İslam'ı Tebliğde Örnek Gayret

Ubeydullah Ahrâr Hazretleri bütün ömrünü, halkın irşâdı ve hayır hizmetleriyle geçirdi. Fıkarât, Risâle-i Havrâiyye, Risâle-i Vâlidiyye, Ruka‘ât (Mürâselât) gibi kıymetli eserler kaleme aldı.

Bir defasında Herat’a gidip zamanın sultânı Ebû Saîd ile görüşerek dînen meşrû olmayan “tamga” adındaki ticaret vergisini kaldırmasını istedi. Sultan da Buhâra ve Semerkand şehirlerinden bu vergiyi kaldırdı, ayrıca ülkesindeki bütün gayr-i İslâmî vergileri kaldıracağına dâir söz verdi.[1]

Hâce Ubeydullah Hazretleri’nin ilimde derinleşmiş müridlerinden Mevlânâ Burhâneddîn şöyle anlatır:

“Kış mevsiminin başlarıydı. Hava çok soğuktu. Sultan Ahmed Mirza, Türkistan’a sefer düzenlemişti. Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’nin kendisiyle birlikte gelmesini de arzu etti. Hâce Hazretleri hiç tereddüt etmeden bu dâveti kabûl etti. Yanında bir grup arkadaşı da bu sefere iştirâk ettiler. Ben de onlardan biriydim. Yolculuk esnâsında Hâce Hazretleri ve arkadaşları çok sıkıntılar çektiler. Zira hava gâyet sertti. Birçok kere hatırıma; «Eğer Ahrâr Hazretleri bu seferi istemeseydi, Sultan ısrar edemezdi. Böylece hem kendileri hem de arkadaşları bu derece mihnet ve meşakkate düşmezlerdi. Hâce Hazretleri için bu seferde hiçbir fayda yoktur.» diye bir vesvese geldi. Her ne kadar bu kötü düşünceyi kalbimden uzaklaştırmak istedimse de mânî olamadım. Bu zor şartlarda Şâhruhiye’ye varıldı.

Şehre inişimizden iki-üç gün sonra ansızın şiddetli bir gürültü koptu; dört bin kadar Moğol kâfiriyle bin kadar Özbek kâfiri şehri yağma etmek için gelmişler ve o civardaki kasabaları talan edip her yeri yağmalayarak altüst etmişlerdi. Şehrin halkından ve üst tabakasından bâzı heyetler Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’ne gelerek duâ etmesini istiyorlar ve ağlaşarak:

«–Sultân’ın bu kadar kâfire karşı koyacak askeri yoktur. Bu belânın giderilmesi, sizin hayır duânıza bağlıdır.» diye ricâ ediyorlardı. Sultan da, büyük bir teessür içinde Hâce Hazretleri’nin yanına gelerek himmet buyurmalarını taleb etti.

Ubeydullah Ahrâr Hazretleri, ilim ehlinden bir grupla birlikte dışarı çıkıp o zâlim askerlerin bulunduğu yere gitti. Askerlerin kumandanı ve emîrleriyle konuşarak onları iknâ etti. Bu sohbetten öyle müteessir oldular ki, hepsi boyunlarındaki putları çıkarıp fırlattılar ve Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’nin huzûrunda müslüman oldular. Askerlerini de İslâm’a girmeye teşvik ettiler. Ne kadar asker varsa hepsi İslâm’la şereflendi. Askerler, etraftan aldıkları iki bine yakın esir ile on bin kadar hayvanın tamamını Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’ne iâde ettiler.

Hazret, önce esirleri vatanlarına gönderdi. Daha sonra askerlerin İslâm’ı öğrenmesi için bir hâfız ve bir fıkıh âlimi vazifelendirdi. Hâfız, onlara Kur’ân-ı Kerîm’i; fıkıh âlimi de İslâm’ın şartlarını, ibadet, muâmelât ve ahlâkını tâlim etmeye başladı.

Ubeydullah Ahrâr Hazretleri şehre döndü, Sultan’dan izin isteyip Semerkand’a yöneldi. Yola çıktığımızda bana hitâben şöyle buyurdu:

«–Mevlânâ Burhân! Yolculuk zahmetine niçin katlandığımızı şimdi anladın mı?»”[2]


[1] Mîr Abdülevvel, a.g.e, s. 72; Mevlânâ Şeyh, a.g.e, vr. 11a; Muhammed Kādî, a.g.e, vr. 64b-65a.

[2] Reşahât, s. 615-616.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.