Kabir Azabı Var mı?
Kabir azabı var mı? Kabir azabınının delilleri nelerdir? Kabir azabının sebepleri nelerdir? Kabir azabından kurtulmak için okunması gereken sure hangisidir? Kabir azabı ile ilgil ayet var mıdır? Kabir sorgusu olacak mı? Kabir sorgusu nasıl olacak? Kabir azabı ve kabir sorgusu ile ilgili hadis-i şerifleri sizler için derledik?
Doğum gibi ölümde haktır. İslam'da her ölen müslüman İslam ahkamına uygun bir şekilde kabiri kazılarak defnedilir ve o andan yani ölümden sonra kabir hayatı başlar. Peki kabir hayatında azap var mıdır? Kısacası kabir azabı var mıdır? Kuran ve Sünnet'te delilleri nelerdir?
Duyu organları ve akıl yoluyla idrâk edilemeyen, ancak vahiy yoluyla sâbit olan gaybî mevzûlardan biri de “kabir azâbı”dır. Kabir azâbı; Allâh’ın emirlerine uymayan insanın ölümünden kıyâmete kadar geçecek olan bekleme safhasında göreceği azaptır. Bazı hadîs-i şerîflerde bu azaptan, “kabir fitnesi” tâbiriyle de bahsolunmaktadır.
Nitekim Sa‘d ibn-i Ebî Vakkas t’ın rivâyetine göre Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) namazlardan sonra şu duâyı okuyarak Allâh’a sığınmışlardır:
“Allâh’ım! Korkaklıktan, cimrilikten Sana sığınırım. Erzel-i ömürden (ihtiyarlık bunamasından) Sana sığınırım. Dünya fitnesinden Sana sığınırım. Kabir fitnesinden Sana sığınırım.” (Buhârî, Cihâd 25, Deavât 37, 41, 44)
KABİR AZABI İLE İLGİLİ AYETLER
Kabir azabı ile ilgili ayetleri açıklamalarıyla birlikte sizler için derledik...
Kabir azâbıyla alâkalı olarak Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“…O zâlimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara; «Haydi canlarınızı kurtarın! Allâh’a karşı doğru olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirmenizden ötürü, bugün aşağılayıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız!» derken onların hâlini bir görsen!” (el-Enʻâm, 93)
“O zâlimlere, âhiret azâbından evvel başka bir azap daha vardır; lâkin pek çoğu bilmez.” (et-Tûr, 47)
“Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medîne halkından birtakım münâfıklar vardır ki, münâfıklıkta mahâret kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, Biz biliriz onları. Onlara iki kez azâb edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azâba itileceklerdir.” (et-Tevbe, 101)
Ehl-i sünnet âlimlerine göre; Firavun ve taraftarlarının sabah-akşam ateşe arz edileceğini, kıyâmet gününde de en şiddetli azâba mâruz bırakılacaklarını[1] ve Nuh kavminin suda boğulmasının ardından ateşe atıldığını[2] bildiren âyet-i kerîmeler, kabir azâbına âit delillerdendir.
Hadîs-i şerîflerde de; gıybet ve dedikodu yapmanın,[3] ölüye ağıtlar yakarak ağlamanın,[4] borçlu olarak ölmenin,[5] yalan söylemek, zinâ etmek, fâiz yemek ve içki içmek[6] gibi haram fiillerin, kabir azâbına sebep olduğu bildirilmektedir.
[1] Bkz. el-Mü’min, 46.
[2] Bkz. Nûh, 25.
[3] Bkz. Müsned, I, 225; Buhârî, Cenâiz, 88.
[4] Bkz. Buhârî, Cenâiz, 33; Müslim, Cenâiz, 16-28.
[5] Bkz. İbn-i Mâce, Sadakat, 12.
[6] Buhârî, Cenâiz 92, Tâbir 48.
- Kabir Azâbına Delâlet Eden Âyetler ve Tefsirleri
Kabir azâbının varlığını açıkça ortaya koyan âyet yoktur” diyerek ve sünnetteki delilleri de yok sayarak kabir azâbını inkâra kalkışmak kimseye bir şey kazandırmayacaktır. Zira, bırakınız kabir azâbını, daha ölüm anında bile kula azâb edildiğini ortaya koyan âyet-i kerîmeler bulunmaktadır.
Meselâ En’am sûresi’nin 93. âyeti şu mealdedir: “O zâlimler ölümün boğucu dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara haydi canlarınızı kurtarın, Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve onun âyetlerine karşı kibirli davranmanızdan ötürü, bugün alçaklık azâbı ile cezalandırılacaksınız’ derken onların hâlini bir görsen!” Yine Muhammed sûresi’nin 27. âyeti de şu mealdedir: “Melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak?”
