İslâm'ın Sağlam Kulpuna Sarıl!

Sahabelerden Abdullah bin Selâm (r.a) methedilmekten hoşlanmamış, ihtiyat ve tevâzu cihetini tercih etmiştir. Efendimiz (s.a.v)’in kendisine verdiği müjdeye güvenerek rehâvete kapılmamış, aksine sağlam bir irâde ile gayretini daha da artırmış, İslâm’ın sapasağlam kulpuna sıkıca sarılmış ve bu bağlılığını hiç zayıflatıp gevşetmemiştir.

Kays bin Ubâd şöy­le anlatır:

“Medine Mescid’inde oturuyordum. (Aralarında bulunduğum insanlar içinde Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in ashabından bâzıları da vardı.) O esnâda yüzünde huşû eseri görülen bir zât içeri girdi. Cemaat:

«–Bu, Cennet ehlinden bir zâttır!» dediler.

Bu zât câiz olacak kadar kıraatte bulunarak hafifçe iki rekât namaz kıldı, sonra da çıkıp gitti. Ben de onu tâkip ettim. Kendisine:

«–Sen Mescid’e girdiğin vakit insanlar “Bu, Cennet ehlinden bir zâttır!” dediler.» dedim.

Bunun üzerine şöyle buyurdu:

«–(Sübhânallâh!) Vallâhi hiç kimseye bilmediği bir şeyi söylemesi yakış­maz. Bunu niçin söylediklerini sana anlatayım: Ben Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) zamanında bir rüyâ gördüm ve onu Efendimiz (s.a.v)’e anlattım. Kendimi bir bahçede gördüm. (Abdullah (r.a) burada bahçenin genişliğini, yeşilliğini ve güzelliğini anlattı.) Bahçenin ortasında demirden bir direk vardı. Alt kısmı yerde, üst kısmı gökte idi. Tepesinde bir kulp vardı. Bana: “Direğe çık!” denildi. Ben: “Yapamam!” dedim. Hemen bir hizmetçi gelip elbisemin arkasından tu­tarak kaldırdı, ben de tırmandım, tâ direğin en üstüne çıktım ve kulpa yapıştım. Bana: “Sıkıca tut!” denildi. Kulp elimdeyken uyandım.

Bu rüyâyı Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e anlattım. Allah Rasûlü (s.a.v):

“–O bahçe İslâm’dır. Bu direk de İslâm’ın direğidir. Kulp da Urve-i Vüskâ’dır (yâni sapasağlam îmân ve İslâm kulpudur). Sen ölünceye kadar İslâm üzere olacaksın!” buyurdular. Bu adam da Abdullah bin Selâm’dır».” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 19; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 148)

Diğer rivâyete göre Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):

Abdullah, Urve-i Vüskâ’ya sıkıca yapışmış vaziyetteyken ölecek!” buyurmuşlardır. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 149)

“İNSANLAR UYKUDADIRLAR, ÖLDÜKLERİ ZAMAN UYANIRLAR!”

İslâm’ın sapasağlam kulpuna sıkıca yapışmış vaziyette uyanmak… Bunu bu fânî dünyaya uyup ebedî âleme uyanmak şeklinde de anlayabiliriz. “İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar!”hakikatini düşündüğümüzde gerçek âleme uyanırken Urvetü’l-Vüskâ’ya sıkıca tutunuyor olmak, ne büyük saâdettir! Son nefese kadar istikâmet üzere olabilmek…

Abdullah (r.a) methedilmekten hoşlanmamış, ihtiyat ve tevâzu cihetini tercih etmiştir. Efendimiz (s.a.v)’in kendisine verdiği müjdeye güvenerek rehâvete kapılmamış, aksine sağlam bir irâde ile gayretini daha da artırmış, İslâm’ın sapasağlam kulpuna sıkıca sarılmış ve bu bağlılığını hiç zayıflatıp gevşetmemiştir.

Haraşe bin Hur (r.a) ise bu olayı şöyle anlatır:

“Medine Mescidi’nde bir halkada oturuyordum. Halkada güzel görünüşlü bir ihtiyar vardı. Bu zat Abdullah bin Selâm idi. Oradakilere güzel bir konuşma yaptı. O kalkıp gidince cemaat:

«–Kim Cennet ehlinden bir zât görmek isterse şuna baksın!» dedi­ler.

