İslam’da Yasaklanan Şeyler
İslam dininde yapılması yasak olan şeyler nelerdir? Haram nedir ve hangi şeyler haramdır? Haramların Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerdeki delilleri, çeşitleri ve zararları hakkında bilinmesi gerekenler.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de hoş ve temiz şeylerden istifâde etmeyi kullarına helal kılmış ve bunları yasaklamak isteyenleri azarlamıştır. Sonra da kendisinin insanların faydasına olan şeyleri yasaklamayıp sadece zararlı şeyleri haram kıldığına işaret ederek şöyle buyurmuştur:
“De ki: Rabbim açığıyla, gizlisiyle tüm çirkinlik ve hayâsızlıkları, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı... haram kılmıştır.” (A‘râf, 33)
Günahlar ve haramlar, insanı maddî ve mânevî olarak helâke sürükleyen zehirler mesâbesindedir. Fakat şeytan ve nefis, onları süsleyerek insanlara tatlı ve hoş gösterir. Buna aldanan insanlar da nihayetinde mânevî hayatlarını perişân ederler. Hâlbuki helâl olan şeyler daha çok ve daha faydalıdır. Zira, “Eşyada aslolan ibâhadır.” Yani bir şeyin haram olduğuna dâir kuvvetli bir dînî delil yoksa o helâldir. Bu sebeple haram ve yasak olan şeyler istisnâ kabilinden çok azdır. Bununla birlikte İslâm, her yasağın meşrû zeminde alternatifini, daha iyi ve temiz olanını da göstermiştir. Ancak ne hikmetse insanoğlu, bunca helal şeyi bırakıp belirli sayıdaki haramlara heveslenir.
Zaruretler, beklenmedik şartlar, zorlamalar ve hayatî tehlikeler karşısında bazı yasakların geçici olarak ve ihtiyaç miktarınca ihlâline müsâade edilir.[1] Ancak zarûret ve ihtiyacın tâyin ve takdirinde indî ve ferdî kanaatlerden ziyade şer‘î ve objektif ölçülerin esas alınacağı muhakkaktır.
İslâm’ın koyduğu yasakların maksadı ferdî ve içtimaî olarak insanları hertürlü sapmadan ve yanlıştan korumak, huzur içinde yaşamalarını ve Rablerinin katına temiz bir alınla çıkmalarını temin etmektir. Bu itibarla İslâm’ın yasakları, onun rahmet dini olmasının tabiî bir îcâbı ve neticesidir.
Öte yandan İslâm dini itikadî, ahlâkî ve hukukî umdeleri birbiriyle irtibatlandırarak makul bir bütünlük ve denge içerisinde birlikte takdim etmiştir. Ortaya koyduğu itikadî ve ahlâkî esasları, zaman zaman hukukî müeyyidelerle desteklemiştir.
İslâm’ın koyduğu haramların bildiğimiz veya bilemediğimiz pek çok hikmet ve sebebi vardır. Bu yasaklara uymak her şeyden önce kulun Rabbi karşısında ciddî bir imtihan vermesidir. Bunun yanında, dinî bir yasağa uymak, kullara dünyevî ve uhrevî pek çok fayda temin eder. Cenâb-ı Hakk’ın insanlara bu yöndeki merhamet ve şefkatine misâl olmak üzere birkaç haramdan ve onların zararlarında bahsetmek yerinde olacaktır:
İSLÂM’DA BAZI YASAKLAR VE ZARARLARI
-
Faiz
Karşılıksız mal elde etme esâsına dayanan faiz/ribâ, zâhirde, insanlara yardım ve kolaylık gibi görünse de, hakikatte zor durumdaki insanların çâresizliğini istismâr etmekten başka bir işe yaramaz. Bu sebeple büyük bir kul hakkı ihlâlidir. Dînî ve ahlâkî duyguları söndüren ve ekonominin içini kemiren habis bir urdur. Zenginin daha çok güçlenmesine, muhtâcın da daha çok ezilmesine sebep olur. Böylece toplum kesimleri arasında derin uçurumlar meydana getirir. Hâlbuki meşhur iktisatçıların tâbiriyle ekonomik olarak en iyi seviyede bulunan toplum, enflasyon ve faiz oranlarını sıfırlayan toplumdur.
Bunun yanında faizin; sun’î fiyat artışına yol açmak; diğergamlık, yardımlaşma, dayanışma, muhabbet, merhamet ve şefkat gibi ahlâkî duyguları zaafa uğratmak; bencilliği ve menfaatperestliği körükleyip para ve nüfuz kazanma hırsını kamçılamak gibi pek çok zararları vardır.