- Tevbe Suresi
"Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz biliriz onları. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir." (Tevbe Suresi 101)
- Tevbe Suresi 101. Âyetin Tefsiri
Hz. Peygamber çevresindeki bazı kişilerin gerçekte iman etmedikleri halde inanmış gibi davrandıklarını biliyordu. Âyette onun da bilmediği ve iki yüzlülüğü âdeta sanat haline getirmiş kimseler bulunduğu, onların daha ağır cezaya çarptırılacakları haber verilmektedir. Böylece bir taraftan Resûlullah ve müminler, çevrelerindeki insanların gerçek niyetleri konusunda daha ihtiyatlı davranmaları için uyarılmış, diğer taraftan da tehditkâr bir ifadeyle bu gibi kimselerin akıllarını başlarına almaları istenmiştir.
İlk dönem müfessirlerinden, bu kimselerin iki defa cezalandırılacaklarına ve sonra çok büyük bir azaba itileceklerine ilişkin ifadeyi açıklayan değişik yorumlar nakledilmiştir. Bunların bir kısmında “iki defa” kaydı dünyadaki cezalarla ilgili kabul edilmiştir. Bu yorumların başlıcaları şöyledir: Önce müslümanların başarılarını görmenin ıstırabını yaşayarak derin bir acı tadacaklar veya münafıklıkları ortaya çıkıp herkese karşı rezil olacaklar yahut açlığa, esarete mâruz kalacaklar, öldürülecekler; sonra da –asıl âhiret azabından evvel– kabir azabına çarptırılacaklardır; önce kötü emellerine kavuşamamanın ve rezil rüsvâ olmanın bunalımını yaşayacaklar, sonra ölüm gelip çattığında bağışlanmaz günahlar işlemiş olduklarını anlayıp onun ağırlığı altında ezilerek cehenneme sevkedileceklerdir.
“İki defa” kaydındaki ikinci defayı âhiret azabı olarak anlayanlar ise, “…ayrıca çok büyük bir azaba itilecekler” ifadesini âhirette cehennemin en dibine atılacakları yani ağırlaştırılmış bir azap görecekleri veya önce diğer inkârcılardan ayrı özel bir azaba çarptırılacakları şeklinde açıklamışlardır (Taberî, XI, 9-12; Şevkânî, II, 454; Reşîd Rızâ, XI, 19).
- Mü'minun Suresi
"Sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn'u mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelenlerine peygamber olarak gönderdik de (onlar) büyüklük tasladılar ve kendilerini büyük görüp böbürlenen bir topluluk oldular. Bu yüzden, "Kavimleri bize kul köle iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız" dediler. Böylece ikisini de yalanladılar, bu yüzden de helak edilenlerden oldular." (Mü'minun Suresi 45-48)
- Mü'minun Suresi 45-48. Âyetlerinin Tefsiri
Mûsâ ve kardeşi Hârûn’un getirdikleri “âyetler ve apaçık delil” ile genellikle Hz. Mûsâ’nın gösterdiği, bazılarının Hz. Hârûn’la da ilgisi bulunan mûcizeler kastedilmiştir (farklı açıklamalar için bk. Râzî, XXIII, 101).
İsrâiloğulları, Hz. Mûsâ kendilerini Mısır’dan çıkarmadan önce dört asırdır Mısır’da yaşıyor, burada ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorlardı. İşte 47. âyette Firavun ve çevresinin bu sebeple onları kendi köleleri gibi gördükleri, dolayısıyla aynı kavimden olan Mûsâ ve Hârûn’un dinlerini kabul etmenin kendileri için onur kırıcı olacağını ileri sürdükleri, böylece azgınlara ve sapkınlara yaraşır bir kibir ve gurur örneği sergiledikleri, bunun da onları helâke götürdüğü bildirilmektedir. Böylece gerek Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekkeli putperestlere gerekse bütün insanlara, doğru ve yanlışı makam-mevki, mal-mülk, soy-sop gibi ölçülerle ayırmaya kalkışmaları halinde bunun bedelinin çok ağır olacağı uyarısında bulunulmaktadır
- İbrahim Sûresi
"Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar." (İbrahim Sûresi 27)
- İbrahim Sûresi 27. Ayetin Tefsiri
“Sağlam söz” diye çevirdiğimiz el-kavlü’s-sâbit tamlaması 24. âyette geçen “güzel söz” ile eş anlamlı olarak “kelime-i tevhid” veya “kelime-i şehâdet” mânasında kullanılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber de bu sözü “kelime-i şehâdet” olarak açıklamıştır (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 14/2). Allah Teâlâ, iman edenlerin kalbine bu sağlam sözü sarsılmaz bir biçimde yerleştirir ve onları hem bu dünya hayatında hem de âhirette iman üzerinde kararlı ve sabit kılar.
Müminler imanın verdiği şuurla dünyada dengeli ve mutlu bir hayat yaşarlar, fitne, fesat ve kötülüklerden kendilerini korurlar; âhirette ise kurtuluşa erip bahtiyar olurlar. Bir görüşe göre âyette bildirilen dünya hayatından maksat, kabir hayatıdır; çünkü ölüler yeniden dirilinceye kadar dünyadadırlar. Âhiretten maksat ise hesap zamanıdır. Bir başka görüşe göre ise dünya hayatından maksat kişinin kabirde sorguya çekildiği andır; nitekim Hz. Peygamber de buna işaret buyurmuştur (Buhârî, “Tefsîr”, 14/2).