Ben (kendi kendime): «Vallahi onu tâkip edeceğim ve evinin yerini öğreneceğim!» dedim. Peşine düştüm. Neredeyse Medine hâricine çıkıncaya kadar gitti, sonra evine girdi. Ben de evine gir­mek için izin istedim. Bana izin verdi ve:

«–İhtiyâcın nedir ey kardeşim oğlu?» diye sordu. Kendisine:

«–Sen kalkıp gidince insanların senin için “Kim Cennet ehlinden bir zât görmek isterse şuna baksın!” dediklerini işittim. Bu sebeple seninle beraber olmayı arzu ettim!» dedim.

Şunu söyledi:

«–Cennet ehlinin kim olduğunu Allah daha iyi bilir. Onların niçin böyle söylediklerini sana îzâh edeyim:

Bir defasında ben uyurken (rüyamda) bir adam gelerek: “Kalk!” dedi ve elimden tuttu. Onunla beraber gittim. Sol tarafımda bir takım caddelerin olduğunu gördüm. Onlara doğru gitmeye başladım. Bana: “O tarafa gitme! Çünkü onlar sol ehlinin yollarıdır” dedi. Baktım sağ tarafımda apaçık ve dosdoğ­ru bir takım caddeler var. Bana: “Bu tarafa git!” dedi ve beni bir dağın yanına getirerek: “Bu dağa çık!” dedi. Tırmanmak istedikçe sırtüstü düşüyordum. Defâlarca denedim ama dağa çıkamadım, hep sırtüstü düştüm. Sonra beni götürdü, nihayet bir direğin yanına vardık. Direğin başı gökte, alt kısmı yerde idi. Tepesinde bir halka vardı. Bana: “Bunun üzerine çık!” dedi.

İSLÂMIN KULPU

“–Ben buna nasıl çıkabilirim; onun başı semâda!” dedim. Bunun üze­rine elimden tutarak beni yukarı doğru kaldırdı ve altımdan ittirdi. Bir de baktım ki halkaya tutunmuşum. Sonra di­reğe vurdu ve onu yıktı. Ben o halkaya tutunmuş vaziyette kaldım. Bu şekilde sabahladım. Hemen Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e gelerek bu rüyâyı anlattım:

“Solunda gördüğün yollar, sol ehlinin yollarıdır. Sağında gördüğün yollar ise, sağ ehlinin yollarıdır. Dağ, şehidlerin yeridir. Sen oraya ulaşamayacaksın. Direk ise, İslâm’ın direğidir. Kulp da İslâm’ın kulpudur. Sen ölünceye kadar ona tutunmuş olarak kalacaksın!” buyurdular».” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 150)

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in Abdullah bin Selâm’a şehid olamayacağını, fakat müslüman olarak öleceğini söyle­mesi, müstakbele ait bir haberdir ve mucizedir. Nitekim Abdullah (r.a), Me­dine’de istikâmet üzere yaşarken güzel bir müslüman olarak vefat etmiştir.

BU HEDİYEYİ ALMA!

Ebû Bürde (r.a) şöyle buyurur:

“Medîne’ye geldim ve Abdullah bin Selâm (r.a) ile karşılaştım. Bana:

«–Benimle gelmez misin? Sana sevîk ve hurma yedireyim, bir de (Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in namaz kıldığı) çok kıymetli bir odaya girersin!» dedi.

Sonra bana şu îkâzda bulundu:

«–Sen fâizin çok yaygın olduğu bir yerde (Irak’ta) ikâmet edi­yorsun. Herhangi bir kişiden alacağın olur da o kişi sana bir saman çöpü veya bir arpa veya bir yonca ağırlığında bir şey hediye ederse sakın onu al­ma! Çünkü o fâizdir».” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 19, İ‘tisâm, 16)

Bu ifâdeler Abdullah bin Selâm’ın ne derece takvâlı bir hayat yaşadığını ortaya koymaktadır. Buna ilâveten misâfirperverliğini, müslüman kardeşlerine muhabbetini, cömertliğini ve hepsinden mühimi de Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e muhabbet ve hürmetini görüyoruz. Nitekim Efendimiz (s.a.v)’in evinde namaz kıldığı yeri îtinâ ile muhâfaza etmiş ve çok sevdiği din kardeşlerine de orada namaz kılıp teberrükte bulunma imkânı sağlamıştır.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.