Faiz, insanları çalışıp kazanmak ve üretim ile meşgul olmaktan uzak tutar. Faize alışan insanlar, ziraat, zanaat ve ticaret gibi temel kazanç yollarını terk ederler. Geriye para ile para kazanmak kalır ki, bu da üretimi azaltan zararlı bir durumdur.
Faiz, büyük çekişmelere ve ardı arkası kesilmeyen husûmetlere sebep olur. Akitler arasında, düşmanlık ve husûmete sebep olma bakımından faiz gibisi yoktur. Faizin en kötü yönü de insanın ona mübtelâ/tiryaki olup bir türlü kurtulamayışıdır.
Faiz sayesinde, yorulmadan para ile para kazanmak, bazı insanların hoşuna gitse de bu durum fertlerin ve toplumun aleyhinedir. Hatta uzun vâdede toplumdaki emek-sermâye münâsebetlerini altüst ettiğinden, sonunda bizzat faiz yiyen kişilerin de aleyhine dönmektedir.
Kur’ân-ı Kerim’de, Allah ve Rasûlü’nün faizle meşgul olanlara harb ilan ettiği bildirilmiştir.[2] Diğer bir âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimse gibi kalkarlar. (Bakara, 275)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de kazançların en şerlisinin faizle elde edilen mal olduğunu bildirmiştir.[3] Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmetini bu büyük günahtan uzaklaştırmak için, faiz yiyene, yedirene, faizli işlemler yapan memurlara ve bu tür anlaşmaların şahitlerine lânet etmiş, günah bakımından hepsinin eşit seviyede olduğunu bildirmiştir.[4]
Peygamber Efendimiz’in faize yardımcı olan herkese lânet etmesi, İslâm toplumunda faizciliğe hiç yer olmadığını, kimsenin ona bulaşmaması gerektiğini en açık bir şekilde anlatmak ve bütün kötülük ve fesat kapılarını kapatmak içindir.
Faiz bütün dinlerde haram kılınan bir günahtır. Çünkü onun zararı açıktır. Âyet-i kerimelerde bunun yahûdilere de yasaklandığı ifade edilir.[5]
Günümüzde faizsiz bir ekonominin imkânsız olduğunu düşünmek yanlıştır. Faizsiz bir ekonomi pekâlâ mümkündür. Nitekim bunu başaran toplumlar mevcuttur. İslâm, faizi şiddetle yasaklamış, buna mukâbil ortaklık usûlüyle malı çalıştırıp büyütmeyi tavsiye etmiştir. Çünkü bu usûl herkesin faydasınadır. Bunun yanında, imkân nisbetinde Allah için borç vermeyi (karz-ı hasen) teşvik etmiş ve darda kalan bir kimseye verilen borcu sadakadan daha faziletli saymıştır. Diğer taraftan, zekât ve sadakayı da emrederek topluma tam bir iktisâdî istikrâr ve nizâm kazandırmıştır.
-
İçki ve Uyuşturucu
Alkollü içki ve uyuşturucular, insan fıtratına tamamen zıt olan zararlı maddelerdir. Aslolan insanın ayık ve uyanık olmasıdır. Kendinden geçmiş vaziyette, rehâvet ve tembellik içinde bulunmak makbûl değildir. Uyanıklığı terk etmenin sonucu ise umûmiyetle sapıklığa düşmektir. O hâlde içkiyi ve uyuşturucu maddeleri tabiî görüp benimseyenlerin sapıklığa düşmeleri kaçınılmazdır.
İçki, hem fert hem de toplum için büyük bir fesat sebebidir. İçki içmek aklî melekelere zarar verir. Hâlbuki dünya ve âhirete yönelik bütün maslahatlar ancak akılla gerçekleşir. Akıl gidince insan, akla hayâle gelmez hatalara dalar. Nasıl ki ispirtonun içine bir kıvılcım düştüğünde hemen alev alırsa, alkol bağımlısı bir beynin ve kalbin içinde kötülüğün ateşini tutuşturmak da bu kadar kolay olmaktadır.