Âhiret hayatından maksat da kıyamet gününde sorguya çekildiği zamandır (Şevkânî, III, 122). Allah Teâlâ inananları hem dünyada hem de âhirette iman üzere sabit kılarak mutlu ederken, zalimleri de inkârcılıktaki ısrarları sebebiyle kendi hallerine bırakır; doğru yolu bulamazlar. Böylece onlar hem dünyada hem de âhirette bedbaht olurlar. Allah hidayete ermek isteyenleri hidayete erdirir, sapkınlıkta ısrar edenleri de kendi hallerine bırakır.
KABİR AZABI İLE İLGİLİ HADİSLER
Kabir azabı ile ilgili hadisi şerifleri sizler için derledik...
- Kabir azabından Allah'a (c.c) sığınırdı.
Hazret-i Âişe (r.a) Vâlidemiz şöyle buyurmuştur:
“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in, namaz kılıp da kabir azâbından Allâh’a sığınmadığını hiç görmedim.” (Buhârî, Cenâiz, 87)
- Kabirlerinde azap görüyorlar.
Ashâb-ı kirâmdan Ebû Cuhayfe, Berâ bin Âzib ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) şöyle buyurmuşlardır:
“Bir gün Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz, Güneş battıktan sonra (Medîne hâricine) çıkmıştı. Bir ses işitti ve:
«‒Yahudîler, kabirlerinde azap görüyorlar.»” buyurdu. (Buhârî, Cenâiz, 88; Müslim, Cennet, 69)
Burada şöyle bir sual akla gelebilir:
“Biz kabrinde azap gören bir ölüde hiçbir iz ve emâre görmüyoruz! Meselâ o kabrinde nasıl oturtuluyor, kendisine nasıl suâl soruluyor ve bazılarına demirden bir çekiçle nasıl azap ediliyor?”
Buna cevâben denilebilir ki:
“Bu aslâ imkânsız değildir. Zira dünyada da bunun bir benzeri vardır. Nitekim uyuyan kişi rüyasında gördüğü şeylere göre lezzet veya elem duyar ama yanındaki kimse onun yaşadığı bu elem ve lezzetten hiçbir şey hissetmez. Aynı şekilde uyanık olan bir kişi, işittiği bir söz veya içinden geçen bir düşünce sebebiyle heyecan veya üzüntü duyar ama yanındaki arkadaşı bunu müşâhede edemez.”[1]
- Cehennem ve kabir azabından Allah'a (c.c) sığınırım.
Zeyd bin Sâbit (r.a) anlatıyor:
“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz Neccâroğulları’na ait bir bahçede bulunuyordu. Katırının üzerindeydi. Biz de yanındaydık. Katır âniden ürktü, neredeyse Efendimizi sırtından yere atacaktı. Bir de baktık ki önümüzde altı, beş veya dört tane kabir var.
Allah Rasûlü (s.a.v):
«‒Bu kabirlerin sahiplerini kim biliyor?» diye sordular.
Orada bulunan sahâbîlerden biri:
«‒Ben biliyorum!» deyince, Efendimiz (s.a.v):
«‒Ne zaman öldü onlar?» diye suâl ettiler. Sahâbî:
«‒Şirk devrinde öldüler.» dedi.
Efendimiz (s.a.v):
«‒Bu ümmet, kabirlerinde iptilâya mâruz kalacak (hesap ve azap görecek)! Birbirinizi defnetmeyeceğinizden korkmasaydım, işitmekte olduğum kabir azâbını size de duyurması için Allâh’a duâ ederdim!» buyurdular.
Sonra mübârek yüzüyle bize dönüp:
«‒Cehennem azâbından Allâh’a sığının!» buyurdular.
Ashâb-ı kirâm:
«–Cehennem azâbından Allâh’a sığınırız!” dediler.
Allah Rasûlü (s.a.v):
«‒Kabir azâbından Allâh’a sığının!» buyurdular.
Ashâb-ı kirâm:
«–Kabir azâbından Allâh’a sığınırız!» dediler.
Allah Rasûlü (s.a.v):
«‒Fitnelerin açığından ve gizlisinden Allâh’a sığının!» buyurdular.
Ashâb-ı kirâm:
«–Fitnelerin açığından ve gizlisinden Allâh’a sığınırız!» dediler.
Allah Rasûlü (s.a.v):
«‒Deccâl’in fitnesinden Allâh’a sığının!» buyurdular.
Ashâb-ı kirâm:
«‒Deccâl’in fitnesinden Allâh’a sığınırız!» dediler.” (Müslim, Cennet, 67)
- Kabir azabına sebep olan günahlar işleyen iki kişi.
