İslam’ın Zaferi Kâfirleri Öfkelendiriyor
Medine döneminde Müslümanların günden güne gücünü artırması İslam düşmanlarını öfkelendirdi. Münafıklar Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e ve âilesine iftira atacak kadar haddi aştılar.
İslâm yeni yeni zaferler kazandıkça münâfıkların içlerinde sakladıkları kin ve öfke de kabarıyor, Müslümanların hezimete uğrayarak gönüllerine su serpeceği günleri hasretle bekliyorlardı. Bu zafer de onları çok fenâ kızdırmış, içlerindeki kini ortaya çıkarmış, onlar da fitne-fesâda başlamışlardı.
Zeyd ibn-i Erkam (r.a) şöyle buyurur:
“Ben bir gazâda bulundum. Orada (münafıkların başı) Abdullah ibn Übeyy’in şöyle dediğini işittim:
«‒Rasûlullah’ın yanındakilere infakta bulunmayın ki etrafından dağılıp gitsinler! Medine’ye bir dönelim, izzet ve kuvvet sahibi olan, zelîl ve zayıf olanı mutlaka oradan çıkaracaktır!»
Ben bunu amcama veya Hz. Ömer’e söyledim. O da bunu Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e söyledi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) beni çağırdılar, ben de hâdiseyi kendilerine naklettim. Bu defa Rasûlullah (s.a.v), Abdullah ibn-i Übeyy ile adamlarına haber gönderdiler. Onlar geldiler ve böyle bir şey söylemediklerine dâir yemîn ettiler. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz de beni yalanlayıp onu tasdik ettiler. Öyle bir kederlendim ve dertlendim ki böylesini daha evvel hiç yaşamamıştım. Eve kapandım. Amcam da bana:
«‒Rasûlullah (s.a.v)’in seni yalanlamasına ve sana öfkelenmesine sebep olan bu işi neden yaptın?» dedi.
Bunun üzerine Cenâb-ı Hak: «Münafıklar Sana geldikleri zaman...» diye başlayan Münâfıkûn Sûresi’ni inzâl buyurdu. Rasûlullah (s.a.v) bana haber gönderdiler. Huzûr-i âlîlerine vardığımda bu sûreyi okudular ve:
«‒Allah Teâlâ seni tasdik etti ey Zeyd!» buyurdular.” (Buhârî, Tefsîr, 63/1-2; Müslim, Sıfâtu’l-Münâfikîn, 1)
Daha sonra münâfıklar câhiliye dâvâsı olan kabile asabiyetini kullanarak Ensâr ile Muhâcirlerin arasını bozmak istediler. Fakat Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in müdâhelesiyle bu fitne ateşi de söndü.
Câbir (r.a) şöyle anlatır:
Biz Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’le birlikte bir gazveye (Müreysi seferine) çıkmıştık. Muhâcirlerden birtakım insanlar da toplanmış ve sayıları epey çoğalmıştı. Muhacirlerden şakacı bir kimse vardı. Bu zât Ensâr’dan birinin mak’adına (şaka olarak) vurmuştu. Ensârî bundan aşırı derecede öfkelendi. Nihayet kabilelerini imdâda çağırmaya başladılar. Ensâr’dan olan zât:
“–Ey Ensâr, imdâdıma koşun!” diye feryâd etti. Muhâcir de:
“–Ey Muhâcirler, imdâdıma koşun!” diye bağırdı.
Bu sesler üzerine Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) çıktılar ve:
“–Bu, câhiliye ehlinin yaptığı gibi birbirinizi çağırmanız da ne oluyor!” buyurdular. Sonra da:
“–Onların meselesi nedir?” diye sordular.
Muhâcir’in Ensâr’dan birine şaka ile vurduğu kendisine haber verildi. Bunun üzerine Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v):
“–Bırakın o câhiliye âdetini! O, habîs, kokuşmuş bir dâvâdır!” buyurdular.
(Münafıkların başı olan) Abdullah ibn-i Übeyy ibn-i Selûl de:
“–Şu (Muhâcirler), bize karşı kabilelerini mi çağırdılar! Eğer Medine’ye dönersek, azîz olan zelil olanı mutlaka oradan çıkaracaktır!” dedi.
Bunun üzerine Ömer (r.a), Abdullah ibn-i Übey’i kastederek:
“–Şu habîsi öldürelim mi yâ Rasûlallâh?” diye sordu.
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v):
“–İnsanlar, «Muhammed kendi ashâbını öldürüyor» diye konuşmasınlar!” buyurdular. (Buhârî, Menâkıb, 8, Tefsîr 63/5, 7; Müslim, Birr, 63, 64)
Bu hâdiseden sonra Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), insanlar fitneyle uğraşmaya vakit bulamasınlar diye onları gün boyunca, gece ve ertesi gün öğleye kadar yürüttüler.
