İstanbul'un 10 Büyük Yarası
İstanbul Türkiye'nin ve dünyanın eski şehirlerinin başında geliyor. Her dönemde kültürü, ticari hacmi ve silueti ile cazibe merkezi olan İstanbul yakın zamanda kendi şanına yakışmayacak yapılara ev sahipliği yapıyor.
İstanbul tarihi dokusu ile dünyanın dört bir tarafından çokça ziyaretçi alan bir şehir. Şehrin tarihi dokusu bir yana kendine has kültürü de dikkat çekiyor. Ancak İstanbul'un onca güzelliğine rağmen onu çirkinleştiren binaların yapımı son yıllarda hız kazanıyor. Görüntü kirliliğinin yanı sıra İstanbul'un siluetine de zarar veren ucubeler...
PERŞEMBE PAZARI'NDAN ÇIKAN UCUBE
İsminin nereden geldiği bilinmiyor ama İstanbul'da yaşayıp da hırdavat ve elektronik ticaretiyle bir biçimde ilgisi bulunan herkesin yakından tanıdığı bir yerdir Perşembe Pazarı. Karaköy ve Eminönü'nü kapsayan, çoğunlukla küçük esnafın oluşturduğu bu ticaret bölgesinin mensupları, 1986'da bir esnaf kooperatifi kurarak inşaatına başladıkları Perpa Ticaret Merkezi'ni 1988'de bitirdiler. 69 bin metrekare ile dünyanın en büyük monoblok gövdelerinden birine sahip bina, ticaret erbabı için uzun yıllar bir cazibe merkezi oldu. Ancak İstanbul sevdalıları, bu devasa yapıyı “Şişli'nin en güzel arazilerinden birinde kurulmuş dünyanın en büyük monoblok çirkinliklerinden biri” olarak andılar hep. Dışarıdan da içeriden de güzel görünmeyen bu dev yapı, işlevsizliğiyle ayrıca göze batıyor.
ASLI ABD'YE, SURETİ TÜRKİYE'YE BELA
Donald Trump'ı uzun yıllar “New York'lu emlak zengini” olarak tanıdık, hakkında daha fazla bilgiye ihtiyaç duymadık. Ancak ABD başkanlığına aday olmasıyla birlikte açığa çıkan görgüsüzlüğüyle tanışmamızın kısa da olsa bir mazisi var. Tamamına yakını insanın ruhunu daraltan bir kasvet ve karmaşa abidesi olan Mecidiyeköy'ün bu kötü namı, inşaatı 2012'de bitirilen Trump Towers'la birlikte katlanarak büyüdü. Etrafında o büyüklükte başka binalar olmadığı için gökyüzünde süzülen iki dev hayalet gibi görünen bina, Mecidiyeköy'ün o meşhur trafik keşmekeşine yaptığı katkıyla da tepki görmeyi hak ediyor. İsmini taşıdığı Trump ABD'ye başkan olur mu bilinmez ama bu bina “güzel İstanbul”un parçası olmaktan fersah fersah uzakta duruyor.
BOĞAZIN SIRTINDAKİ HANÇER: GÖKKAFES
Fransız edebiyatçı Guy de Maupassant'a atfedilir: Ünlü yazar sadece Eyfel Kulesi'nin altındaki kafede oturmaktadır. Bu durum bir gün gazetecilerin dikkatini çeker ve kendisine sebebi sorulur. O da cevaben, “Sürekli burada oturuyorum, çünkü Eyfel'in görülmediği tek yer burası” der. Bu rivayeti Türkiye'ye uyarlayacak olsak Eyfel yerine en uygun aday Gökkafes olarak bilinen Süzer Plaza olurdu muhtemelen. Güzelliğine doyum olmayan İstanbul Boğazı'nın boğazına takılmış bir kılçığı andıran bu binanın yapımını engellemek için dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan çok mücadele etmişti. Fakat hukuk yolunda kazanılan zafer doksanların koalisyon hükümetleri tarafından hasıraltı edilmişti. Eğer bir gün biri çıkıp İstanbul'u çirkinliklerden temizlemeye başlayacaksa ilk adresi hiç şüphesiz bu bina olacaktır.