İçki, kumar, şans oyunları gibi insana maddî ve mânevî sarhoşluk veren şeyler, insanlığın ebedî düşmanı olan şeytanın elindeki en tesirli silâhlardır. İnsan bunlardan uzak durmadıkça felâha ermesi mümkün değildir. Şeytan, içki ve kumar yoluyla insanlar arasına kin, husûmet ve düşmanlık sokar, onları birbirine düşürür. Onları Allah’ın zikrinden, namazdan ve ibadetlerden alıkoyarak âhiret fukarâları hâline getirir. Kumarda kaybeden taraf, kazanma ümidiyle tekrar tekrar oynama hırsına kapılır, sonunda ferdi ve îçtimâî pek çok huzursuzluklar zuhûr eder. Fal bakmak sûretiyle, Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği gayb âleminden haberler verilerek zavallı insanlar aldatılır, en kıymetli nimetlerden biri olan akıl devre dışı bırakılır. Kısacası bu kötü alışkanlıklar insanların hem dünyalarını hem de âhiretlerini berbat eder. Dolayısıyla iki cihanda da perişân olmaktan kurtulmanın yolu, Allah’ın yasakladığı günahları terk etmektir. (Mâide, 90-91)
Rus profesör Raçinski, şu ibretli sözleri söyler:
“Şeytan, şişenin içinde bekler ve alkol bağımlılarının elinde avucunda ne varsa hepsini alır. Hatta üzerlerindeki son gömleklerini, kucaklarında tuttukları yavrularının son lokmasını bile kapar. Bundan başka şişedeki şeytan, kendine köle ettiği insanların ve âilelerinin sıhhatini, nâmusunu, vicdanını, sevinç ve sürûrunu, huzur ve saâdetini de alır. İnsanlarda çalışma azmini ve duygusunu kırdığı gibi her türlü kazançtan da mahrum bırakır. Bir defâ alkol ve içki üretimi için, ara yerde ne kadar emeklerin boş yere hebâ edildiğini bir düşününüz. Bu kadar çeşit içkinin hazırlanması için ne kadar yiyeceğin, içeceğin ve emeğin boş yere ziyân edildiğini iyice hesap ediniz. Eğer insanların alkol bataklığına pervasızca saçıp savurduğu milyarlarca kilo ekmek, erik, incir ve üzümün hepsi bir araya toplansaydı, hiçbir zaman dünyada açlık ya da gıdâ pahalılığı olmazdı. Bırakın insanları, hayvanları bile doyuncaya kadar besleyecek her çeşit yiyecek bulunabilirdi.
Şişedeki şeytanın bütçesi tam olarak nedir bilinmez. Şeytana uyanlar, kullandıkları içkinin vergilerini zamanında öderler. Lâkin aynı kişiler, başka insanlara ödemek mecburiyetinde oldukları borçlarını bir türlü ödemezler. Şeytan kendi alacaklarını her zaman ve eksiksiz tahsil eder. Eğer bu insanlar ödeyecek paraları yoksa bile, ya çalarlar ya öldürürler ya da kendilerinin ve âilelerinin nâmusunu, şerefini satarlar, ne yapıp eder şeytanın vergisini mutlaka öderler.
Alkol yüzünden binlerce kıymetli ve seçkin insanın hayatı mahvolmuştur. Bu insanlar sahip oldukları değerleri hep kaybetmişlerdir. İçki ve alkol, milyonlarca büyük insanın sıhhatini bozmuştur. Bataklık bir zemin üzerine sağlam ve büyük binalar yapılamayacağı gibi, alkolik ve ayyaş olan bir milletin içinde de kalıcı bir düzen sağlamak ve huzurlu bir hayat tesis etmek mümkün değildir. Bu sebeple, ıslâh faaliyetlerine, öncelikle bütün bir milleti bu feci durumdan uyandırıp ayıltmakla başlamalıdır.”[6]
Dünya Sağlık Teşkîlatı’nın otuz ülkeyi içine alan son araştırma raporlarına göre, cinâyetlerin % 85’i (bunların % 60-70’i âile içine dönüktür), tecâvüzlerin % 50’si, şiddet hâdiselerinin % 50’si, eşlerini dövenlerin % 70’i, işe gitmeyenlerin % 60’ı ve akıl hastalığı vak’alarının % 40-50’si alkolden kaynaklanmaktadır. Alkoliklerden doğan çocuklarda aklî ârızalar % 90’lardadır. Alkolik bir kadının özürlü bir çocuğa sahip olma riski % 35 gibi yüksek bir orandır. Çünkü alkol, ana rahmindeki büyümeyi ve doğum sonrası gelişmeyi engeller; çocukta zekâ geriliğine, boy kısalığına ve davranış bozukluklarına sebep olur. İçki mübtelâsı olan insanların çocukları, sürekli çekişme ve şiddet dolu bir âile atmosferinde yaşadıklarından, onlarda duygusal çöküntü ve davranış bozukluklarının artma riski çok yüksektir. Dolayısıyla bu çocukların çoğu, okulda ve hayatta başarısız olur.[7]
