İslam’da ve Diğer Semavi Dinlerde Yer Alan On Emir İçinde Aileyle İlgili Mesajlar Var mıdır?
Hıristiyanlık ve Yahudilikte on emirden söz ediliyor. İslâm’da da buna karşılık olan emir ve yasaklar var mıdır? Bunların içinde aileyle ilgili mesajlar da verilmiş midir?
Sahabeden Abdullah İbn Abbas’tan (r. anh) rivayete göre, bütün semâvî dinlerde ortak olan on emir En’âm sûresinde aşağıdaki iki ayette toplanmıştır:
“De ki: ‘Öyleyse, gelin de, Rabbinizin size neleri haram kıldığını bildireyim: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babanıza iyilik edin, açlık korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizin de onların da rızkını Biz veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allâh’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar size Allâh’ın emrettikleridir. Umulur ki aklınızı kullanırsınız.”
“Rüşd çağına ulaşıncaya kadar, yetimin malına, en güzel olanın dışında yaklaşmayın! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın! Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınınız bile olsa adaletli davranın! Allâh’a verdiğiniz sözü yerine getirin! Allah size, düşünüp öğüt almanız için böylece öğüt vermektedir.” [1]
İSLAM’DA 10 EMİR
Bunları kısaca açıklayacağız:
1) Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmamak. Allâh’a ortak koşmanın kişiyi cehenneme götüreceğini bildiren pek çok ayet vardır. Bazıları şunlardır: “İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah’tan başkasını, O’na denk tanrılar edinir de onları Allâh’ı sever gibi severler.” [2] “Andolsun ki “Allah, Meryem oğlu Mesih’in ta kendisidir.” diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa İsa (a.s.) şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allâh’a kulluk edin. Kim Allâh’a şirk koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar ve onun varacağı yer ateştir ve zalimlerin için yardımcılar da yoktur.” [3]
“Şüphesiz ki Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; ama dilediği kimsenin şirk dışındaki günahlarını bağışlar. Allâh’a şirk koşan, büyük bir günah işleyerek Allâh’a iftira etmiş olur.” [4]
Cabir’den (r.a.) rivayete göre, bir adam Nebî’ye (s.a.v.) gelerek, kişiyi cennete veya cehenneme götürecek etkenin ne olduğunu sordu. Hz. Peygamber şu cevabı verdi: “Allâh’a ortak koşmadan ölen cennete, O’na ortak koşarak ölen ise cehenneme gider.” [5]
Muaz İbn Cebel’e (r.a.) bir gün Allâh’ın Rasûlü şöyle buyurdu: “Ey Muaz! Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet eden kimseye Allah cehennemi haram kılar.” İnsanlar gevşeklik içine girer korkusuyla Hz. Muaz bu hadisi ölümüne yakın nakletmiştir.[6]
Ebû Zerr el-Gifârî, Allâh’ın elçisinin şöyle buyurduğunu anlatır: “Cebrail bana geldi ve Allâh’a ortak koşmayarak ölen kimsenin cennete gireceğini müjdeledi. Bunun üzerine Ebû Zerr demiş ki: Zina etse, hırsızlık etse de mi? Evet zina etse hırsızlık etse de! (Bu soruyu Ebû Zerr üç kez tekrarlamış, Allâh’ın elçisi üçünde de aynı cevabı vermiş). Bazı rivayetlerde, Ebû Zerr’in hoşuna gitmese de bu böyledir, ilâvesi vardır. Tirmizî, bu hadis için hasen-sahîh demiştir.[7]
2) Ana-babaya iyilik etmek. Kur’ân-ı Kerîm’in birkaç yerinde ana babaya iyilik, Allâh’a kullukla birlikte anılır. Çünkü insan üzerinde Allah hakkından sonra en önemli haklar ana baba ile ilgilidir.
