İslam’da Özel Hayatın Gizliliği
İslam’ın özel hayatın gizliliğine verdiği önem.
İslâm, mahremiyetler sahasında hak ve hürriyetleri koruyup gözetmiştir.
İSLAM’DA MAHREMİYETİN ÖNEMİ
İslâmiyet, toplumda fücûrun alenen işlenmesine karşı yasak ve cezalar getirmiştir. Fakat insanların hususî hayatlarında tâkibâtı ve tecessüsü men etmiştir.
Demek ki İslâm, menhiyyâtı tamamen yok etmeye değil, onun toplumda yayılmasını ve revaç bulmasını önlemeye çalışmaktadır. Kötülükleri yok etmese de asıl azaltacak gayret, toplumdaki takvâ ve ahlâkın güçlendirilmesi olacaktır. Bu da İslâm dünya görüşünün realizm ve idealizm dengesine güzel bir misaldir.
Halîfe Ömer radıyallâhu anh, Medîne’de geceleyin dolaşıyordu. Bir evde şarkı söyleyen bir erkek sesi işitti. Duvardan atlayıp içeriye girdi. Baktı ki erkeğin yanında bir kadın, bir de şarap var. Bunun üzerine:
“–Ey Allâh’ın düşmanı, sen günah işleyeceksin de Allah seni gizleyecek mi sandın?” dedi. Adam cevaben:
“–Hakkımda hüküm vermek için acele etme ey Mü’minlerin Emîri! Ben Allâh’ın bir emrine isyan ettim, sen ise üç hususta Allâh’a karşı günah işledin. Allah Teâlâ:
«Başkalarının gizli ve ayıp hâllerini merak edip araştırmayın!» (el-Hucurât, 12) buyuruyor, sen ise tecessüs ettin.
«Evlere kapılardan girin!» (el-Bakara, 189) buyuruyor, sen ise duvardan atladın.
«Kendi evlerinizden başka evlere, sahipleri sizi bilmeden, selâm verip izni olmadan girmeyin!» (en-Nûr, 27) buyuruyor, sen ise benim evime izinsiz girdin.”
Bu cevap üzerine Hazret-i Ömer (sakinleşti):
“–Ben seni affedersem, sende bir hayır olur mu, tevbe eder misin?” dedi ve tevbe etmesi şartıyla onun hâlini setretti. (Harâitî, Mekârimü’l-Ahlâk, s. 152)
Görüldüğü üzere Hazret-i Ömer radıyallâhu anh: “Ben halîfeyim, baskın yapmaya salâhiyetim var!” dememiştir.
Ancak âmme hukukuna halel getirecek bir suç işlendiğine dâir kuvvetli bilgi varsa, elbette evlere ve sâir husûsî yerlere de usûlünce girilebilir.
İbn-i Atâullah el-İskenderî Hazretleri’nin şu hikmetli sözlerini, hürriyet bahsinde son söz olarak zikredebiliriz:
“Allah Teâlâ, kulların sâlih amel işleme arzusunun az olduğunu bildiği için, ibadeti farz kılmış ve onları farziyet zincirlerine vurarak cennetine sevk etmiştir.
Cenâb-ı Hak sana hizmeti (ibadeti) farz kılmakla aslında cennetine girmeyi farz kılmıştır.”
Yani Cenâb-ı Hakk’ın, hürriyeti tahdit ediyor gibi görünen emir ve nehiylerinin hepsi, kullarının faydasınadır. Bu mükellefiyetleri muvakkat bir ömürde yerine getiren insan, -inşâallah- sonsuz cehennem esâretinden âzâd olur ve cennette, arzu ettiği nîmetlerle dolu ebedî bir hürriyete kavuşur.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Tefekkür Ufku, Erkam Yayınları