İsraf Nedir?

İsraf, malı boş yere harcamaktır. Kur’an’da, “Yiyiniz, içiniz, fa- kat israf etmeyiniz” (el-A‘râf 7/31) buyurulmuş, Resûl-i Ekrem de daima mutedil, ölçülü davranmayı emretmiş, malın boşa harcanmasını yasaklamıştır.

İsrâfı, sadece elimizdeki mal ve mülkü çarçur etmek şeklinde düşünmemeliyiz. Âyet-i kerîmede buyurulan:

“Allâh israf edenleri sevmez!..” îkâzını hayatımızın bütün safhalarına taşımalıyız.

Bu meyanda vazifesinin ehemmiyetini idrâk eden bir hocaefendi de, aslâ talebesinin zaman ve enerjisini israf edemez, etmemelidir.

Bilmeliyiz ki, ömrü boş geçirmek bir israftır. Elimizdeki yüce emanetleri muhafaza etmemek bir israftır. Hele insanın eğitiminde onun varlıkların en şereflisi olması istikametinde yetiştirilmeyip ziyân edilmesi, israfların en büyüğüdür.

Dolayısıyla insanın eğitim ve terbiyesinde son derece hassas olmalıdır. Onu, yüce yaratanın hilkatte arzu ettiği bir kul olarak, yâni bu kâinat kitabını okuyan, ondaki ilâhî nizam ve âhenk ile kudret akışlarını seyrederek ince ve derin bir tefekkür iklîminde îmânını ihsâna erdirebilen bir kâmil gönül olarak yetiştirmelidir. Bir bakıma vasıfsız ve sığ kitleler değil, İslâm’ın, asr-ı saâdette ortaya koyduğu kıvamı taşıyan şahsiyetler inşâ etmeliyiz. Yoksa bunca milyar insanlık âlemindeki gerçek insana olan susuzluk bir türlü dindirilemez...

İNSAN YETİŞTİRMENİN ÖNEMİ

Bütün iş, şu âhir zamanda bir insan daha yetiştirmek... Yeni doğan neslin içine düştüğü sayısız yangından birkaç evlâdı olsun kurtarabilmek... Kimbilir elimizin uzandığı kimseler, belki yarınların Fâtihleri, Yavuzları, Süleymanları, Sinanları olacak!.. Belki Pîrî Reisleri, İbn-i Kemâl Paşaları, Akşemseddinleri, Aziz Mahmud Hüdâyîleri olacak!..

Bir millet böyle dâhîler yetiştirebildiği ölçüde büyük millet olur ve hayatiyetini devam ettirir. Nitekim Osmanlı beyliği, Anadolu’da kurulan en küçük beylik olmasına rağmen sahip olduğu büyük şahsiyetler nispetinde büyüdü, büyüdü ve üç kıtayı kuşatan ulu bir çınar oldu... Daha sonra ise kocaman bir imparatorluk olmasına rağmen ufku dar, yâni sırf menfaatine râm olmuş, milletin istikbâlini değil, kendi mevkiini düşünen, şahsiyeti zaafa uğramış kimselerin elinde küçüldü, küçüldü ve neticede târihin tâlihsiz sayfalarında kaldı...

Vazifesi itibâriyle gerçek bir hizmet insanı, maddî ve mânevî bir veznedar gibidir. Zîrâ her şeyin sâhibi Cenâb-ı Hak’tır. Bizlere bahşedilen zâhirî ve bâtınî ne varsa hepsi O’nun yüce lutfundandır. Hepsinin de yarın ayrı ayrı hesabı verilecektir. O hesabın neticesinin azâb olmaması için, Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmelerde biz kullarını şöyle îkâz buyurur:

“Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O'dur. Herbiri meyve verdiği zaman meyvesinden yeyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allâh israf edenleri sevmez.” (el-En’am, 141)

“Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allâh israf edenleri sevmez.” (el-A’raf, 31)

“Saçıp savuranlar, hiç şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.” (el-İsrâ, 27)

İSRAF NE DEMEK?

İsraf, nefsimize dönük aşırı harcamalar ile hizmetteki yersiz maddî ve mânevî harcamalardır. Ancak yerinde ve Allâh için yapılan harcamalar, israf değildir. Bilâkis ne kadar fazla ve çok olursa, Hak indinde o kadar makbul ve ecre şâyân olur. Âyet-i kerîmede buyurulur:

(Ey Rasûlüm!) Sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. De ki; «İhtiyaç fazlasını». Allâh size âyetlerini böyle açıklar ki düşünesiniz.” (el-Bakara, 219)

Hâsılı bütün bu hususlarda en güzel şey, îtidal ve dengeyi muhafaza etmektir. Yâni maddî ve mânevî bütün emânet ve hizmetlerde denge ve îtidali sarsan en tehlikeli unsur olan israftan son derecede sakınmak zarûrîdir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf İnfâk Hizmet, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.