İlgili ayetlerde şöyle buyurulur: “Biz insana, ana babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Eğer onlar seni, hakkında bir bilgin olmayan bir şeyi, bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.” [8] “Biz insana ana-babasını da tavsiye ettik. Anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşıdı. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana ve babana şükret diye (tavsiye ettik). Dönüş ancak banadır.”[9]
Bu emir ve yasakların benzerinin daha önce Hz. Musa kavmine de emredildiği şu ayetten anlaşılıyor: “Bir zamanlar İsrailoğulları’ndan: “Yalnız Allâh’a kulluk edin, anaya) babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilik edin ve insanlara güzel söz söyleyin; namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin!” diye kesin söz almıştık.” [10]
Abdullah İbn Mes’ud anlatıyor. Allâh’ın elçisine, “Hangi amel daha üstündür?” diye sordum. “Vaktinde kılınan namaz.” dedi. Sonra hangisi? dedim. “Ana babaya iyilik.” dedi. Sonra hangisi? dedim. Allah yolunda cihad.” dedi. Eğer sormaya devam etseydim, daha da söyleyecekti!” [11]
3) Yoksulluk korkusuyla çocukları öldürmemek. Bunun kapsamına, cahiliye döneminde kız çocuklarını öldürme girdiği gibi, uzuvları teşekkül etmiş ve ruh üflenmiş olan ceninin, annenin hayatını kurtarma gibi önemli bir neden olmaksızın düşürülmesi de girmelidir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Geçim korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, onlara da size de rızkı biz veririz. Şüphesiz ki onları öldürmek, büyük bir günahtır!” [12] “Diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna sorulduğunda: Günahı neydi de öldürüldü?” [13]
4) Fuhşun açığına da gizlisine de yaklaşmamak. Açık ve kapalı fuhuş, hem zinayı hem de her türlü çirkin, günah sayılan filleri ifade eder. Para kazanmak için yapılan zinaya “bigâ” denir. Kur’ân’da, zayıf durumda bulunan cariyelerin para karşılığı zinaya zorlanması yasaklanmıştır.[14]
İlgili ayette şöyle buyurulur: “De ki: Benim Rabbim, ancak açık ya da gizli bütün hayasızlıkları, günah işlemeyi, haksız yere saldırıyı, hakkında hiçbir kanıt indirmediği şeyleri Allâh’a ortak koşmanızı ve bilmediğiniz şeyleri Allâh’a isnat etmenizi haram kılmıştır.” [15]
5) Haksız yere bir cana kıymamak. İlgili ayette şöyle buyurulur: “Yine onlar Allah ile birlikte başka bir tanrıya tapmazlar, Allâh’ın haram kıldığı cana, haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa günahının cezasını çeker.” [16]
Ölüm cezası, kısas yoluyla öldürmek ve devlete karşı isyan etmek veya savaş hali gibi durumlarda öldürme bir özür sayılabilir.[17]
152.nci ayette bunlara beş madde daha eklenir:
6) Yetim malı yememek. İlgili ayetlerde şöyle buyuruluyor: “Yetimin malına, rüşd çağına erişinceye kadar, en güzel olanın dışında yaklaşmayın. Bir de verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen sözde sorumluluk vardır.” [18] “Yetimlere mallarını verin. Kötü olanı iyi olanla değiştirmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza karıştırıp yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır.” [19]
Babası vefat eden yetim çocuk, rüşd çağı olan 18-20 yaşlarına ulaşıncaya kadar kendi malında doğrudan tasarrufta bulunamayacağı için, bu mallar temsilci olan vasi veya kayyım tarafından yönetilecektir. Bu yönetimin en güzel (ahsen) oluşu rasyonel (akılcı) ve rantabl (verimli/kârlı) olmasıyla gerçekleşir. Buna göre, yetime ait malları kiraya vermek veya satmak gerektiğinde “rayiç bedel” esas alınacaktır. Çünkü yetim malının tükenmemesi ve artması ancak kârlı şekilde işletilmesiyle mümkündür. Fâhiş gabin (taşınmazlarda emsalinden %20’den fazla), düşük fiyatla satış veya kiraya verme durumunda “satış veya kira sözleşmesi” bâtıl sayılmıştır. Yetim adına bu oranda yüksek fiyatla mal satın almak veya kiralamak da aynı hükümlere tabidir. Yetime ait mallar kârlı şekilde işletilemez ve sürekli zarar meydana geleceği belli olursa, işletmeleri durdurup, eldeki mallar yetim için en yararlı olabilecek altın, döviz veya gayri menkul alımı gibi bir alana yatırım yapılarak, mal varlığı koruma altına alınır ve rüşd yaşına ulaştığında kendisine teslim edilir.[20]