İbn-i Abbâs (r.a) şöyle anlatır:
“Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz Medîne-i Münevvere’nin bahçelerinden birinden çıktığı esnâda kabirlerinde azap gören iki kişinin sesini işitti. Bunun üzerine:
«Bu ikisi, kendilerince büyük olmayan birer günah sebebiyle azap görüyorlar. Aslında günahları gerçekten büyük idi. Biri idrarından sakınmaz, diğeri de söz taşır, dedikodu yapardı.» buyurdular.
Sonra yaş bir hurma dalı istediler. Onu iki parçaya ayırıp, birini bir kabrin, diğerini de öbür kabrin başına diktiler ve:
«Kurumadıkları müddetçe azaplarının hafifletilmesi umulur.» buyurdular.” (Buhârî, Edeb 49, Vudû 55-56, Cenâiz 82)[2]
Sahâbeden Ebu’d-Derdâ t’ın buyurduğu gibi:
“Ey kabir! Dışın ne kadar sessiz, fakat için ne dehşet verici korkularla dolu!..”
- Ya Cennet ya cehennem çukurudur.
Hz. Peygamber (asm) diğer bir hadislerinde şöyle buyururlar:
"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî, Kıyamet, 26).
- Kabir önce sıktı sonra genişlik verdi.
Câbir bin Abdullah (r.a) anlatıyor:
“Saʻd bin Muâz (r.a) vefât ettiğinde Rasûlullah (s.a.v) ile beraber gittik. Peygamber Efendimiz (s.a.v) cenâze namazını kıldırdıktan sonra Saʻd kabrine kondu ve üzeri toprakla örtülüp düzeltildi. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v) tesbihatta bulundu. Biz de O’nunla birlikte uzun müddet tesbihatta bulunduk. Sonra tekbir getirdi. Biz de tekbir getirdik. Daha sonra:
«‒Yâ Rasûlâllah! Niçin tesbih ettiniz ve tekbir getirdiniz?» diye sorulunca:
«‒Allah ona genişlik verinceye kadar, kabir şu sâlih kulu sıktı da sıktı!» cevâbını verdiler.” (Ahmed, III, 360, 377)
İbn-i Abbas (r.a) da şöyle nakleder:
“Saʻd bin Muâz (r.a) defnedildiği gün Peygamber Efendimiz (s.a.v) onun kabri başında otururken şöyle buyurdular:
«Kabrin fitnesinden veya suâlinden kurtulacak biri olsaydı, Saʻd bin Muâz kurtulurdu. Ancak kabir onu önce sıktı, sonra da Allah Teâlâ ona genişlik lûtfeyledi».” (Taberânî, el-Muʻcemu’l-Kebîr, X, 334; Heysemî, III, 46)
- Hangi Günahlar Kabir Azabına Neden Olur? Ne tür kabir azapları var?
Hangi günahın, kabirde kişiyi nasıl bir azâba dûçâr edeceğini beyân eden bir hadîs-i şerîfi, Semüre bin Cündeb (r.a) şöyle rivâyet etmektedir:
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ashâbına:
“Rüyâ göreniniz var mı?” diye sorup, “gördüm” diyenin rüyâsını, Allâh’ın dilediği şekilde tâbir ederlerdi. Bir sabah bize şöyle buyurdular:
“Bu gece rüyamda iki kişi (Cebrâîl ile Mîkâîl) gelerek beni kaldırdılar ve; «Haydi gidiyoruz.» dediler. Ben de onlarla beraber gittim. Yanı üzerine yatmış bir adamın yanına vardık. Başka biri de elinde kocaman bir kaya ile onun başında duruyordu. Kayayı, yatan adamın kafasına vurup eziyor, taş bir tarafa yuvarlanınca arkasından gidiyor ve taşı alıp getiriyordu. O gelinceye kadar diğerinin kafası da iyileşerek eski hâline geliyordu. Adam, önce yaptığını aynen tekrarlayarak yerde yatanın başını her defasında ezip duruyordu. Meleklere:
«–Sübhânallâh! Bunların hâli nedir?» dedim.
«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Derken sırt üstü yatmış bir adamın yanına vardık. Başucunda da, elinde demir çengel bulunan bir başkası duruyordu. Bu adam, yatan kişinin bir tarafına geçip elindeki çengelle avurdunu, burnunu ve gözünü tâ ensesine kadar yarıyor, sonra öbür tarafına geçip orasını da aynı şekilde parçalıyordu. Bir tarafını parçalarken diğer tarafı eski hâline geliyor, adam da sürekli aynı şekilde parçalamaya devam ediyordu. Ben:
«–Sübhânallah! Bu hâl nedir?» dedim.
«–Hiç sorma, devam et!» dediler. Yürüdük. Fırın gibi bir yapıya vardık. Orada ne söylenildiği anlaşılamayan çığlıklar, feryatlar birbirine karışıyordu. O yapının içinde çıplak bir sürü erkek ve kadınların bulunduğunu anladık. Altlarından alevler yükseldikçe, onlar çığlık atıyor, feryat koparıyorlardı.
Ben:
«–Bunlara ne oluyor?» dedim.
