İstanbul’un İşgalinde Neler Oldu?

Araştırmacı-Yazar Fahri Sarrafoğlu, 4 yıl süren İstanbul işgalini ve işgal yıllarında neler yaşandığını anlatıyor.

İSTANBUL’UN İŞGALİ VE KURTULUŞU

İtilaf Devletleri donanmaları 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’na dayanarak 13 Kasım 1918’de Haydarpaşa önlerine demirleyip İstanbul’a girdi. Fiilen gerçekleşmiş olan işgal, 16 Mart 1920 tarihinde resmi işgale dönüştü. 6 Kasım 1918’de Boğazlar silahsızlandırıldı. 7 Kasım’da işgal güçleri Çanakkale Boğazı’ndan geçti ve İstanbul’a ulaştı. 13 Kasım 1918’de Müttefikler’in 55 parçalık gemilerinden İstanbul’a 3 bin 500 asker çıkarıldı. İngiliz Albayı Muerpi İstanbul’a geldi. İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, bu güçleri takip etti. 465 yıllık Osmanlı Başkentinde ilk kez yabancılar askeriyle giriyor, İstanbul esaretle tanışıyordu.

FRANSIZ GENERALİN TERBİYESİZLİĞİ

Fransız General D’Esperey İstanbul’a girişi ve yaptığı terbiyesizliği aradan yıllar geçse bile halen unutulmadı ve unutulmayacak. Neden derseniz? Bu General İstanbul’a Roma İmparatoru gibi girmişti. İtilaf Devletleri Mondros Ateşkes Antlaşmasından hemen sonra antlaşma gereğince 13 Kasım 1918’de İstanbul’u fiilen işgal etmişlerdi. 16 Mart 1920’deki ikinci ve sert işgal dalgası tam bir gözdağı niteliğinde idi. Bu işgal sırasında İngiliz askerleri Şehzadebaşında ki Mızıka Karakolunu basmışlar, askerlerimizi süngülemişler, resmi daireleri işgal etmişler ve Meclis-i Mebusan milletvekillerinden bir kısmını tutuklayıp Malta Adasına sürgün etmişlerdi.

YÜZ YILLIK KİNLERİNİ KUSTULAR

İşgalin en başından itibaren işgalci subay ve askerler içlerinde barındırdıkları yüzlerce yıllık kini ortalığa saçmaya başlamışlardı. Özellikle Fransız General Franchet d’Esperey’in yaptığı davranış Müslüman İstanbul ahalisini derinden yaralamıştı. Oysa Fransızlar Osmanlı Devleti tarafından sürekli korunup kollanmışlar ve uzun yıllar kadim dost olarak görülmüşlerdi. Fransızların gerçek yüzü Osmanlı Devletinin gücünü kaybettiği XIX. Yüzyılın başlarında Napolyon’un Mısır’ı işgali ile ortaya çıkmıştı. Fransız General d’Esperey ilk işgalin arkasından bir süre sonra İstanbul’a geldi. Birinci gelişinde ki karşılamayı beğenmemiş olacak ki 8 Şubat 1919’da gösterişli bir şekilde İstanbul’a tekrar giriş yaptı. Kendisini Roma İmparatoru zanneden bu şahsiyet bakın nasıl bir gösteri sergiledi?

ZAFER ALAYI İSTEDİ

Galata rıhtımından Beyoğlu’na kadar zafer alayı tertip ettirdi. Beyaz başından iki zencinin çektiği dizginsiz bir ata binmişti. Eski Roma İmparatorları gibi etrafını selamlayarak alay halinde ilerliyordu. Bu arada kendisini karşılamaya gelen Osmanlı bandosunu aşağılayarak atını ürküttükleri gerekçesiyle kırbacıyla işaret ederek susturdu. Dolmabahçe Sarayı’nda oturmak istediğini, padişahın sarayı terk etmesini söyleyerek yoluna devam etti. İstanbul’da bulunan gayri Müslimlerin tezahüratları altında ilerleyerek Beyoğlu’nda ki Fransız Sefaretine girdi.

Peki, General d’Esperey’in bu davranışlarının gerekçesi neydi? Bunu yine kendisi Kızılay Cemiyeti’nin düzenlediği davette bakın nasıl açıklıyor: ‘’Bize karşı senelerce muharebe ettiniz ve harbin uzamasına neden oldunuz. Bunun cezasını elbette çekeceksiniz.’’

İSTANBUL İŞGALDEN NASIL KURTULDU?

Türk Ordusu’nun İzmir’e girmesinden sonra Fahrettin Paşa komutasındaki 5. Süvari Kolordusu İtilaf Devletleri kontrolündeki tarafsız bölgeye doğru ilerlemeye başladı. Bunun üzerine Müttefik kuvvetlerde bulunan Fransız ve İtalyan birlikleri derhal geri çekildi. Çanakkale’de bulunan İngiliz birlikleri General Harrington’un emriyle savunma pozisyonu aldı.

İngiltere, Ankara Hükûmeti ile anlaşma yolları aramaya başladı. Ankara Hükûmeti İstanbul ve Çanakkale boğazlarının denetimini istedi. İngiltere başbakanı Lloyd George bu istekleri reddetti. Birliklere savaş pozisyonu alması emrini verdi. Fakat Harrington ateş açılmaması emrini verdi. Türk birlikleri, İngiliz direnişi ile karşılaşmadan tarafsız bölgeye girerek Çanakkale Boğazı’na doğru ilerlemeye başladı. Türklerle savaşılmasını istemeyen Winston Churchill’in başını çektiği bir grup bakan istifa etti.

