İstidraç ve Keramet Arasındaki Fark
İstidraç nedir, ne anlama gelir? Keramet ve istidraç arasındaki fark nedir? Tasavvufta istidraç ve keramet.
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri buyurur:
“Ehlullahʼtan mânevî zuhûrat ve tulûatları karşısında firâset ve dirâyet sahibi olanlar, o hâlleri şer‘î ölçülerle mîzân ederler. Eğer bu hâller şer‘î ölçülere uygun ise onlara îtimâd edip izhâr ederler, (tatbikâta geçirirler). Fakat kendilerinde vukû bulan bu hâller şer‘î ölçülere aykırı ise onlara îtibâr etmezler.
İKİ ADİL ŞAHİT
Büyüklerden biri buyuruyor ki:
«Kalbimden gelen sözü iki âdil şâhid olan Kur’ân ve Sünnet ile kontrol etmeden kabul etmem.»”[1]
BİR KİŞİYİ HAVADA UÇARKEN GÖRSENİZ
Cüneyd-i Bağdâdî -kuddise sirruh-:
“Bir kişiyi havada uçarken görseniz, hâli Kitap ve Sünnetʼe uymuyorsa bu bir (kerâmet değil) istidraçtır.” buyurur.
İSTİDRAÇ NEDİR?
İstidraç; kâfir, fâsık veya müteşeyyıh, yani velî olmadığı hâlde velîlik iddiâ eden bâzı şahıslardan zuhûr eden, evliyânın kerâmetine benzer birtakım fevkalâde hâllerdir. Onların arzu ve iddiâlarına uygun olarak meydana gelen bu tür sıra dışı hâller, ekseriyetle birtakım rûhî temrinler neticesinde gerçekleşir. Yani ruhtaki bâzı kâbiliyetleri, din dışı birtakım tesirlerle de kuvveden fiile çıkarmak mümkündür. Meselâ Hind fakirleri de riyâzat yoluyla rûhî bir kuvvete ulaşırlar. Bâzen de bu, sihir veya cinnîlerden “huddam” kullanmak sûretiyle vâkî olur. Bâzı insanlar da bunu, şâhit olanların nazarına tesir ederek illüzyon veya hayal mahsulü olarak gösterirler.
Bu gibi sıra dışı hâllerin kerâmetten farkını anlayabilmek, ilim işidir. Fakat şu kadarını söyleyebiliriz ki, böyle kimselerin büyük bir kısmının hayat tarzı “takvâ” ölçüleri içinde değildir. Bunlar, Kurʼânʼa ve Sünnetʼe uyma husûsunda noksandırlar. Hattâ bir kısmı büsbütün İslâm dışıdırlar. Esâsen ilk dikkat edilmesi gereken nokta da budur.
Demek ki bir müʼmin, kalp âleminde hangi hâl ve zuhûrat ile karşılaşırsa karşılaşsın, onlara takılıp kalmamalı; her gördüğü rüyâyı sâdık ve Rahmânî rüyâ zannetmemeli, kendisine dâimâ Kitap ve Sünnetʼi kıstas almalıdır. Yine mü’min, gâyesinin Allâhʼın rızâsını tahsil ve Oʼna yaklaşmak olduğunu hiçbir zaman hatırından çıkarmamalıdır. Kendi görüş ve ölçülerini Kitap ve Sünnetʼten öncelikli görme gaflet ve cürʼetine düşmemeli, şu ilâhî îkâzı bir hayat düstûru edinmelidir:
“Ey îmân edenler! Allâhʼın ve Resûlüʼnün önüne geçmeyin. Allahʼtan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (el-Hucurât, 1)
Dipnotlar:
[1] Muhammed Pârsâ, Muhammed Bahâüddîn Hazretleri’nin Sohbetleri, s. 62-63.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şah-ı Nakşibend (rahmetullahi aleyh) Erkam Yayınları
YORUMLAR