Yukarıda yetim malı için öngörülen bu ölçüler vakıf ve kamu mülkleri için de geçerlidir. Kısaca belirtilen bu üç çeşit malın kiraya verilmesi veya satılması rayiç bedel üzerinden olmalıdır. Kira bedeli fahiş gabin ölçüsünde düşük olursa akit batıl olur. Kiracıdan ya farkı tamamlaması veya kiralanan yeri boşaltması istenir. Zaruret olmadıkça yetim, vakıf ve beytülmale ait gayri menkullerden dükkan, mesken ve benzerlerinin bir yıllığına, arazilerin ise en fazla üç yıllığına kiraya verilmesi asıldır. Vakfın ve ayni hükme tabi olan malların korunması ve amaca uygun gelir sağlanabilmesi için bu sınırlamalara gerek duyulmuştur. Hanefîlerde fetvaya esas olan görüş budur. Ancak vakfın onarılması için acele paraya ihtiyaç olursa, kira süresi, kira bedeli peşin alınarak uzatılabilir.[21]
Günümüzde vakıf gayri menkullerin; hazine, özel idare, belediyeler, emekli sandığı, sosyal sigortalar kurumu gibi devlet kurum ve kuruluşlarına ait malların satımı veya kiraya verilmesi de İslâmî açıdan aynı hükümlere tabidir. Ancak bu kuruluşlara ait iş hanı, otel, santral garaj, iş yeri vb tesisler araştırıldığında rayiç bedelin çok altında bir bedelle kiraya verildikleri ve özellikle pek çok vakıf gayri menkullerin çeşitli devirlerde “istibdal (hâkim kontrolünde akar yerine akar satın alma)” esasları gözetilmeden, özel şahısların mülkiyetine intikal ettikleri görülür. Bunlar topluma ait mülkler olduğu için, kamu yararı gözetilmeksizin yapılan bu gibi tasarrufların, tasarruf sahipleri için uhrevi bakımdan ne kadar riskli olduğu açıktır. Devletin yönetim velayetini üzerine aldığı toplum mülklerine satış veya kira halinde “rayiç bedel” prensibinin uygulanması durumunda, vakfiyelerde yer alan hayır hizmetlerinin gerçekleşmesiyle; eğitim, sağlık, yoksulluk ve emeklilik gibi sosyal problemlerin devlete yük olmadan önemli ölçüde çözüleceğinde şüphe yoktur.[22]
7) Ölçü ve tartıya hile karıştırmamak. İslâm kul hakkına çok önem vermiştir. Ticarette özellikle müşterinin, anlayamadığı yollarla aldatılması, kazancı haram veya mekruh hale getirmeye başlar. Kur’ân’da Hz. Şuayb’ın Medyen halkına şöyle öğüt verdiği belirtilir:
“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allâh’a ibadet edin, sizin için ondan başka ilâh yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı dosdoğru yapın ve insanların sahip olduğu hak ve mallarını eksiltmeyin! Yeryüzü düzene girdikten sonra, orada fesat çıkarmayın!” [23]
8) Bir kimseye gücünün yetmeyeceği işi yüklememek. Ayette şöyle buyurulur: “Allah hiç kimseye gücünün yetmeyeceği şeyi yüklemez.” [24]
9) Yalancı şahitlik etmemek. Akrabasının aleyhine bile olsa tanıklığı doğru yapmak gerekir. İlgili ayette şöyle buyurulur: “Ey Îman edenler! Kendiniz, ana) babanız ve yakınlarınızın aleyhinde bile olsa adaleti titizlikle ayakta tutan, Allah için şahitlik eden kimseler olun. Hakkında şahitlik ettiğiniz kimseler zengin de olsa fakir de olsa, duygularınıza kapılıp adaletten ayrılmayın. Çünkü Allah onlara (sizden) daha yakındır. Eğer sözü eğip bükerek gerçeği çarpıtır veya şahitlikten vazgeçerseniz (bilin ki), Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” [25]
10) Verdiği sözde durmak. İslâm’da verilen söz, çok önemsenmiştir. Müminin sözü senettir, özdeyişi yerinde bir sözdür. Yemin, adak ve zıhar gibi büyük sözler için konulan telafi ve kefaretler bunu gösterir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, karşılıklı borçlanmalarda bunun yazıyla tespiti yanında, verilen sözlere ve yapılan antlaşmalara uyulması istenmiştir.
İlgili ayetlerde şöyle buyrulur: “Ey Îman edenler! Yaptığınız sözleşme hükümlerini yerine getirin.” [26] “Sözleşme yaptığınız zaman, Allâh’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin ve Allâh’ı üzerinize şahit tutarak, iyice pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.” [27] “Verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” [28] Hz. Peygamber’in şu hadisi de yukarıdaki ayetleri tefsir eder. “Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar. Ancak haramı helâl, helâlı haram kılan şart bunun dışındadır.” [29]
Diğer yandan ödeme güçlüğü içinde olan borçluya gerekli kolaylığın gösterilmesi gerekir. Ayette şöyle buyrulur: “Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyince kadar süre vermek vardır. Bilirseniz, borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.” [30] Ancak ödeme gücü olduğu halde, borcunu vadesinde ödemeyen kimse alacaklıya zulüm yapmış olur. Nitekim bir hadiste: “Zenginin borcunu ertelemesi bir zulümdür.” buyrulmuştur.[31] Alacaklı bu varlıklı kimseden alacağını mahkeme yoluyla zorla alabilir.
