
İslâm’ı Güzelce Yaşamakla Mükellefiz
İslâm’ı, güzelce yaşamakla mükellefiz. Bunun için hâl ve davranışlarımız dâimâ; İslâm’ın edep, nezâket, zarâfet ve fazîletlerine ayna olmalıdır. Yegâne hak dîn İslâmʼı, ona yakışmayacak hâl ve davranışlarla, yanlış veya kötü temsil etmek, ağır bir vebaldir! İnsanları dinden-îmandan soğutan, gönüllerde İslâmʼın îtibârını zedeleyen hâl ve tavırlar sergilemek, büyük bir cürümdür.
Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:
“Çirkin sesli ve gâfil biri, herkesin gelip geçtiği bir yerde, kulakları tırmalayan yüksek bir sesle Kur’ân-ı Kerîm okuyormuş. Oradan geçen ârif bir zât ona:
«–Bu okumana karşılık ne ücret alıyorsun?» diye sormuş.
Adam:
«–Hiçbir şey.» deyince:
«–Peki niçin okuyorsun?» diye sormuş. O da:
«–Allah rızâsı için okuyorum.» demiş.
Ârif zât:
«–Allah rızâsı için, ne olur artık okuma!» demiş ve ilâve etmiş:
«Çünkü sen, ruhları tırmalayan bu çirkin sesinle okudukça, Müslümanlığın nûrâniyeti gider, rûhâniyeti kaybolur.»”
İSLÂM’I GÜZELCE YAŞAMAKLA MÜKELLEFİZ
Güzel dînimiz İslâm’ı, güzelce yaşamakla mükellefiz. Bunun için hâl ve davranışlarımız dâimâ; İslâm’ın edep, nezâket, zarâfet ve fazîletlerine ayna olmalıdır.
Unutmayalım ki yegâne hak dîn İslâmʼı, ona yakışmayacak hâl ve davranışlarla, yanlış veya kötü temsil etmek, ağır bir vebaldir! İnsanları dinden-îmandan soğutan, gönüllerde İslâmʼın îtibârını zedeleyen hâl ve tavırlar sergilemek, büyük bir cürümdür.
“İslâmʼı, Kurʼânʼı ve Peygamber Efendimizʼi tanımadan önce müslümanları tanısaydım, müslüman olmazdım.” diyen bazı hidâyete ermiş kardeşlerimizin varlığı bile, müslümanlar olarak ne büyük bir mesʼûliyetle karşı karşıya olduğumuzu ifadeye kâfîdir.
Buna mukâbil, müslümanların fazîlet dolu hâl ve davranışlarına hayran kalarak İslâm ile şereflenen din kardeşlerimizin mevcûdiyeti de, güzel dînimizi ona yaraşan bir zarâfetle yaşamanın ne muhteşem bir mânevî kazanç vesîlesi olduğunu ortaya koymaktadır.
Şu kıssa ne kadar mânidardır:
Ramazân-ı Şerîf’te vaaz ve nasîhat için Erzurum’un bir köyüne dâvet edilen İbrahim Hakkı Hazretleri’ni alıp köye getirmek üzere, ücret karşılığında bu işleri yapan gayr-i müslim bir hizmetçi, bir at ile gönderilmişti. Yola çıkıldı. Fakat binit bir tane olduğundan, İbrahim Hakkı Hazretleri, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın Kudüs’e giderken, kölesiyle nöbetleşe deveye binmesini hatırlayarak o da bu fazîlet dolu davranışı tatbik etti. Gayr-i müslim hizmetçi buna her ne kadar:
“–Köylüler bu durumu işitirlerse beni azarlarlar; ücretimi de vermezler!” diye îtiraz ettiyse de, Hazret:
“–Evlâdım, son nefeste hâlimizin ne olacağı meçhul! Sen köylülerin seni azarlamasından endişe ediyorsun, ben ise Allâh’ın huzûrunda verilecek büyük hesaptan korkuyorum!..” buyurup, ata binme işini sıraya koydu.
Hikmet-i ilâhî, tam köye girecekleri esnâda sıra hizmetçiye geldi. Köylülerden korkan adamcağız, hakkından ferâgat ettiğini belirterek, Hazret’in ata binmesini ısrarla istediyse de İbrahim Hakkı Hazretleri:
“–Sıra senindir!” dedi ve atın önünde yürüyerek köye girdi.
Halk bu hâli görünce, hemen hizmetçinin etrafını sardı ve:
“–Vay densiz! Gençliğine bakmadan ata kurulmuş, şu ak sakallı ihtiyar üstâdı yürütmektesin ha!” şeklinde sert ifadelerle onu azarlamaya başladılar. İbrahim Hakkı Hazretleri meseleyi îzah edince, azarlamaktan vazgeçtiler.
O sırada köylülerden biri hizmetçiye:
“–Be adam! Bu kadar fazîleti gördün ve yaşadın! Bâri müslüman ol!” dedi.
Hizmetçi, bir müddet sükût ettikten sonra, oradakilere şu ibretli cevâbı verdi:
“–Eğer sizin dîninize dâvet ediyorsanız, aslâ! Ama şu mübârek zâtın dînine dâvet ediyorsanız, o dîne daha yoldayken îmân ettim bile!..”
UNUTMA
Bu sebeple müslümanlar olarak hepimiz aslında hâlimizle, yani şahsiyetimiz, karakterimiz ve yaşayışımızla, İslâmʼı temsil mevkiinde bulunduğumuzu unutmamalıyız. Çevremizde bize bakarak İslâm hakkında kanaat sahibi olacak insanlar bulunabileceğini düşünerek, hâl ve davranışlarımıza son derece dikkat etmeliyiz.
Nitekim ecdâdımız Osmanlı, Balkanları fethettiğinde oralara Anadoluʼnun temiz ailelerini yerleştirmişti. Onların fazîlet dolu yaşayışlarına hayran kalan Arnavutların yüzde doksanı, Boşnakların tamamı İslâm ile şereflendi.
Bizler de İslâmʼı güzelce tebliğ ve temsil edebilmek için, önce kendi noksanlıklarımızı telâfi etmeli, gerekli ilmî, irfânî, ahlâkî donanıma sahip olmaya çalışmalıyız. İslâmʼı tebliğ ve temsîlin usûl ve âdâbını da öğrenip tatbik etmeliyiz. Aksi hâlde “kaş yapayım derken göz çıkarmak” kabîlinden, birtakım menfî neticelerle karşılaşabiliriz ki, bu da -Allah korusun- ağır bir vebâli mûcib olur.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2025 – Şubat, Sayı: 468
YORUMLAR