ÇİRKİNLİK YERİN ALTINDA
AVM'ler büyük şehirleri, ama özellikle de İstanbul'u istila etmeden önce onların işlevini hanlar ve açık/kapalı çarşılar görüyordu. Geçiş sürecindeyse yeni bir formla tanıştık: Yeraltı çarşıları. Önceleri uzun alt geçitlerdeki yaya trafiğinde ticari fayda sağlamak adına daha küçük çaplı kurulan (Eminönü, Karaköy, Bakırköy) bu çarşıların ilk müstakil örneği Aksaray Yeraltı Çarşısı oldu. Hemen köşesinde Pertevniyal Valide Sultan Camii gibi harikulade bir eser barındıran Aksaray Meydanı'nın altını oyan bu çarşı gereken ilgiyi görmediği için zamanla atıl hale geldi. Şimdilerde meydan Fatih Belediyesi tarafından yeniden düzenleniyor, ilk iş olarak çirkinliğiyle meşhur İSKİ binası yıkıldı. Çarşıyla ilgili ne tür bir tasarrufta bulunulacağı henüz belirsiz olsa da umudumuz onun da tüm izleriyle birlikte tarihten silinip gitmesi yönünde.
SİLÜETİN ARKASINDAN EL SALLAMAK
İstanbul'da, Zeytinburnu sahilinde yer alan 16:9 binaları kadar tartışma koparan başka bir yapı olmadı sanırız. Oluşumu asırlar sürmüş muhteşem İstanbul siluetini bıçak gibi delen 16:9'un bu hali, sokaktan canlı yayın yapan muhabirin arkasına geçip kameraya el sallayan insanlardan farksızdı. Basında aylarca tartışılan, mahkemelik olan, tepe kısımları “tıraşlanan” binalar, silueti bozmasaydı dahi şehre yapılan büyük bir kötülük olarak anılacaktı. Zira ne dış görünüşleriyle, ne de çevresine uyumuyla bir estetik, bir hoşluk barındırıyorlar. Doğal olarak da İstanbul'u sevenlerin hoşnutsuzluğuyla muhataplar.
BİR KORKU FİLMİ SETİ: ESENLER OTOGARI
Resmi adı Büyük İstanbul Otogarı ama biz onu Esenler Otogarı olarak biliyoruz. Hizmete girdiği 1994'te Türkiye ve Avrupa'nın en büyük otogarıydı. Bugünse özellikle gençler tarafından “dünyanın en büyük korku filmi seti” olarak anılıyor. Bu benzetmenin en büyük sebebi, otogarın bir çarşı olarak hizmet vermesi düşünülen alt katlarının izbe ve karanlık otoparklara dönüşmesi ve otobüslerden burada indirilen yolcuların bazen gece yarıları bu korkutucu yerlerden geçmek zorunda kalmasıydı. Ancak bu dev yapıyı İstanbul'un yaralarından biri saymamıza neden olan asıl özelliği estetikten uzak oluşu elbette. Etrafında oluşan korkunç trafik de cabası.
ESKİ TOPKAPI'NIN SON ÇİRKİN MİRASI
Topkapı, 70'ler ve 80'ler boyunca göç alan İstanbul'daki “varoşların” bir numaralı açık pazarı konumundaydı. Otogarı, giyim çarşısı, bisiklet pazarı ve akla gelebilecek her tür eşyayı satan sayısız işportacısıyla bir tür “underground ticaret karnavalı” gibiydi. Doğal olarak da güzel olmanın çok uzağındaydı. Ancak 90'lardan sonra tüm bu yapılar bir bir kaldırıldı, yerlerine geniş yeşil alanlar, müzeler, kültür yapıları inşa edildi; minibüs garajları yeraltına çekildi ve Topkapı “o eski halinden eser kalmayan” bir çehreye büründü. Bir şey hariç; Topkapı İş Merkezi. Nam-ı diğer TİM. Birbiri içine geçmiş küçük dükkânlardan müteşekkil bu yapının çirkinliği, karşısındaki son derece düzenli ve temiz yeşil alanlar sebebiyle iyiden iyiye dikkat çekiyor. Ve ne yazık ki hemen arkasındaki Ülker fabrikasının yaydığı ağız sulandıran kokular bile bu biçimsiz yapıyı çekilir kılmıyor.