Ödemek niyetiyle borçlanan kimseye Cenâb-ı Hak yardımcı olur. Ebû Hüreyre (r.a.)’ın naklettiği bir hadiste şöyle buyrulur: “Kim ödemek niyetiyle borçlanırsa, Allah onu bu borcu ödemeye muvaffak kılar. Kim de başkasının malını telef etmek niyetiyle alırsa, Allah onu telef ettirir, ödemeye muvaffak olamaz.” [32]
Borçlanmada niyetin önemi Ebû Ümame (r.a.)’ın naklettiği şu hadiste daha açıktır: “Bir kimse ödeme için borçlanır, fakat borcunu ödeyemeden ölürse, Allah onun borcundan vazgeçer ve istediği bedeli vererek alacaklısını razı eder. Buna karşılık ödeme niyeti olmaksızın borçlanan kimse, borcunu ödemeden ölürse, Yüce Allah ondan alacaklıların hakkını alır.” [33]
Ancak bu dua ve sakındırmalar, İslâm’da borçlanmanın caiz olmadığı anlamına gelmez. Borçlanmada ölçünün kaçırılmaması ve ödeme gücünü aşacak borç yükü altına girilmemesi istenir.
SEMAVİ DİNLERDE ON EMİR
Diğer semavi dinlerde on emir aşağıdaki maddelerde toplanmıştır:
- Allah’tan başka ilâhların olmayacaktır.
- Kendin için oyma put yapmayacaksın.
- Allâh’ın adını boş yere ağza almayacaksın.
- Altı gün işleyeceksin fakat yedinci gün Allâh’ın rabbe mukaddestir.
- Babana ve anana hürmet et.
- Kimseyi öldürmeyeceksin.
- Zina etmeyeceksin.
- Hırsızlık yapmayacaksın.
- Yalan söylemeyeceksin.
- Haset etmeyeceksin.
Dipnotlar:
[1]. En’âm sûresi, 6/151, 152. [2]. Bakara, 2/165. [3]. Mâide, 5/72. [4]. Nisâ, 4/48. bk. 4/116. [5]. Müslim, Îman, 151. [6]. Buhârî, Îman, 49; Müslim, Îman, 53. [7]. Buhârî, Cenâiz, 1, Bed’ü’l-halk, 6, Libâs, 24; Müslim, Îman, 153, 154, Zekât, 32, 33; Tirmizî, Îman, 18; A. İbn Hanbel, V, 152, 159, 161. [8]. Ankebût, 29/8. [9]. Lokman, 31/14. [10]. Bakara, 2/83. bk. İsrâ, 17/23-24; Lokman, 31/14-15. [11]. Buhârî, Mevâkît, 5; Müslim, Îman, 139; Ebû Dâvûd, Tahâret, 61; A. İbn Hanbel, I, 410, 418, 421. [12]. İsrâ, 17/31. bk. En’âm, 6/137. [13]. Tekvîr, 81/8-9. [14]. bk. Nûr, 24/33. [15]. A’râf, 7/33. [16]. Furkân, 25/68. [17]. bk. Bakara, 2/190; Mâide, 5/33; Hucurât, 49/9; Tevbe, 9/5, 12, 29, 36, 123; İsrâ, 17/31; Buhârî, Diyât, 6, Kasâme, 25, 26. [18]. İsrâ, 17/34. [19]. Nisâ, 4/2. [20]. bk. Ali Haydar Duraru’l-Hukkâm, I, 588, 589; Mecelle, mad. 165. [21]. Geniş bilgi için bk. H. Döndüren, Delilleriyle Ticaret ve İktisat İlmihali, s.276-279. [22]. Ayrıca bk. İsrâ, 17/34; Nisâ, 4/36. [23]. A’râf, 7/85. [24]. Bakara, 2/286. [25]. Nisâ, 4/135. [26]. Mâide, 5/1. [27]. Nahl, 16/91. [28]. İsrâ, 17/34. [29]. Buhârî, İcâre, 14; Tirmizî, Ahkâm, 17. Hadisteki son cümle yalnız Tirmizî rivayetinde vardır. [30]. Bakara, 2/280. [31]. Buhârî, Havâle, 1, 2, İstikrâz, 12; Müslim, Müsâkât, 33; Ebû Dâvûd, Büyû’, 10; Tirmizî, Büyû’, 68. [32]. Buhârî, Zekât, 18, İstikrâz, 2; İbn Mâce, Sadakât, 11; A. İbn Hanbel, II, 361. [33]. Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Terc., 7. baskı, Ankara 1984, VII, 273.
Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları
YORUMLAR