«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Nihayet kandan bir nehre vardık. Nehrin içinde yüzen bir adam, kıyısında da yanına birçok taş yığmış başka bir adam vardı. Nehirdeki adam çıkmak isteyince, kıyıdaki onun ağzına bir taş atıyor ve onu yerine geri çeviriyordu. Çıkmak için kenara her gelişinde aynı şeyi yapıyor, ağzına taş atıyor, o da geri dönüyordu. Ben, yanımdaki iki kişiye:
«–Bu ikisinin hâli nedir?» dedim.
«–Hiç sorma, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Çirkin bir adamın -gördüğünüz insanların en çirkini de diyebilirsiniz- yanına vardık. Adam, sürekli ateş yakıyor ve ateşin etrafında dolanıp duruyordu. Ben:
«–Bu adam kim?» dedim.
«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük. İçinde baharın bütün çiçeklerinin bulunduğu geniş ve yemyeşil bir bahçeye vardık. Bahçenin ortasında gayet uzun boylu bir adam vardı. O kadar ki, göğe uzanan başını neredeyse göremeyecektim. Adamın etrafında, hayatımda hiç görmediğim kadar çok çocuk bulunuyordu. Ben:
«–Bu adam ve bu çocuklar kimlerdir?» dedim.
«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Gide gide büyük bir ağaçlığa vardık ki, ben onun gibi güzel ve geniş bir ağaçlık görmüş değilim. Beni götürenler; «Gir oraya!» dediler. Birlikte girdik ve bir tuğlası altın, bir tuğlası gümüşten örülmüş bir şehirle karşılaştık. Şehrin kapısına varıp açılmasını istedik. Kapı açıldı, içeri girdik. Bizi, vücutlarının yarısı bugüne kadar gördüklerinizin en güzeli, diğer tarafı da bugüne kadar gördüklerinizin en çirkini birtakım adamlar karşıladı. Yanımdaki iki kişi onlara:
«–Gidip şu nehre girin!» dediler. Bir de ne göreyim; suyu süt gibi bembeyaz, enine doğru akan bir nehir. Adamlar gidip nehre girdiler sonra çıkıp yanımıza geldiler. Çirkinlikleri tamamen gitmiş, hepsi de son derece güzelleşmişti.
Beni götüren iki kişi:
«–Burası Adn Cenneti’dir, şurası da Sen’in konağındır.» dediler. Başımı kaldırıp baktım, bir de ne göreyim; beyaz buluta benzeyen bir köşk.
«–İşte burası Sen’indir.» dediler. Ben onlara:
«–Allah size büyük hayırlar ihsân eylesin, bırakınız da oraya gireyim.» dedim.
«–Hayır, şimdi değil! Sen oraya daha sonra gireceksin.» dediler. Bunun üzerine ben:
«–Bu gece boyunca hayret verici şeyler gördüm. Gördüklerimin mânâsı nedir?» dedim. Onlar da:
«–Anlatalım.» dediler:
«–İlk önce yanına vardığın, kafası taşla ezilen adam var ya; o, Kur’ân’ı öğrendiği hâlde terk eden ve uyuyarak farz namazın (bilhassa sabah namazının) vaktini geçiren kimsedir.
Avurdu, burnu ve gözleri demir çengelle yarılan adam, evinden çıkıp etrafa yalanlar yayan kişidir.
(Diğer rivâyette şöyle buyrulur:
«O bir yalancı idi, dünyada devamlı yalan söylerdi. Onun yaydığı yalanlar âfâkı sarardı. İşte bu yalancı, kıyâmet gününe kadar bu şekilde azap görecektir.»)
Fırın içindeki çıplak erkek ve kadınlar, zinâ eden erkek ve kadınlardır.
Nehirde yüzüp yüzüp de taş yutan adam, fâiz yiyen kişidir.
Yanındaki ateşi sürekli yakarak etrafında dolaşıp duran çirkin görünüşlü kişi, Cehennem bekçisi Mâlik’tir.
Bahçedeki uzun boylu adam, Hazret-i İbrahim’dir. Etrafındaki çocuklar da İslâm fıtratı üzere ölen küçük yavrulardır.»”
Müslümanlardan biri:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Müşrik çocukları da bunlara dâhil mi?” diye sordu.
Rasûlullah r:
“–Müşriklerin çocukları da dâhildir.” buyurdu ve devam etti:
“–Vücutlarının yarısı güzel, yarısı çirkin olan adamlara gelince; bunlar, sâlih amellerin yanında kötü işler de yapan kimselerdir. (Ancak) Allah onları affetmiştir.” (Buhârî, Ta‘bîr 48, Cenâiz 93, Teheccüd 12, Büyû‘ 2, Cihâd 4, Bed’ü’l-Halk 6, Enbiyâ 8, Tefsir 9/15, Edeb 69; Tirmizî, Rü’yâ, 10/2295)
Yani Allah Teâlâ, günahkâr kullarından dilediklerini affederek onlara azâb etmez veya bir müddet sonra azaplarını sona erdirebilir. Ancak müslüman, hiçbir zaman affedileceğinden emîn olamaz. Çünkü Cenâb-ı Hak, peygamberler dışında kimseye garanti vermemiştir. Bu sebeple kul, dâimâ tevbe ve istiğfâr hâlinde bulunup günahlardan uzaklaşmaya ve sâlih amellerle hayır işlerine koşmaya gayret etmelidir.