İngiliz Hükümeti resmî raporuna göre alkol tüketimi sebebiyle meydana gelen kavga, yaralanma, hastane masrafları ve sâir durumların İngiliz ekonomisine getirdiği yük, yıllık 20 milyar sterlin (30 milyar dolar) civarındadır.[8]
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Sakın içki içme, çünkü o bütün kötülük ve şerlerin anahtarıdır.” (İbn-i Mâce, Eşribe, 1)
“Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır.” (Ebû Dâvûd, Eşribe, 5/3681; Tirmizî, Eşribe, 3/1865)
Bu sebeple, “Sarhoş olmayacak kadar içmekle bir şey olmaz” diyenlere aldanmamalıdır. Ölçü gayet açıktır, bir şeyin çoğu sarhoş ediyorsa, onun azı da haramdır. İslâm, günaha giden yolları tamamen kapatarak kötülükleri en güzel şekilde önlemek ister. Hayatın pratiğine uymayan teorik çözümleri kâle almaz. Yasakları, caydırıcı olması için büyük bir hikmetle koyar ve bunları çiğneyenlere de en uygun cezaları verir. Bu durum, dinimizin insana ne kadar değer verdiğini, onu nihâyetsiz bir şefkât ve merhametle kucakladığını gösterir.
-
Zina
Zina, öteden beri insan aklının, ahlâk ve hukuk nizamlarının ve bütün semâvî dinlerin tamamen yanlış ve çirkin gördüğü bir davranıştır. Zina nesebin karışmasına, âilenin dağılmasına, hısımlık, komşuluk, arkadaşlık gibi bağların çözülüp toplumdaki mânevî ve ahlâkî değerlerin kökten sarsılmasına sebep olur. İnsanı bedenî zevklerin esiri yaparak haysiyet ve şerefini ayaklar altına alır.
Fuhuş, kadın ticaretinin yaygınlaşmasına, kadının bir geçim kaynağı olarak kullanılmasına ve kadın simsarlarının ortaya çıkmasına yol açar. Kadınlık ve annelik şeref ve haysiyetini târumâr eder.
Diğer taraftan zinanın sıhhat için de pek çok zararları mevcuttur. Zina bataklığına düşen insanlarda frengi, bel soğukluğu gibi sirayet edici pek çok hastalık müşâhede edilmektedir. Günümüzde tıbbın çare bulamadığı ölümcül hastalık AIDS, büyük ölçüde zina yoluyla bulaşmaktadır.
Kullarını çok seven Cenâb-ı Hak, onların böylesi bir çirkinliğe düşmesini asla istemez. Bu sebeple, zina yapmak bir tarafa, yanına yaklaşmayı bile yasaklamıştır. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:
“Fuhşiyâtın (kötülük ve edepsizliğin) açığına da gizlisine de yaklaşmayın!” (En’âm, 151)
“Zinaya yaklaşmayın, zira o çok çirkin bir hayâsızlık ve çok kötü bir yoldur.” (İsrâ, 32)
Yani zinaya zemin hazırlayan hiçbir yola ve vesîleye yaklaşmamak gerekir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, lüzumsuz bakışların kalp için ne derece zararlı olduğunu şöyle ifade buyurur:
“Harama bakış, iblisin zehirli oklarından bir oktur. Her kim Allah korkusu sebebiyle bunu terk ederse Allah ona kalbinde halâvetini hissedeceği bir iman bahşeder.” (Hâkim, IV, 349/7875; Heysemî, VIII, 63)
Bu sebeple İslâm; öncelikle erkek ve kadınların dinin tarif ettiği şekilde örtünmeleri, birbirlerini tahrik edecek davranışlardan kaçınmaları, yabancı erkekle kadının baş başa kalmaması, toplumda açıklık ve müstehcenliğin önlenmesi gibi birinci kademede yer alan tedbirler alır. İnsanları tahrik edecek türden söz, bakış ve yakın ilişkileri, zinaya hazırlayıcı hareketler olarak kınaması da bu yüzdendir. İslâm bunlarla da kalmayıp, âile ve topluma çocukları terbiye etme, evlilik yaşını zaruret olmadıkça geciktirmeme, evlenmeyi kolaylaştırma, toplumda dînî ve ahlâkî değerleri diri tutma vazifesi verir.
