mûcizevî bir hadise oldu. Rasûlullah Efendimiz’in daha önce hutbe okurken yaslandığı hurma kütüğü, hicran ile hıçkırdı ve orada bulunan herkesin duyduğu bir sesle ağlamaya başladı. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de minberden inerek onu sıvazladı, teskin etti.
Câlib-i dikkattir ki bir hurma kütüğünün muhabbeti, âdeta hicran içinde inleyen ve hasretle feryât eden bir insan misâli sevda tecellîleri sergiledi. İşte bu, muhabbetin kudretidir! İşte bu kudret, bütün varlıkların sığındığı ve muhtaç olduğu bir muhabbettir. Asr-ı saadette bu gerçeğin pek çok tecellilerinden biri de şudur:
MAHZUN DEVEYİ TESKİN EDEN MUHABBET…
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ensârdan bir kimsenin bahçesine uğramış, orada bir deve görmüştü. Deve, Peygamber Efendimiz’i görünce inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Efendimiz, devenin yanına gitti, kulaklarının arkasını şefkatle okşadı. Deve sakinleşti. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber:
“-Bu devenin sahibi kimdir? Bu deve kimindir?” diye sordu. Medineli bir delikanlı yaklaştı ve:
“-Bu deve benimdir, ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Fahr-i Kâinat Efendimiz:
“-Sana lütfettiği şu hayvan hakkında Allah’tan korkmuyor musun? O, senin kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2549)
Hazret-i Peygamber’de tecellî eden böylesi yüce muhabbet ve merhamet numûnelerini, verese-i enbiyâ olan sâlih insanlar, her zaman hayatlarının yegâne düstûru haline getirmişlerdir. Bir bakıma Allah dostları, Hazret-i Peygamber’in muhabbet ve merhametinin zamana yayılmış zirveleri olmuşlardır. Evliyaullâhın büyüklerinden olan Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’nin sergilediği şu misâller pek mânidardır:
ÂCİZ MAHLÛKATA ŞEFKAT
Bâyezîd-i Bistâmî, ilâhî muhabbetten o kadar hassaslaşır ve incelirdi ki, Yaratan’ dan ötürü yaratılanlardan her birinin ıstırabını sînesinde hisseder ve muzdarip olurdu.
Bir gün, önünde bir merkebi çok feci bir şekilde dövdüler. Öyle ki, hayvanın arkasından kanlar boşandı. O anda Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’nin de baldırlarından kan sızmağa başladı.
Yine Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirruh-, bir yolculuk esnasında bir ağacın altında biraz istirahat ettikten sonra yolculuğa devam etmişti.
Yolda torbaların üzerinde, dinlendikleri yerden geçen birkaç karıncanın gezindiğini gördü. Onları yurtlarından mahrum etmemek ve onlara gurbet hayatı yaşatmamak için derhâl geri döndü. Dinlendiği yere geldi ve karıncaları eski yerlerine bıraktı.
Bu hâller, Yaratan’dan ötürü yaratılanlara gösterilen kâ’bına varılmaz bir şefkat ve merhamet tezâhürüdür. Rabbe yakın bir mü’minin gönül ufkunun derinliğidir.
Hadîs-i şerîfte buyurulur:
“Kendisinin aç kalmasını umursamayıp ölümüne sebep olan bir kadın cehenneme gitti. Susuzluktan soluyan bir köpeğe ayakkabısı ile su içiren günahkâr bir kadın da affedildi.”
Ancak unutmamak gerekir ki, Allah’ın rahmeti, bazen küçük bir hayırda bazen de büyük hayırlardadır. Aynı zamanda kahrı da, bazen küçük bir günahta bazen de büyük günahlardadır. Dolayısıyla amellerimizi bu gerçeğe göre mîzan etmeli ve değerlendirmeliyiz.
İnsana bu kıvamı kazandıran sır da, hiç şüphesiz ki ilahi muhabbettir. Bu muhabbet, iki cihan saadetini kazandıracak bir nasiptir. Kulu yeşerten, maddeten ve mânen genç ve zinde eyleyen bir iksîr-i ilâhîdir. Bu bakımdan Hak dostlarının en bâriz vasfı ve gayesi, dâima muhabbet olmuştur. Hazret-i Mevlânâ buyurur:
“Hak âşıkları, muhabbet deryasının balıklarıdır. Onlar vuslat suyuna kanmazlar… ”
“Sen de mânâ ehli ile kalk da onlardan hem lütuflar, ihsanlar elde et, hem de mânevî güç kazan ilâhî muhabbetle genç ve dinç kal!”
MUHABBETİN EN MÜHİM TECELLÎSİ…
Muhabbetin en mühim tecellîsi; gönülden bütün mâsivâyı, yani Allah’tan başka her şeyi, bilhassa dünya hırsı, haset, kin ve nefreti temizlemesidir. Eğer bunlar kalpten çıkarılamamışsa o kalbe muhabbet henüz yerleşmemiş demektir. Çünkü ehl-i muhabbet olanlar, ehl-i dünyanın fânî ve nefsânî çekişmelerinin oluşturduğu boş sellere kendini kaptırmazlar, sadece sonsuz âlemin vuslat iklîmine doğru koşarlar. Böylece iki dünyaları da huzur ve saadet içinde geçer. Dünyanın en buhranlı zamanlarında bile rûhî çöküntü yaşamazlar, gönül bakımından devamlı zinde ve genç kalırlar.
Cenâbı-ı Hak, bizleri böyle bir aşk-ı hakîkî ile yaşatsın! Muhabbetin bereketli pınarlarıyla bütün kurak gönülleri yeşertsin! Bu çileli dünya hayatında da bizleri cennet güzelliği içerisinde mâmûr eylesin!
Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Sayı: Temmuz 2006
YORUMLAR