İzzet ve Şeref Nerede ve Nasıl Aranmalı?

Bir Müslüman izzet ve şerefi, nerede ve nasıl aramalıdır? İnsanlar izzet ve şerefi nerede arıyor? Ayetler ışığında izzet ve şeref arayışı...

“İnsan onuruyla yaşar” denilmiş. Doğrudur; şu hayatta herkes bir itibara sahip olmak ister. Değer verilmek, saygı görmek, başı dik bir şekilde hayatını sürdürmek, hemen herkesin hayata tutunma motivasyonlarından biri ve belki de en önemlilerinden biridir. Hayat kitabımız, Rabbânî kılavuzumuz Kur’ân-ı Kerim, işte bu konuda da insana doğru adresler verir ve yanlış adreslere karşı dikkatli olunmasını ister.

İZZET VE ŞEREF ARAYIŞI

Bir mümin için izzet ve şeref, sıradan halkın itibarına göre değil Allah’ın, Rasûlünün ve müminlerin katındaki değerine göre oluşur. Bu itibarla izzetin aranacağı adresler çok açıktır. Ancak insan denilen varlığın hareketlerine yön vermek isteyen, gerek nefsinın sınır tanımayan arzularından kaynaklanan iç fısıltıları ve gerekse insan ve cin taifesinin saptırıcı dış fısıltıları onun karar mekanizmasını etkileyebilmektedir. Bu yönüyle kişinin izzet arayışında kalp ibresini hareket ettiren ve istikametini tayin eden arka plan son derece önemlidir. Şimdi âyetler ışığında bu arka plana bir mercek tutmaya çalışalım:

İçlerinde iman kökleşmemiş ve çoğu zaman hayat rotalarını dünyevî menfaat ve çıkarları oluşturan ikiyüzlü ve belki çok yüzlü diyebileceğimiz münafıklar hakkındaki şu âyet, izzet ve şeref arayışında ölçüsüzlüğü, sınır tanımamazlığı ve değer merkezli bir omurgaya sahip olamayışı ifade eder:

“Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler (kendilerine veliyy-i umûr tayin edenler), onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki izzetin tamamı yalnızca Allah’a aittir.” (Nisa 4/139)

Bu âyetin bir sonrasında Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiği yahut alaya alındığı ortamlarda böylesi kimselerle birlikteliğin, oturup kalkmanın mümin insanı dönüştüreceği ve nihayet o kâfirlere benzeteceği gerçeğine dikkat çekilir. (Nisa 4/140).

Yüce Rabbimiz rahmetinin gereği olarak kullarına öncelikle hak ve hakikatleri bir şekilde -vasıtalı ya da vasıtasız- ulaştırır, hissettirir. Bu hatırlatmalar, kimi zaman insanlardan ve meleklerden seçtiği elçiler yoluyla vahiy ve ilham şeklinde ve kimi zaman da kevnî âyetler dediğimiz varlık âlemindeki işaretler ve hâdiseler yoluyla olur. Bir diğer hatırlatıcı mesajlar da insanın öz benliğinin merkezini teşkil eden kalbinin derinliklerinden/vicdanından olur. Ancak bu hatırlatmalar, kulu icbar etmek için değildir. Ona bir rahmet tecellisidir o kadar. Bu uyarıların neticesinde -imtihan sırrı tahakkuk etsin için- Allah kullarını iradeleriyle baş başa bırakır. Kul, Hakk’ın bu hatırlatmalarını dikkate alırsa nusretini (ilâhî yardım ve tevfikini) ona lütfeder. Fakat bunca âyete ve işarete karşı kör ve sağır davranır, hatta yüz çevirir ve yalnız nefsinin arzularına göre bir yol tutacak olursa da onu kendi haline bırakır. Böylesi kulların artık geri dönüşü imkânsız değilse de çok zor olur. İşte şu âyet-i kerime böyle bir akibeti ilan eder:

“Kendisine doğru yol (hidâyet) ayan-beyan açıkça belli olduktan sonra Peygamber ile yollarını ayıran ve mü’minlerin yolundan başka yollara sapan kimseyi kendi tercihiyle baş başa bırakacağız ve onu sonunda cehenneme yaslayacağız: O ne berbat bir ikametgâhtır!”  (Nisâ; 115)

Bu âyet-i kerime, bir müminin yüreğini titretecek bir azamet ifade etmektedir. Burada şu üç hususa dikkat çekilmektedir: 1. Hak ve hakikat kendisine apaçık beyan edilmiştir. 2. Buna rağmen Hak elçisinin iradesine karşı bir duruş sergilenmiştir. 3. Müminlerin yolunun dışında bir başka yolun tabisi konumuna bilerek ve isteyerek girilmiştir. Bu üç şart tamam olunca da ilahî takdir şöyle gerçekleşiyor: O kişi yöneldiği yolda bırakılacak ve kıyamet gününde mekânı cehennem olacaktır.