Bunlardan anlaşıldığına göre, İslâm’ın gayesi suçluları cezalandırmak değil, toplumda suç vasatının oluşmasına mânî olarak insanların emniyet ve huzur içinde yaşamasını sağlamaktır. Nitekim İslâm tarihi boyunca zina cezası çok nâdir görülmüştür.
Diğer taraftan Cenâb-ı Hak, günahkârlara bazı dünyevî belâlar vermek sûretiyle onları îkâz edip daha büyük zararlardan ve ebedî azaptan muhafaza etmek ister. Zina edenlere de bazı musibetler gönderir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunu şöyle haber verir:
“Bir milletin içinde zina ve fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlemeye başladığında, mutlaka içlerinde vebâ hastalığı ve kendilerinden önce gelip-geçmiş milletlerde görülmemiş başka hastalıklar yayılır.” (İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 582/8623; Beyhakî, Şuab, V, 22)
Dünyada bu kadar zararı olan zina, âhirette de kişiyi rezil-rüsvay eder ve dehşet verici bir azaba sürükler. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:
“Bu gece rüyâmda iki kişi (Cebrâîl ile Mîkâîl) gelerek beni kaldırdılar ve «Haydi gidiyoruz» dediler. Ben de onlarla beraber gittim… Fırın gibi bir yapıya vardık. Orada ne söylenildiği anlaşılamayan çığlıklar, feryatlar birbirine karışıyordu. İçerde bir sürü çıplak erkek ve kadın bulunduğunu anladık. Altlarından alevler yükseldikçe, çığlık atıyor, feryat koparıyorlardı. Meleklere bunların kim olduğunu sordum:
«–Zina eden erkek ve kadınlar» dediler.” (Buhârî, Ta’bîr, 48; Cenâiz, 93; Tirmizî, Rü’yâ, 10/2295)
Livata, lezbiyenlik gibi son derece çirkin fiiller de aynen zinâ gibi büyük günahlardan sayılmıştır. Bunların ne kadar kötü ve zararlı olduğunu her akl-ı selîm sahibi bilir.
Burada saydığımız günahların dışında İslâm; adam öldürmek, sihir yapmak, zina iftirasında bulunmak, anne babaya itaatsizlik etmek, yetim malı yemek, düşmanla mücadele ederken cepheden kaçmak, yalan söylemek, zulmetmek, ihânet etmek, insanların arkasından hoşlanmayacakları şekilde konuşmak (gıybet), iftirâ atmak, hırsızlık yapmak gibi insanlığa pekçok yönden zararı olan büyük günahları da şiddetle yasaklamıştır.[9]
Dipnotlar:
[1] Bkz. Bakara, 173; Mâide, 3, 60; En‘âm, 145; Nahl, 115. [2] Bakara, 278-279. Bir de Mâide Sûresi’nin 33. âyetinde yeryüzünde fesat çıkaran ve yol kesen kimseler için buna benzer bir ifade kullanılmıştır: “Allah ve Rasûlü’ne karşı savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkarmaya (hak düzeni bozmaya) çalışanların cezası…”. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Allah’ın harp ilan ettiği üçüncü bir grubu daha zikreder. Onlar da Allah dostlarına düşmanlık edenlerdir. (Buhârî, Rikâk, 38) Bunlardan başka hiçbir âsî ve günahkâra, bu derece şiddetli bir tehditte bulunulmamıştır. [3] İbn-i Ebî Şeybe, VII, 106/34552; Vâkıdî, III, 1016; ; İbn-i Kesîr, Bidâye, V, 13-14. [4] Müslim, Müsâkât, 106. Ayrıca bkz. Buhârî, Büyû’, 24, 25, 113; Ebû Dâvûd, Büyû, 4/3333; Tirmizî, Büyû’, 2/1206; İbn-i Mâce, Ticârât, 58. [5] Nisâ, 160-161. [6] Grigory Petrov, İdeal Öğretmen, İstanbul 2005, s. 48-52. [7] Musa Tosun, “İçki” mad., Diyanet İslâm Ansiklopedisi, XXI, 463. [8] The Guardian, Saturday March 27 2004, “Sobering thoughts about a claim”, Sean COUGHAN. [9] Buhârî, Şehâdât, 10; Vasâyâ, 23; Müslim, Birr, 55, 56; Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4875; Ahmed, III, 154, 135. Tafsilat için bkz. Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, İstanbul 2007, s. 308-458.
Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası, Erkam Yayınları
YORUMLAR