- Kabir azabından emin olmuş kimse.
Meymûn bin Mihran anlatıyor:
Ömer bin Abdülazîz (r.a) ile bir mezarlığa doğru gittik. Mezarları görünce hüzünlendi. Sonra bana dönerek:
“–Ey Meymûn! Bunlar atalarımın mezarlarıdır. Sanki dünyaya hiç karışmamışlar gibidir. Baksana, nasıl toprak altında kaldılar, mezarları eskidi, bedenlerini de toprak yedi bitirdi.” dedi.
Ardından da nemli gözlerle bir mezara bakarak:
“–Vallâhi, şu mezara girip de azaptan emin olan kimseden daha büyük bir nîmete kavuşmuş bir kimse düşünemiyorum.” dedi. (İhyâ, IV, 868)
[1] Bkz. Tıybî, el-Kâşif an Hakāikı’s-Sünen, Mekke-i Mükerreme, 1417, II, 590.
[2] Ayrıca bkz. Müslim, Tahâret, 111; Ebû Dâvûd, Tahâret, 11; Tirmizî, Tahâret, 53; Nesâî, Tahâret, 26; Cenâiz, 116; İbn-i Mâce, Tahâret, 26.
- Açıklamalarıyla Hadis-i Şerifler
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Biriniz namazda tahiyyâtı bitirdiği zaman, dört şeyden Allah’a sığınarak şöyle desin: Allâhümme innî eûzü bike min azâbi cehennem ve min azâbi’l-kabr ve min fitneti’l-mahyâ ve’l-memât ve min şerri fitneti’l-mesîhi’d-deccâl: Allahım, cehennem azâbından ve kabir azâbından, hayat ve ölüm fitnesinden, kör deccâlin fitnesine uğramaktan sana sığınırım.” (Müslim, Mesâcid 128. Ayrıca bk. Müslim, Mesâcid 130-134)
- Hadis-İ Şerifin Açıklaması
Resûlullah Efendimiz selâm verip namazdan çıkmadan önce şu dört şeyden Allah’a sığınmakla, bize hem nasıl dua edeceğimizi öğretmekte hem de bizim için büyük tehlike teşkil eden hâdiseleri haber vermektedir.
- Cehennem Azâbı
Kur'ân-ı Kerîm’de ve onun tefsiri olan hadîs-i şerîflerde birçok defa cehennem azâbından bahsedilmiş, oradaki korkunç sahneler tasvir edilmiş ve böylece insanlar cehennem azâbını gerektirecek bir hayat tarzından sakındırılmıştır. Resûlullah Efendimiz bu duasıyla, cehennem azâbından insanın ancak Allah’a sığınarak kurtulabileceğine işaret etmektedir.
- Kabir Azâbı
Hz. Âişe kabir azâbının olup olmadığını Resûl-i Ekrem’e sorduğunu, onun da “Evet, kabir azâbı haktır.” buyurduğunu ve kıldığı her namazda kabir azâbından Allah’a sığındığını söylemektedir (Nesâî, Sehv 64). Hz. Osman bir kabre baktığı zaman sakalları ıslanıncaya kadar ağlar, sonra da Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, kabri âhiret yolculuğunun ilk menzili olarak kabul ettiğini, buradan kurtulan kimse için sonrasının daha kolay olacağını, buradan kurtulamayan için de sonrasının daha çetin olacağını belirttiğini söylerdi (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 63). Kabir azâbı, Allah’ın buyruklarına uymayan insanın ölümünden kıyamete kadar geçecek olan uzun bekleyiş safhasında göreceği bir tür işkencedir. Mâhiyetini tam olarak bilemediğimiz bu azâba tâbi tutulmak için insanın mutlaka kabirde bulunması da gerekmemektedir.
- Hayatın Fitnesi
İnsan hayatta çeşitli sıkıntılara uğrar. Zira bu dünya imtihan yeridir. Bizzat kendisi veya yakınları bedenî rahatsızlıklara yakalanabilir. Bunlara sabretmeyip isyan etmek, Allah’ın verdiğine razı olmamak hayatın fitnesidir. Çeşitli zaaflar ve tutkular sebebiyle dünyadaki imtihanı kaybetmek veya Allah’ın istediği gibi bir hayat tarzına sahip olamamak da yine hayatın fitnesidir. Asıl belâ belâyı vereni bilmemektir.
- Ölümün Fitnesi
İnsan hayata büsbütün vedâ etmeden önce, henüz can çekiştiği sırada şeytanın onu imanından etmek üzere hazırladığı tuzaklar veya meleklerin kabirdeki çetin imtihanları ölümün fitnesidir. Bu imtihanı kaybedenler için kabir azâbı başlayacaktır. Resûlullah Efendimiz hem ölüm fitnesinden hem de kabir azâbından ayrıca Allah’a sığınmıştır.
