İtaat, Teslimiyet, Sadâkat Nasıl Olmalıdır?

İSLAM

Şunu aslâ unutmamak gerekir ki hiçbir meşrû gayeye, gayr-i meşrû bir yoldan gidilemez. Bu yüzden, ulvî bir gayeye hizmet etme iddiâsıyla Allâh’ın yasaklarını mübah sayanlara aslâ itaat ve teslîmiyet gösterilemez. Zira bu bir itaat değil, isyandır. Halkın hercümerç olmasına, toplumun fitne-fesâda düşmesine sebeptir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Müslüman bir kimsenin hoşlandığı ve hoşlanmadığı her hususta (idarecisini) dinleyip itaat etmesi gerekir; ancak kendisine, Allâh’a isyânı gerektiren bir şey emredilmesi hâriç. Eğer kendisine, Allâh’a isyanı gerektiren bir emir verilirse, bunu dinleme ve buna itaat etme yoktur.” (Müslim, İmâre, 38)

Bunun için mü’min, her hususta Kur’ân ve Sünnet’i yegâne hakîkat ölçüsü bilmelidir. Tâbî olduğu kimselerden gelen emir, tâlimat ve telkinleri de bu hakîkat ışığında değerlendirmelidir. Ne olursa olsun dâimâ hakka uymalı, bâtıldan ictinâb etmelidir. Bilmelidir ki bâtıla itaat, hakka isyandır. Kur’ân ve Sünnet’e muhâlif bir emre itaat; -o emri veren kim olursa olsun- İslâm’a muhâlif bir davranıştır. Esas olan kişiler değil, İslâm’ın hudutlarıdır.

Bunun içindir ki peygamberlerden sonra insanların en hayırlısı olan Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- dahî, halîfe seçildiğinde verdiği hutbede şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar! En sâlihiniz olmadığım hâlde sizin başınıza halîfe seçilmiş bulunuyorum. Şayet vazifemi hakkıyla yaparsam bana yardım ediniz! Yanlış hareket edersem beni îkâz ediniz!..

Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz! Şayet Allâh’a ve Rasûlü’nün emirlerine riâyette kusur gösterirsem bana itaat etmeniz söz konusu olamaz…”[2]

Aynı hassâsiyetin bir benzerini de Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ta görmekteyiz. Huzeyfe -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Bir gün Hazret-i Ömer’in yanına gitmiştim. Evindeki bir kütüğün üzerine oturmuş sıkıntılı bir şekilde kendi kendine söyleniyordu. Yaklaştım ve:

“–Sizi üzen şey nedir ey Mü’minlerin Emîri?” dedim.

İdâreci iken yanlış bir iş yapmaktan korktuğunu ifade etti.

“–Bu mu sizi üzen şey, vallâhi yanlış bir iş yaptığınızda biz sizi düzeltiriz.” dedim.

“–Kendisinden başka ilâh olmayan Allah hakkı için, benden yanlış bir hareket zuhûr ettiğinde hakîkaten beni düzeltir misiniz?” diye sordu.

“–Kendisinden başka ilâh olmayan Allah hakkı için, sizden yanlış bir hareket gördüğümüzde mutlakâ düzeltiriz.” cevâbını verdim. Buna çok sevindi ve:

“–Allâh’a hamd olsun ki sizin içinizde, Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashâbından, yanlışımı gördüğünde beni düzeltecek kimseler vâr etti.” dedi. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VIII, 154)

Yine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- aynı hassâsiyetle şöyle demiştir:

“En çok sevdiğim kimse, bana ayıp ve kusurlarımı haber veren kimsedir.”

Demek ki, peygamberler dışında hiç kimse, hangi makam ve mevkide olursa olsun, hatadan-kusurdan berî değildir. Dolayısıyla Allâh’ın emrine uymayan bir hususta hiç kimseye itaat ve teslîmiyet yoktur.

Yüce Rabbimiz; vatanımız, milletimiz ve ümmet-i Muhammed üzerinde tuzak kurmak isteyenlere fırsat vermesin. Maddî-mânevî değerlerimize sahip çıkma hususunda bizlere ve nesillerimize yüksek bir şuur, idrâk, firâset ve basîret ihsân eylesin.

Âmîn!..


Dipnotlar:

[1] Bkz. et-Tevbe, 107-108.

[2] İbn-i Sa‘d, III, 182-183; Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 69, 71-72; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, II, 1181.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi 368. Sayı Ekim 2016