Müminler safını terk edip -gerekçe ne olursa olsun- başka yolların yolcusu olmak, zamanla bulunduğu konumu ve yapıp ettiklerini kişinin kendisine güzel gösterecektir. Rabbimiz bu değişim ve dönüşüm halini de şöyle beyan eder:

“İşlediği kötülüklerin, çirkinliklerin cazibesine kapılan ve (zamanla) bunları güzel görmeye başlayan kişi, (hiç dürüst ve erdemli bir hayatı tercih eden kimseyle bir tutulabilir) mi? İşte  Allah, (zulüm ve haksızlığı tercih ederek sapıklıkta kalmak) isteyeni saptırır, (samîmî bir kalple doğruya, gerçeğe ulaşmak) isteyeni de doğru yola iletir. O hâlde, (ey Peygamber), onlar için kendini üzmeye, endişelenmeye değmez! (Bu gibi kimseleri doğru yola getireceğim diye kendini yiyip bitirme!) Şüphesiz Allah, onların yaptıkları her şeyi biliyor.” (Fâtır 35/8)

İNSANLAR İZZET VE ŞEREFİ NEREDE ARIYOR?

Müminlerin yanında olmak istemeyenler, nefislerinin izzetini koruma adına tarih boyunca farklı gerekçeler ileri sürmüşlerdir. Bunların birkaçını yine Kur’ân-ı Kerim’in beyanlarından şöyle özetleyebiliriz:

  1. Müminlerin yeterince doğru düşünme becerisinden yoksun olduklarını, entelektüel birikimlerinin kıt olduğunu ve dolayısıyla hadiseleri doğru değerlendiremediklerini iddia etmişlerdir. (Bakara 2/13)
  2. İnananlar, sosyo-kültürel anlamda toplumun varoş kesimi ve ayak takımı olarak görülmüşler ve onlarla yan yana görünmenin kendi onurlarıyla uygun olmayacağını ifade etmişlerdir. (Hud 11/27)
  3. Fakirlikleri, zayıflıkları ve sosyal konumları bahane edilerek kimi müminler küçük görülmüş ve onlarla aynı karede yer almayı güya şereflerine (!) uygun bulmamışlardır. (Kehf 18/28)
  4. Müminlerle beraber olmak, gelecek adına kendilerini tehlikeye atmak olacaktır. Çünkü zaman ne getirecek belli olmaz. En iyisi onların arasında görünmemek ve olabildiğince farklı bir çevreyle dostluk ilişkileri kurmaktır. (Mâide 5/52)

Bu ve benzeri sebeplerle kendilerini haklı çıkarmaya çalışanları Kur’an-ı Kerim, kimi zaman küfür, kimi zaman nifak kimi zaman da kalplerinde hastalık bulunan ve iman bakımdan yara almış kimseler olmakla nitelendirir. Bu düşüncede olan kimselerden bir kısmı saadet asrında Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize bir teklif götürmüşler ve demişler ki: “Sen, yanındaki şu Ammar, Bilal ve Suheyb gibi kimseleri uzaklaştır ve bize has bir halka oluştur da seninle konuşalım. Onlarla yan yana oturmak bizim gibiler için doğru olmaz” Bunun üzerine şu âyet iner:

“Rızâsını dileyerek sabah akşam rablerine dua edenlerle olmak için elinden gelen çabayı göster. Dünya hayatının çekiciliğine meylederek gözlerini onlardan çevirme! Bizi anmaktan kalbini gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme!” (Kehf; 28)

Evet, izzet ve şeref, şartlar ne olursa olsun Allah ve Rasûlünün çizdiği yolda müminlerle beraber yürüyenlerin ve aynı safta onlarla yan yana bulunanların olacaktır. Müminler, Hakk’ın kendilerine bahşettiği izzetin farkında olurlarsa, dünyanın imarında da âhiret yurdunu kazanmada da aziz olmanın yollarını elbette bulacaklar ve bir gün yeryüzünün gerçek varisleri olacaklardır. Aziz olan Rabbin ve Aziz peygamberin izzetli ümmeti olmak için de her alanda güçlü mümin olmayı hedef haline getirmek ve bu yolda büyük bir mücahedeye soyunmak gerekecektir.

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 447

İslam ve İhsan

İZZET KİMDEDİR?

İzzet Kimdedir?

MÜ'MİNLER İZZET VE ŞEREFİ NEREDE ARIYORLAR?

Mü'minler İzzet ve Şerefi Nerede Arıyorlar?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.