İslam'da Sınırı Olmayan Hizmet
İslâm’ı yaşama ve yaşatma gayretleri, bir başka ifadeyle, Allah yolunda can ve malla hizmet etmek; diğer bazı ibâdetler gibi, hududu tayin edilmiş bir vazife değildir.
Namazın ve orucun vakitlerini biliriz. Zekâtın şartları, nisâbı ve nisbetleri mâlûmdur. Fakat İslâm’a hizmet, cihad, tebliğ gibi vazifelerde ise «ucu açık» bir emir mevzubahistir. Bunun hududu, ancak kişinin imkân ve tâkatidir. Zira Cenâb-ı Hak, kimseye vüs‘atinden ötesini emretmez. Lâkin bu, vüs‘ati kadarını yani tâkatinin yettiği kadarını emreder demektir. Âyet-i kerîmede;
لَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهِ
“…Bize tâkatimizin yetmediği şeyleri yükleme!” (el-Bakara, 286) diye duâ etmemiz tâlim edilmektedir.
Demek ki;
Cenâb-ı Hak, verdiği tâkatten mes’ul kılıyor.
–Bir mü’min, tâkatinin hududunu nasıl belirler?
–Şu âyet-i kerîmeye ittibâ ederek:
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ
“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” (el-İnşirâh, 7-8)
Böylece kişi; Cenâb-ı Hakk’ın kendisine lutfettiği her günü, her zaman dilimini, İslâm’ı yaşamak ve yaşatmak maddesi içine girecek hayırlı hizmet ve ibâdetlerle doldurursa, elinden geleni yapmış olma huzurunu idrâk edebilir.
Bu vazife o kadar mühimdir ki;
Zekât, sadaka ve infak mefhumları Kur’ân-ı Kerim’de 125 yerde geçmektedir.
İnfak sadece, maddî şeylerden değil, her türlü imkândan îfâ edilir. Kimisi bedenî gayretiyle, kimisi ilmiyle, kimisi kalemiyle Allah yolunda infakta bulunur.
Bu ısrarlı telkinler; bizi merhamete tevcih eden, dolayısıyla da hizmet ve fedâkârlığa teşvik eden tâlimatlardır.
Çünkü Cenâb-ı Hak bize esmâ-i hüsnâsından en çok «Rahmân ve Rahîm» isimlerini bildirmekte ve tekrarlatmaktadır. Peygamberimiz’i de «Raûf ve Rahîm» sıfatlarıyla tarif etmektedir.
Fahr-i Kâinât Efendimiz; merhamet ve şefkatin zirvesidir. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, gece-gündüz ümmetinin derdiyle dertlendi. Tebliğe koştu. Bu uğurda hiçbir çileye ve ızdırâba aldırmadı. Hiçbir zaman da durup dinlenmedi. Mola vermedi. «Sonra yaparım.» demedi. Hiçbir bezginlik, yılgınlık ve yorgunluk hissetmedi.
Peygamber Efendimiz, Kuba Mescidi ve Mescid-i Nebevî inşâ edilirken bizzat taş taşıdı. Hendek Harbi’nde hendek kazanlarla beraber O da çalıştı. Sefere giderken en önde gider, orduya cesaret verirdi. Dönüş yolunda ise arkadan yürür; güçlük çeken zayıflara yardımcı olur, onları terkisine bindirir ve onlara duâ ederdi. (Böylece kendilerine en güzel bir teselli olurdu.) (Ebû Dâvûd, Cihâd, 94/2639)
Her hâli fedâkârlık idi. Âişe Vâlidemiz şöyle anlatır:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in aile efrâdı; Medine’ye geldiği günden vefât ettiği güne kadar, üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.” (Müslim, Zühd, 20)
“Dilesek doyabilirdik. (Yani bu açlık, yokluktan değildi. Gazvelerden bize ganîmetler, hediyeler ve benzeri imkânlar gelirdi.) Fakat Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- (mü’min kardeşlerini kendine tercih makamında) îsârda bulunurdu.” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, III/62 [1396])
Fahr-i Kâinât Efendimiz; kendisine gelen nimetleri, bilhassa İslâm’ın âkıbeti için çok ehemmiyetli gördüğü ashâb-ı suffeye gönderirdi. Onlara ikram etmekteki lezzet, O’na kendi açlığını unuttururdu.
Ebû Talha -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır.
“O Rasûller Sultanı, açlıktan iki büklüm olan belini doğrultmak için karnına taş bağlamıştı. O, bu hâliyle ayakta durmuş ve Ashâb-ı Suffe’ye Kur’ân öğretiyordu.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 342)
Çünkü O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; cehâlet ve küfür içindeki insanlığın mânevî yangınlar içinde kavrulduklarını görmekteydi. O dehşetli yangının karşısında, hiçbir zaman kendini düşünmedi, rahatını aramadı.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Aralık Sayı: 15
HİZMET NEDİR?
İSLAM'DA HİZMETİN ADABI
İBADETLER SEVEREK, HİZMET SEVİNEREK YAPILIR