İslam'ı Yaşamak İçin Neler Yapmalıyız?

Peygamber Efendimiz kendisine gelen kabilelere İslam'ı yaşamayı öğütlüyordu. İslam'ın her rüknunun çok önemli olduğu ve bilhassa 'namaz' konusuna ekseriyetle değinir, öneminden bahsederdi. Peki bizler bugün İslam'ı bildiğimiz kadar da yaşıyor muyuz?

Tâif’te oturan Sakîf Kabîlesiʼnin heyeti, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile anlaşmak üzere Medîne’ye gelmişti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onları, kalpleri yumuşasın diye, mescidde misâfir etti.[Ahmed, IV, 218.]  Temsilciler, geceleyin okunan Kur’ân-ı Kerîm’i, ashâbın teheccüd namazında okuduğu sûreleri dinliyor ve müslümanların beş vakit namazlarında saf oluşlarını seyrediyorlardı.[Vâkıdî, III, 965.]

Bir müddet sonra Sakîf heyeti, namazdan affedilmeleri şartıyla îmâna gelip itaat edeceklerini bildirdiler. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Rükûsuz (namazsız) bir dinde hayır yoktur.” diyerek bu teklifi reddetti. (Ebû Dâvûd, Harâc, 25-26/3026)

Sakîf temsilcilerine İslâm’ın farzları ve ahkâmı öğretildi. Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ramazân’ın kalan kısmında oruç tutmalarını da onlara emretti. Bilâl-i Habeşî, onların sahur ve iftar yemeklerini yanlarına götürürdü.[Vâkıdî, III, 968.]

Tâifliler Arabistan Yarımadası’nda İslâm’a karşı en fazla direnen ve en son müslüman olan kimselerdi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- îmân etmelerinin ardından onlara hemen namaz, oruç ve zekât gibi ibadetleri emretmiş, bu hususta aslâ tâviz vermemiştir.

Zira ibadetler, kulun ezelde Rabbine verdiği söze sâdık kaldığını gösteren bir vefâ nişânesidir. Mü’mini Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıran vuslat demleridir. Diğer taraftan ibadetler, insanoğlunu ölüm ötesinin kaygı ve endişelerinden âzâd edebilecek en müessir şifâ, huzur ve tesellî kaynağıdır. Kalbin selâmete ermesi ve kulluğun seviye kazanması için de zarûrî bir feyz kaynağıdır.

İbâdetler, îman ağacını besleyen toprak mesâbesindedir. Bir ağaç, hayat kaynağı olan topraktan müstağnî kalamayacağı gibi îman da ibadetlerden ayrı düşünülemez. Bu hayâtî ibadetlerin başında hiç şüphesiz ki “namaz” gelmektedir. Bu bakımdan ibadetler içinde evvelâ namaz farz kılınmıştır.

Namazdan sonra ruhlarımızı besleyen diğer bir farz ibadet de “oruç”tur. Ebû Ümâme -radıyallâhu anh- Peygamber Efendimiz’e:

“–Bana öyle bir amel tavsiye et ki, Allah Teâlâ beni onunla mükâfâtlandırsın!” diye bir talepte bulunmuştu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Sana orucu tavsiye ederim, zira onun bir benzeri yoktur!” buyurdu. (Nesâî, Sıyâm, 43)

Oruç, bize nîmetlerin kadrini öğretir. Oruç; sa­bır, irâ­de ve nef­sâ­nî ar­zu­la­ra mu­kāve­met gi­bi hâl­le­rin tak­vi­ye­siy­le ah­lâ­kı olgunlaştırmaya vesîle olan büyük bir ibadettir.

Osmanlı sultanlarından Mehmed Reşad, saraydaki hânedan çocuklarını yetiştirmek üzere “Muallime-i Selâtîn: Sultanların Hocası” tâyin ettiği Safiye Hanım’a, ilk olarak şunu emretmiştir:

“Namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara yedirdiğim tuz ve ekmeği haram ediyorum. Bu irâdem hoca hanım tarafından, talebe şehzâde ve hanım sultanlara söylensin!”[Safiye Ünüvar, Saray Hâtıralarım, İstanbul 1964, s. 21.]

İs­lâm ic­ti­mâî ni­zâ­mın­da, fa­kir ile zen­gin ara­sın­da­ mu­hab­be­t tesis edip ha­set ve hu­sû­me­ti ber­tarâf etmek için emredilen diğer bir farz ibadet de “ze­kât ve in­fak”tır. Bu ibadet, var­lık­lı in­san­la­rda mal hırsı ne­tice­sin­de mey­da­na ge­le­bi­le­cek muh­te­mel azgınlıklara sed çeker. Muh­taç­lar­da da zen­gin­le­re kar­şı kötü duyguların fi­liz­len­me­si­ni en­gel­ler. Böylece ic­ti­mâî ha­yattaki denge korunur.

Şunu unutmamak îcâb eder ki, İslâm’da mülk, Allâh’ındır, kul ancak emanetçidir.

Bu ibadet­le­rin ya­nın­da, hem mâ­lî hem de be­de­nî bir ibadet daha vardır ki, o da “hacdır. Hac, gönüllerdeki îmânı kemâle erdirir. Mahşerin bir benzerini daha bu dünyada iken yaşatarak; “Ölmeden evvel ölünüz!” sırrına ermeye vesîle olur.

Zekât ve hac gibi ibadetleri ihmâl eden kişiler, maddî ve mânevî pek çok zarara uğrarlar. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ-:

“Kimin hacca gidecek veya zekât farz olacak kadar malı bulunur da bunları yerine getirmezse, ölüm esnâsında çok pişman olur ve dünyaya geri döndürülmek ister.” buyurmuş ve ardından şu âyetleri okumuştur:

“Ey îmân edenler, mallarınız ve evlâtlarınız sizi Allâh’ın zikrinden alıkoymasın! Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrâna uğrayanların ta kendileridir. Herhangi birinize ölüm gelip de; «Ey Rabbim, beni yakın bir müddete kadar geciktirsen de sadaka versem ve sâlihlerden olsam.» demesinden evvel, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infâk edin! Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi asla tehir etmez. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Münâfikûn, 9-11) (Tirmizî, Tefsir, 63/3316)

İbâdetler hususunda son derece titizlik göstermemiz îcâb eder. Yapılan her ibadet, âdeta cennete giriş vizesi gibi görülmeli ve bu ulvî heyecan içinde îtinâ ile îfâ edilmelidir.

Müslümanlar, savaş esnâsında dahî ibadetlerine titizik göstermişler ve bu sâyede Allâh’ın yardımına mazhar olmuşlardır. Venedikli Travijani, Yıldırım Bâyezid’in kahraman ordusunu şöyle tasvîr eder:

“Osmanlı ordusunda bizde olduğu gibi şarap, kumar ve fuhuş gibi şeyler yoktur. Onlar, hiç aksatmadıkları askerî tâlimlerine ilâveten, Allâh’ın büyük ve yüce ismini devamlı zikrederler, gece ve gündüz ibadetle meşgul olurlar. Bu sebeple de dâimâ gâlip gelirler.”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.