- Deccâlin fitnesi
Peygamber Efendimiz kendi zamanında deccâlin çıkmayacağını bildiği halde, onun çıkacağı zamanda yaşayacak ümmetini uyarmak maksadıyla deccâlin hilelerinden söz etmiş ve bu felâketin bir müslüman için en büyük belâ olduğunu haber vermiştir. Resûl-i Ekrem’in deccâl fitnesinden Allah’a sığınmasını, belki de Cenâb-ı Hak’tan ümmetini bu belâdan korumasını niyâz etmesi şeklinde anlamak gerekecektir. Böylece bütün ümmetine onun şerrinden Allah’a sığınmalarını da öğütlemiş olmaktadır.
Hadislerde deccâl, mesîhü’d-deccâl şeklinde geçmektedir. Deccâl hile anlamına gelen decel kelimesinden türemiştir. Hilekâr, düzenbaz demektir. Mesîh de silmek anlamına gelen mesh kelimesinden türemiştir. Deccâle mesîh denmesi, kendinden hayrın silinip alınması veya bir gözünün, hiç yokmuş gibi tamamen silinmesi yani yüzünün bir tarafının dümdüz ve dolayısıyla kör olması, bazılarına göre ise çok seyahat etmesi sebebiyledir. Hz. Îsâ’ya da mesîh denmiştir. Bunun sebebi de onun mübarek elini hastalara sürerek (meshederek) iyileştirdiği içindir.
KABİR SORGUSU VAR MIDIR?
Kabir sorgusu olacak mı? Kabir sorgusu nasıl olacak? Kabir sorgusu ile ilgili hadis-i şerfleri sizler için derledik?
Berâ İbni Âzib radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman kabirde sorguya çekildiği zaman, Allah’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehâdet eder. İşte bu şehâdet, Kur’ân–ı Kerîmdeki “Allah, kendisine iman edenleri hem dünyada hem de âhirette sağlamlaştırır “ [İbrâhim sûresi (14), 27] âyetinin delâlet ettiği mânâdır.” (Buhârî, Cenâiz 87, Tefsîru sûre (14), 2; Müslim, Cennet 73)
Hadis-i Şerifin Açıklaması
Herkesin dünyadan sadece bir kefenle dönebileceği kabir, insanlar için hesaba çekilme yeri ve neticeye göre muamele görme mahallidir. Kabir azâbının olmadığı ya da sadece kafirler için söz konusu olabileceği konusunda, Mûtezile ve Hâricîler’den çok az sayıda kimse görüş beyan etmişse de, Ehl-i sünnet ve anılan mezheblerin büyük çoğunluğu kabir azâbının varlığı hususunda görüş birliği içindedirler.
Kabir azâbına delâlet eden âyetler [Tevbe sûresi (9), 101; Mümin sûresi (40), 45] yanında kabir azâbı hakkında bir çok sahih hadis bulunmaktadır. Hadisimizde geçen İbrahim sûresinin 27. âyetinin, kabir azâbı hakkında nâzil olduğuna dair Buhârî ve Müslim’de rivayetler bulunmaktadır (bk. Buhârî, Cenâiz 87; Müslim, Cennet 74). Bütün bunlara rağmen,“ Kabir azâbının varlığını açıkça ortaya koyan âyet yoktur” diyerek ve sünnetteki delilleri de yok sayarak kabir azâbını inkâra kalkışmak kimseye bir şey kazandırmayacaktır.
Zira, bırakınız kabir azâbını, daha ölüm anında bile kula azâb edildiğini ortaya koyan âyet-i kerîmeler bulunmaktadır. Meselâ En’am sûresi’nin 93. âyeti şu mealdedir: “O zâlimler ölümün boğucu dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara haydi canlarınızı kurtarın, Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve onun âyetlerine karşı kibirli davranmanızdan ötürü, bugün alçaklık azâbı ile cezalandırılacaksınız’ derken onların hâlini bir görsen!” Yine Muhammed sûresi’nin 27. âyeti de şu mealdedir: “Melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak?”
Hadisimiz kabir sorgusu gerçeğini tesbit etmekte, orada kelime-i şehâdet getirmenin, dünyada bu inanç içinde olan müminlere nasip olacağını bildirmekte ve bunun “Allah, kendisine iman edenleri hem dünyada hem de âhirette sağlamlaştırır” âyetinde belirtildiği gibi bir ilâhî ikrâm olduğu haberini ve müjdesini vermektedir. Hadisimiz taşıdığı bu müjdeden dolayı Nevevî merhum tarafından recâ konusunda zikredilmiştir. Görülüyor ki, mü’minler için âhiret yolculuğu demek olan hayatın her safhasında gerçekten ümitli olmak için ilâhî müjdeler bulunmaktadır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
- Kabir azâbı ve kabir sorgusu haktır, mutlaka vuku bulacaktır.