Hikmet-i ilâhî, münâfıkların reisi olan Abdullâh bin Übey’in Abdullâh adında bir oğlu vardı ki, samîmî bir mü’mindi. Allâh Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’e son derece bağlı idi. O, babasının yaptıklarına çok üzülüyor, sabredemiyordu. Son hâdiseler de gönlündeki bu kederi iyice artırdığından Allah Rasûlü (s.a.v)’e geldi:
“–Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer arzu edersen, babamı öldüreyim!” dedi.
Allah Rasûlü (s.a.v), buna müsâade etmedi ve:
“–Hayır! Bilâkis babana iyilik et ve kendisiyle iyi geçin!” buyurdular.
Abdullah, babasının önüne geçerek, Efendimiz (s.a.v) izin verinceye kadar onu Medîne’ye girmekten menetti. Hâlbuki o güne kadar babasına çok iyilik eden ve saygı gösteren bir kişi idi.[1]
Abdullah (r.a), babası münafık başı Abdullah bin Übey’in önüne geçerek:
“‒Vallâhi senin zelil, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in azîz olduğunu söylemeden hiçbir yere gidemezsin!” dedi. O da bu sözü söylemek mecburiyetinde kaldı. (Tirmizî, Tefsîr, 63/3315)
Câhiliye asabiyetini canlandırma gayretleri de başarısız olan münâfıkların gözünü iyice öfke bürüdü. Bu sefer bir fırsat bularak Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e ve âilesine iftira atarak ezâda bulundular:
İFK HÂDİSESİ
Seferde Hz. Âişe vâlidemiz de vardı ve hicâb âyeti nâzil olduğu için bir hevdecin içinde gidiyordu. Dönüşte Medîne’ye yaklaştıklarında bir iş için hevdecinden inmişti. Döndüğünde kolyesini kaybettiğini anladı. Geri dönüp aramaya başladı. Bu esnâda ordu hareket etti. Hz. Âişe validemizin hevdecin içinde olduğunu zannettiler. Kolyeyi bulup geldiğinde ordu uzaklaşmış, gözden kaybolmuştu. Geride kaldığını fark edip kendisini bulsunlar diye orada bekledi. Ashâb-ı kiramın en hayırlılarından olan ve ordunun artçısı olan Safvân bin Muattal es-Sülemî onu görüp devesine bindirdi ve Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) girdikten sonra Medîne’ye ulaştı. Münâfıklar bunu fırsat bilerek konuşmaya ve Muhtereme Vâlidemiz’e iftirâ atmaya başladılar.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) bu durumdan çok bunaldılar. Hz. Âişe (r.a) vâlidemiz de hasta oldu. Cenab-ı Hakk’ın kendisini temize çıkarmasını bekliyordu. Allah Rasûlü (s.a.v) ona, âilesinin yanına gitmesi için izin verdiler. Vahiy tam bir ay sonra geldi. Nûr Sûresi 11-20. âyetler.
Vahiy gelmeden önce Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) insanlara bir hutbe îrâd etmişlerdi. Allah’a hamd ve senâdan sonra:
“‒Kendileri hakkında asla bir kötülük bilmediğim ehlime sövmekte olan bir topluluk hakkında görüşünüz nedir?” diye ashâbıyla istişâre ettiler.
Bu esnâda Ensâr’dan bir zât (Ebû Eyyûb r.a):
“‒Sübhâneke! Seni tenzîh ederiz Allah’ım! Bu iftirayı konuşmak bizlere yakışmaz. Seni tenzîh ederiz! Bu büyük bir iftiradır!” dedi. (Buhârî, İ’tisâm, 28)
Üç Müslüman hâriç diğerleri tam bir uyanıklık içinde münâfıkların ağına düşmemişlerdi.
Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin zevcesi Ümmü Eyyûb, kocasına:
“–İnsanların Âişe aleyhinde söyledikleri şeyleri işittin mi?” diye sordu. Ebû Eyyûb:
“–Evet! İşittim. Onların hepsi yalan ve uydurmadır!” dedi. Sonra hanımına:
“–Sen böyle bir kötülük yapar mısın?” diye sordu. O da:
“–Hayır! Vallâhi ben kat’iyyen böyle bir kötülük yapmam!” dedi.