BEYLİKDÜZÜ'NÜN İŞSİZ NÖBETÇİSİ
Özellikle fuarlar sebebiyle Beylikdüzü'ne gidenler, TÜYAP'ın yakınındaki ne işe yaradığını kimsenin bilmediği tuhaf kuleyi merak etmiştir. Kocaman bir düzlüğün ortasında tek başına dikilen bu yapı, bir televizyon vericisi aslında. 112. metreden itibaren genişleyen kısmındaysa 360 derece dönen bir restoran bulunuyor. “Endem TV Kulesi” olarak bilinen bu verici, yapıldığı andan itibaren analog yayın frekansı alamadığı için herhangi bir faaliyet yürütemeden öylece bekliyor. Ve bakanlara bir zevk vermediği gibi, kendisine de herhangi bir fayda sağlayamıyor.
ADALET VAR AMA ESTETİK YOK
Zirvesi görünmeyen gökdelenlere alternatif olarak ortaya konan “yatay mimari” anlayışının ille de iyi sonuçlar doğuracağını söylemek doğru olmaz. E-5'te Bahçelievler yönünden Topkapı yönüne hareket ederken sağ tarafınızda bir “şey” görüyorsunuz. Üzerine küçük küçük havalandırma delikleri açılmış dev bir koliyi andıran bu “şey”in bir adı var elbette: Bakırköy Adalet Sarayı. İstanbul'un diğer tüm adalet sarayları gibi oldukça yoğun bir insan trafiğine sahip olan bu bina, adalet vaadine karşılık estetiğin, güzelliğin, mimarinin canına okuyan görünüşüyle görenlerin canını sıkıyor.
MİADI ÇOKTAN DOLMUŞ YAZIHANELER YIĞINAĞI Yaşı yetmeyenler, 70'ler ve 80'lerde çekilen Türk filmlerinde Anadolu'dan İstanbul'a gelen yolcuların otobüsten indiği mekân olarak tanır Harem'i. 1970'te açılan bu yer, İstanbul'un ilk otogarı olma hüviyetini taşıyor aynı zamanda. Yıllar içinde ulaşım araçlarının çeşitlenmesi ve yeni yolculuk güzergâhlarının oluşması sebebiyle mazideki şaşalı günlerinden çok uzak olsa da hâlâ faaliyet gösteriyor Harem Otogarı. Ancak bir nostalji objesi olarak tebessümle andığımız bu yapı, en hoşgörülü halimizle bile “Üsküdar sahilindeki bir çöp yığını” gibi görünüyor gözümüze. Sonu gelmez bir yolcu trafiğinin ortasında kalmış küçücük yazıhaneler yığınından daha fazlası beklenemez herhalde. Ancak başka bir yere taşınmasının hem kendisi hem de İstanbul için hayırlı olacağı aşikâr bu otogar için neden hâlâ bir girişim yapılmadığı muallak. " data-newtitle="İstanbul'un 10 büyük yarası" />
Yaşı yetmeyenler, 70'ler ve 80'lerde çekilen Türk filmlerinde Anadolu'dan İstanbul'a gelen yolcuların otobüsten indiği mekân olarak tanır Harem'i. 1970'te açılan bu yer, İstanbul'un ilk otogarı olma hüviyetini taşıyor aynı zamanda. Yıllar içinde ulaşım araçlarının çeşitlenmesi ve yeni yolculuk güzergâhlarının oluşması sebebiyle mazideki şaşalı günlerinden çok uzak olsa da hâlâ faaliyet gösteriyor Harem Otogarı. Ancak bir nostalji objesi olarak tebessümle andığımız bu yapı, en hoşgörülü halimizle bile “Üsküdar sahilindeki bir çöp yığını” gibi görünüyor gözümüze. Sonu gelmez bir yolcu trafiğinin ortasında kalmış küçücük yazıhaneler yığınından daha fazlası beklenemez herhalde. Ancak başka bir yere taşınmasının hem kendisi hem de İstanbul için hayırlı olacağı aşikâr bu otogar için neden hâlâ bir girişim yapılmadığı muallak.
Kaynak: Gerçek Hayat