İslam’da Ruhban Sınıfı Neden Yoktur?

Allah ile kul arasına girilir mi? İslam’da ruhban sınıfı var mıdır?

İslâm âlimleri, “Allah’a giden yollar mahlûkâtın nefesleri adedincedir” demişlerdir. Yani her insan Allah -celle celâlühû- ile doğrudan bağlantı kurma hürriyetine sahiptir. Her insan, ibadetleriyle, duâlarıyla Allah’a yalvarır ve O’ndan af isteyebilir. Gönlüyle Allah’a yöneldiğinde O’nu karşısında bulacağı kesindir.

Cenâb-ı Hak sık sık kullarını dua ve tevbeye teşvik eder. Merhametinin çok geniş olduğunu, bu sebeple duaları kabul edip günahları affedeceğini haber verir. Duaları kabul etmek ve günahları affetmek sadece Allah’ın elindedir. Zira yegane kudret sahibi O’dur. Hiçbir mahlûk, Allah’ın yetkilerini kullanamaz. Allah’a âit salâhiyetleri O’nun dışındaki herhangi bir varlıkta görmek, “şirk” sayılır.

ALLAH İLE KUL ARASINA GİRİLİR Mİ?

Akâid mevzûları son derece ciddî ve hassas bir yapıya sahiptir. Bu hususlarda dikkatsiz davranarak, Allah’a ait bir salâhiyeti kullarına da izafe etmek veya onu kısıtlamaya çalışmak, gazab-ı ilâhîyi celbeden son derece tehlikeli bir düşüncedir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hususta şöyle bir hâdise nakleder:

“Beni İsrail’de birbirine zıd istikamette iki kişi vardı: Biri günahkârdı, diğeri de ibadetler husûsunda gayretliydi. Âbid olan diğerini günah işlerken görür, «Bu günahtan vazgeç!» diye îkaz ederdi. Birgün, yine onu günah üzerinde gördü ve «Vazgeç» diye uyardı. Öbürü:

«–Beni Rabbimle başbaşa bırak! Sen benim başıma bekçi olarak mı gönderildin?» dedi. Âbid:

«–Vallahi Allah seni affetmez!» Veya: «Allah seni Cennet’e koymaz!» dedi.

Bir müddet sonra ikisinin de ruhları kabzedildi ve Âlemlerin Rabbi’nin huzûrunda bir araya geldiler. Allah Teâlâ Hazretleri ibadetler husûsunda gayretli olana:

«–Sen benim, (kullarıma nasıl muâmele edeceğimi kesin olarak) biliyor musun veya benim yetki ve tasarrufumda olan bir şeyi yapmaya kâdir misin?» dedi.

Günahkâra dönerek:

«–Git, rahmetimle Cennet’e gir!» buyurdu. Diğeri için de:

«–Bunu Cehennem’e götürün!» diye emretti.”

İmam Ahmed bin Hanbel’in rivâyetine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sözlerini şöyle tamamlamıştır:

“Ebü’l-Kâsım’ın nefsi yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki adam Allah’ın gazabını celbedecek yanlış bir söz söyledi, dünyasını da âhiretini de helâk etti.” (Ebû Dâvûd, Edeb 43/4901; Ahmed, II, 323. krş. Müslim, Birr, 137)

Buradan, günah işlemenin mâzur görüleceği gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Allah hakkında câhilce konuşmanın ve yanlış inançlara sahip olmanın ne kadar tehlikeli boyutlara varabileceğine dikkat edilmelidir.

Uhud Gazvesi’nde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çok zor durumda kalmıştı. Ordusu dağılmış, alnından yaralanmış ve mübarek dişleri kırılmıştı. Bu sıkıntı ve üzüntüsü sebebiyle bir ara:

“Peygamberine bu eziyeti revâ gören ve onu yaralayan bir kavim nasıl kurtuluşa erebilir?” demişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, şu îkazda bulundu:

“Bu hususta sana ait bir iş yoktur: Allah isterse onlara tevbe nasib edip günahlarını affeder, isterse zâlimlikleri sebebiyle kendilerine azap eder.” (Âl-i İmrân, 128) (Buhârî, Meğâzî, 21; Müslim, Cihâd, 104; Tirmizî, Tefsîr, 3/3002-3003)

Bir bedevî esir edilerek Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e getirilmişti. Bedevî:

“Allah’ım, sana yönelip tevbe ediyorum, Muhammed’e tevbe etmiyorum” dedi. Bu söz üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Hakkı ehline tanıdı (verdi), onu serbest bırakınız!” buyurdu. (Ahmed, III, 435; Hâkim, IV, 284/7654; Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, no: 1727; Münâvî, Feyz, no: 5423)

Konuyla ilgili olarak Hz. İsa -aleyhisselâm-’ın şu sözü de câlib-i dikkattir:

“...Sanki Rab’mışsınız gibi insanların günahlarına bakmayınız. Bir kula yakışır şekilde kendi günahlarınıza bakınız. ” (Muvatta’, Kelâm, 8; İbn-i Ebî Şeybe, VI, 340/31879)

İslâm’da dua, tevbe, ibadet, nikâh gibi hususlarda bir din adamına ihtiyaç yoktur. Her müslüman kendisine yetecek kadar dînî bilgiyi edinmek zorundadır. Müslümanlar namaz kılmak için bir araya geldiklerinde, içlerinden en bilgili ve faziletli insanı imamlığa geçirirler. İslâm âlimlerinin vazifesi, sadece dînî esasları açıklayıp öğretmek, vaaz ve nasihatlerle doğru yolu gösterip insanları aydınlatmaktır. Yoksa Allah -celle celâlühû- ile kul arasına girip onları affetme veya dualarını kabul etme gibi bir yetkileri yoktur.

Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

“İSLAM’DA RUHBANLIK YOKTUR” AYETİ

“İslam’da Ruhbanlık Yoktur” Ayeti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.