Bunun üzerine Ebû Eyyûb (r.a):
“–Sen böyle olunca, vallâhi Âişe senden daha hayırlıdır!” dedi. (İbn-i Hişâm, III, 347; Vâkıdî, II, 434)
Vahiy gelince Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) Mıstah, Hassân ve Hamne’ye iftirâ cezâsı (Hadd-i Kazf) tatbik edilmesini emrettiler. (Heysemî, IX, 230)
Münafıklara ise had tatbik edilmedi. Zira onlar, kendilerine had tatbik edilmeye ehil değillerdi, cezâları âhirete kaldı.
Ebû Bekir (r.a), akrabası olan Mıstah’a devamlı yardımda bulunurdu. Hz. Âişe vâlidemize ağır iftiraların atıldığı İfk Hâdisesi’nde onun da müfterîlerin arasında yer aldığını görünce, bir daha ona ve âilesine iyilik yapmayacağına dâir yemin etti. Hz. Ebû Bekir’in yardımı kesilince Mıstah ve âilesi perişan bir hâle düştüler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu:
“İçinizden fazîletli ve servet sâhibi kimseler, akrabâya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeyeceklerine dâir yemin etmesinler; affetsinler, bağışlayıp geçsinler. Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (en-Nûr, 22)
Bunun üzerine Ebû Bekir (r.a):
“–Ben elbette Allah’ın beni affetmesini isterim!” diyerek yapmış olduğu hayra devâm etti. Yemini için de keffâret verdi. (Buhârî, Meğâzî, 34; Müslim, Tevbe, 56; Taberî, Tefsîr, II, 546)
İftira Furyasına O Da Katıldı
İffet timsâli Âişe vâlidemize yönelik iftirâ furyasına Hassân bin Sâbit de kendini kaptırmıştı. Ancak muhtereme vâlidemiz daha sonra onu, Rasûlullâh’a duyduğu muhabbet sebebiyle affetti. Yeğeni Urve bin Zübeyr şöyle anlatır:
Teyzem Âişe’nin (r.a) yanında Hassân’a kızmaya ve hakkında ağır konuşmaya başladım. Hz. Âişe beni durdurarak şöyle dedi:
“–Ona hakâret etme, çünkü o şiirleriyle Rasûlullâh Efendimiz’i müdâfaa ederdi.” (Buhârî, Edeb 91, Menâkıb, 16)
Peygamberimizin Cüveyriye Annemiz ile Evlenmesi
Medîne’ye gelince, Benî Mustalik reisinin kızı Cüveyriye, Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’e gelerek, âzâd edilebilmesi için yardım talep etti. Sâbit bin Kays’ın hissesine düşmüş, onunla mükâtebe yapmıştı.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Hz. Cüveyriye (r.a) vâlidemizi âzâd edip kendisiyle evlendiler. Bu evlilik, Benî Müstalik’ten yedi yüz kadar harp esirinin karşılıksız âzâd edilmesini sağlamış ve bundan dolayı yüzlerce kişi Müslüman olmuştur. Zira müslümanlar “Bunlar artık Allah Rasûlü’nün akrabalarıdır!” diyerek ellerindeki esirleri serbest bırakmışlardır. Hz. Âişe (r.a):
“Kavmi için Cüveyriye’den daha hayırlı ve bereketler getiren başka bir kadın görmedik; onun sebebiyle Benî Mustalik’ten yüz hâne halkı âzâd olundu” demiştir. (Ebû Dâvûd, Itk, 2/3931)
Bir müddet sonra babası Hâris bin Ebî Dırâr Medîne’ye gelerek Efendimiz’den kızını serbest bırakmasını istedi. Rasûlullah (s.a.v) onu serbest bırakınca Cüveyriye (r.a), Allah Rasûlü ile kalmayı tercih etti. (İbn-i Sa’d, VIII, 118)
Bunun üzerine babası ve kavmi Müslüman oldular.
Bu gazveden şu hükümler çıkarılabilir:
- Kendilerine dâvet ulaşan bir kavme, herhangi bir îkazda bulunmadan baskın yapılabilir. İslâm dâveti ulaşmayan toplumları ise savaşmadan evvel İslâm’a dâvet etmek îcâb eder.
- Zînâ iftirâsı atanlara Kazif Haddi tatbik edilir.
- Hz. Âişe vâlidemiz hakkında âyet-i kerîmeler nâzil olduktan sonra ona dil uzatanların kâfir olduğu hususunda ulemâ ittifak etmiştir.
- Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz de bir beşerdir ve vahiy ona hâriçten, Cenâb-ı Hak’tan gelmektedir.
Dipnot:
[1] İbn-i Hişâm, III, 334-337; İbn-i Sa’d, II, 65; Heysemî, IX, 317-318; Zemahşerî, VI, 117.
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.