İslâm'ın ve İnsanlığın En Yüksek Ahlâkı

Merhûm Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri'nin Altınoluk Dergisi'nin Mart sayısında yayımlanan "İslâm'da ve Beşeriyette En Yüksek Ahlâk Afv ve Musâmaha" yazısı...

CENÂB-I HAKK'IN ÜÇ EMRİ

Allah-u Teâlâ buyuruyor:

Ya Ekreme’r-rusûl! Halk ile afv ve mülâyemete yapış; aklen ve şer’an iyi olan şeyleri emret! Delil kabûl etmeyen musır cahillerden yüz çevir, mücâdele etme!” (Âraf Sûresi, 199) yahut “Habîbim, halkın kusûrlarını afvet! Mâruf ile emret! Kendini bilmez câhillerden yüz çevir.” şeklinde tefsîr edilmiştir.

Mâruf, Cenâb-ı Allâh’ın vahiyle iyiliğini haber verip beyân buyurduğu şeydir. Bu âyet-i celîlede Cenâb-ı Hakk kullarına üç şeyi emrediyor:

  1. Halk ile münâsebet ve muâmelede afva sarılıp insanların kusûrlarını bağışlamayı âdet ve huy edinmek.
  2. Emr bi’l-mâruf; Allah Teâlânın emirlerini halka nasihatle duyurmak, münker ve fenâ şeylerden sakındırmakla hayırhah olmak.
  3. Söz dinlemez, delîle kanaat etmez, muannid ve küfründe ısrarlı olan kimselerden uzak durmak; yüz çevirmek, Ebû Cehil ve etbâı gibi.

Bu âyet-i celîlede her ne kadar Rasûlullah -sallallâhu teâlâ aleyhi ve sellem-’e hitab buyurulmuşsa da hakîkatte hitâb umûm mü’minleredir. Binaenaleyh biz mü’minlerin de mü’min kardeşlerimizin kusûrlarına bakmayarak onlara afv ile muâmele etmemiz lâzımdır.

BÜTÜN İYİ AHLÂKI KENDİSİNDE CEM EDEN ÂYET

Beyzâvî ve Hâzin’in beyânları veçhile bu âyet-i celîle mekârim-i ahlâkı cem etmiştir. Câfer-i Sâdık hazretleri “Kur’ân-ı azîmü’ş-şânda bu âyet-i celîleden ziyâde mekârim-i ahlâkı, cem eden bir âyet yoktur.” demiştir.

Sahih-i Buhârî’de Abdullah bin Zübeyr -radıyallahu anh-’ın rivâyetine göre “Allah Teâlâ, Peygamber’ine insanların ahlâkından afva sarılmasını emretti.” demiştir.

Fahr-i Râzî’nin beyânına nazaran bu âyet-i celîle nâzil olduğunda Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- Cebrâil -aleyhisselâm’dan bu âyetin ahkâmını izâh etmesini istemiş, Cibrîl-i emîn de:

– Yâ Rasûlallah, Rabbin teâlâ, senden sıla-i rahmi kat edene sıla etmekle, seni mahrûm edene atıyye ihsân etmekle, sana kötülük edene iyilik etmekle emrediyor, demiştir. İşte islâmiyette ve beşeriyette en yüksek ahlâk budur.

Fahr-i Râzî, Fethûl-beyân ve Hâzin’in beyânlarına nazaran bu âyet-i celîle nâzil olunca Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in:

– Gadabımızı ne yaparız yâ Rabbî, demesi üzerine gadab halinde şeytanın vesvese fitnesini izâle yolunu göstermek üzere şu âyet-i celîle nâzil olmuştur:

Habîbim, eğer sana şeytandan bir vesvese ârız olursa o vesveseyi def etmek için Allah Teâlâya ilticâ et! Zîra Allah Teâlâ senin duânı işitici, halini bilicidir.” Binaenaleyh biz mü’minler şeytanın vesvesesine dûçâr olduğumuzda derhal Allah Teâlâ hazretlerine ilticâ ve ondan istiâze etmemiz vâciptir.

HAZRET-İ ÖMER, BU ÂYET-İ KERİMEYİ DUYUNCA AFFETTİ

Buhârî Şerhi’nde Abdullah ibn Abbâs der ki:

Necid eşrâfından ve müellefe-i kulûbdan Uyeyne ibn Hısn Medîne’ye geldi. Yeğeni Hürr ibn Kays’a misafir oldu. İbn Kays, Hazret-i Ömer’in yakınlarındandı. Meclisinde genç ihtiyar bir takım hâfızlar ve fukahâ da bulunurlardı. Halîfe halkın işlerini bunlarla görüşürdü. Uyeyne yeğenine:

"Ey kardeşimin oğlu! Halîfenin yanında yüksek mevkîin var, benim için bir müsâade alsan da ziyaret etsem", dedi. O da müsâadeyi aldı, Uyeyne Hazret-i Ömer’in huzûruna girdiğinde,

– "Ey Ömer, bize ne bol dünyalık verirsin, ne de aramızda adâletle hükmedersin", dedi.

Hazret-i Ömer öfkelenerek Uyeyne’nin üzerine yürüdü. Şehâmetli Halîfe, bu dağlı mütegallibeyi tepeleyeceği sırada yanındaki yeğeni İbni Kays müdâhale ederek:

– "Yâ Emirel-mü’minîn! Allah Teâlâ, Peygamberine “Habîbim! Halkın kusûrlarını afvet, mârûf ile emreyle! Kendini bilmez cahillerden yüz çevir.” buyurdu. Uyeyne de o cahillerden biridir", dedi.

İbn Kays, bu âyeti okuyunca o haşmetli halîfe olduğu yerde çakılmış gibi kımıldamadan kaldı, bir adım ileri gitmedi. Bizler de Hakk kelâmı dinlediğimizde böyle boyun eğmeliyiz.

Kaynak: Ramazanoğlu Mahmud Sâmi, Musahabe-6, S. 114-117

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.