Diğer taraftan İzmir’in Kurtuluşu’ndan sonra Damat Ferit Paşa 21 Eylül 1922’de ülkeden kaçtı. Mudanya Mütarekesi gereği Trakya topraklarının teslimi yapılırken Refet Paşa, İstanbul komutanı olarak da Millî Müdafaa Umumi Katibi Selahattin Adil Paşa görevlendirildi. Refet Paşa, 19 Ekim tarihinde TBMM Muhafız Grubu’ndan 100 kişilik bir kuvvetle Gülnihal vapuru ile Mudanya’dan ayrılıp İstanbul’a geldi. Ardından “İstanbul Komutanı” sıfatıyla Selahattin Adil Paşa, 81. Alay ile İstanbul’a geldi. Refet Paşa ve Selahattin Adil Paşa’nın İstanbul’a gelmesine rağmen işgal sonlanmadı. Çünkü mütarekeye göre işgal kuvvetleri barış antlaşması imzalanmasından hemen sonra İstanbul’u boşaltacaktı.

24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra, 23 Ağustos 1923’ten itibaren İtilaf kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmaya başladı. Son İtilaf birliği ise 4 Ekim 1923 günü Dolmabahçe Sarayı önünde düzenlenen bir törenle Türk bayrağını selamlayarak şehri terk etti.

6 Ekim 1923’te ise Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu İstanbul’a girdi ve işgal resmen sonlandı. İşgal 4 yıl 10 ay 23 gün sürdü.

İSTANBUL’U NEDEN İŞGAL ETTİLER?

İtilaf Devletleri basına yaptıkları açıklamada İstanbul’u neden işgal ettiklerini bakın nasıl açıklıyorlar:

Padişahlığı ve halifeliği korumak ve güçlendirmek için işgaller gerçekleştirilmiştir. Azınlıklara yönelik bir katliam başlarsa İstanbul Türklerden alınacaktır. Herkes padişahlık makamının İstanbul’dan vereceği kararlara uyacaktır.

UYKUDA İKEN ŞEHİT EDİLEN ASKERLERİMİZ

5 Mart 1920’de işgal devletleri Letafet Apartmanı katliamında 8 Türk’ü şehit ettiler. Türk milleti mitinglere başladı. Halide Edip Adıvar’ın kurtuluş mitingi büyük yankı uyandırdı. 16 Mart 1920 sabah 05.45 sularında İngiliz askerleri araca bindirilmiş iki birlik halinde Beyazıt Direklerarasında bulunan Şehzadebaşı 10. Kafkas Tümenine bağlı karargâh birliği karakoluna geldiler. Bir araç asker dış güvenliği aldı, diğerleri koğuşunu bastılar. Askerlerin uyuduğu koğuşa giren İngiliz askerleri mızıka ve karargâh bölüğü erlerinden beşini ateş açarak öldürdü, onunu yaraladı.

Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın evi basıldı. Harbiye Nezâreti ablukaya alındı ve İngiliz General Shuttleworth Harbiye Nezâreti’nin kontrolünü eline aldı.

Meclis-i Mebusan basıldı mebuslardan Albay Kara Vasıf Bey ve Rauf Bey İngiliz askerleri tarafından tutuklandı.

İNGİLİZLERİN GÖTÜREMEDİKLERİNİ KIZILAY SATIN ALDI

İngilizler gerekli izni alarak askeri eşyaların büyük bir kısmını Türk Kızılayı’na ucuz bir fiyattan sattılar. Türk Kızılayı bu alışverişten çok büyük karlar sağlamış oldu. Çünkü 600.000 sterlin değerindeki araç ve gereci sadece 30.000 sterline almış oldu. Tüm hazırlıklar tamamlanarak işgal gücünün ilk gurubu 24 Ağustos da İstanbul’dan ayrıldı 25 Ağustos’tan itibaren İngilizlerin işgalleri altında bulunan Üsküdar, Erenköy, Bostancı, Maltepe ve Tuzla civarlarının boşaltma işlemleri başlatılarak buradaki araç ve gereçler gemilere yüklenmek üzere Haydarpaşa ve Kadıköy limanına taşınmaya başlandı. Hatta malzemelerin bir kısmı Sibirya adındaki bir gemiye yüklenerek kendi ülkelerine yollandı. Yine bu tarihlerde Fransızların işgallerinde bulunan Zeytinburnu Yeşilköy ve Hadımköy civarları ile eski Donanma Cemiyeti binasının boşaltma işlemleri de başlatılarak buradaki araç ve gereçlerin Sirkeci limanı’na taşınmasına devam edildi. Nihayet 28 Ağustas’ta Bostancı, Maltepe ve Tuzla civarının boşaltılması tamamlanmış ve bu civarda kalan 126’ncı Süvari Bölüğü 6 Subay ile birlikte, 6 vagon eşya Trenle Haydarpaşa’ya taşınmıştır. Yine bu tarihte İngilizlerin işgalinde bulunan Kilyos civanda boşaltılarak gemiler İstanbul’dan ayrılmıştır.

 

 

İslam ve İhsan

138 YIL ÖNCESİNE AİT İSTANBUL FOTOĞRAFLARI

138 Yıl Öncesine Ait İstanbul Fotoğrafları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.