- Kabirdeki sorgulamada mü’minler, Allah Teâlâ’nın ikrâmı sonucu dünyada söyleyegeldikleri kelime-i şehâdeti okuyarak imanlarını isbat edeceklerdir.
- Bu durum kabir azâbından kurtuluş müjdesi ve bu konuda büyük bir ümit kaynağıdır.
Başka bir hadis-i şerifte Ebû Abdullah veya Ebû Leylâ künyeleriyle de bilinen Ebû Amr Osman İbni Affân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir ölü defnedildikten sonra kabri başında durdu ve şöyle buyurdu:
“ Kardeşinizin bağışlanmasını isteyiniz ve Allah’tan ona başarılar dileyiniz. Çünkü o şu anda sorgulanmaktadır”. (Ebû Dâvûd, Cenâiz 69)
KABİR AZÂBINDAN KORUYAN SURE
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular:
“Mülk sûresi kabir azabına karşı bir engel ve bir kurtarıcıdır, insanı kabir azabından kurtarır.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an 9)
Başka bir hadiste Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kur’an’da otuz ayetten ibaret bir sûre bir adama şefaat etti; neticede o kişi bağışlandı. O sûre: Tebârekellezî biyedihi’l-mülk’dür.” (Ebû Dâvud, Salât 327; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 9.)
- Tebareke Suresi (Mülk Suresi)
Tebâreke sûresi, Kur’an’ın 67’nci sûresi olup 30 âyetten ibarettir. Bu sûre Mülk sûresi diye anılır ve Kur’an’daki adı böyledir. Ancak ona Mânia, Münciye, Vâkiye gibi isimler de verilmiştir. Bu sûre Mekke’de nâzil olmuştur. Mülk sûresinin fazileti hakkında çeşitli hadisler vardır. Onlardan birinde bildirildiğine göre, Peygamber Efendimiz, Secde ve Mülk sûrelerini her gece yatmadan önce okurlardı (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 9). Bunu mukîm iken de, yolculukta olduğu sıralarda da bırakmadıkları nakledilir. Resûlullah’ın bu sünnetinden hareketle müslümanlar da hem bu sûrenin hem de sünnete uymanın bereketini umarak her gece Mülk sûresini okumayı güzel bir âdet edinmişlerdir. Bunun mendup sayılan davranışlardan biri olduğu kabul edilir.
- Surenin Şefaat Etmesi
Bu sûrenin bir adama şefaat etmesi ve bu vesileyle onun mağfirete nâil olup bağışlanması, onu sürekli okuması ve kadrini kıymetini bilmesi sebebiyledir. Bu şekilde davrananları Cenâb-ı Hak kabir azâbından koruyacak veya kıyamet gününde kendilerini bağışlayıp affedecektir. Hattâ sûreye “Mânia” ve “Münciye” adlarının verilmesinin sebebi, onun mâna ve mâhiyetini kavrayarak ve inanarak okuyanın kabir azâbı görmesine engel olacağı ve kurtuluşuna da vesile teşkil edeceği içindir. Sûreye bu iki ismi bizzat Efendimiz vermişlerdir (Bk. Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 9). Peygamberimiz’in bu hadisleri Tebâreke sûresinin sürekli okunmasına teşvik mahiyetinde kabul edilmelidir.
HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
- Tebâreke sûresi, Kur’an’ın özellikli ve faziletli sûrelerindendir.
- Tebâreke sûresinin ezberlenmesi ve her gece yatmadan önce sürekli okunması Peygamberimiz’in sünnetlerindendir.
- Tebâreke sûresini sürekli okumak, onun şefaatine nâil olmanın ve bağışlanmanın vesilesidir.
- Bu şefaat, kabir azâbından korunmak olabileceği gibi, kıyamet gününde bağışlanmak da olabilir.
MÜLK SURESİ OKU VE DİNLE - FATİH ÇOLLAK
KABİR AZABINDAN KURTULMAK İÇİN OKUNACAK DUA
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, duâlarında:
اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَمِنْ عَذَابِ النَّارِ
وَمِنْ فِتْنَةِ الْمَحْيَا وَالْمَمَاتِ وَمِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ
Türkçe okunuşu:
“Yâ Rabbi! Kabir azâbından, Cehennem azâbından, hayatın ve ölümün iptilâlarından ve kör Deccâl’in fitnesine uğramaktan Sana sığınırım!”[1]
[1] Buhârî, Cenâiz, 88; Müslim, Mesâcid, 128-134.
Zira kabir âleminde herkes, yanında sadece bu dünyada yapmış olduğu amelleri bulacaktır. Bu sebeple kötü ameller, kişi için büyük bir zillet; sâlih ameller ise sahibi için güzel bir dost ve muhâfızdır.
Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“İnsan kabre girdiğinde -mü’min ise- namaz, oruç gibi amelleri etrafını sarar. Melek, namazın olduğu taraftan gelmek istediğinde namaz onu geri çevirir; orucun tarafından geldiğinde oruç onu geri çevirir. Melek uzaktan seslenerek; «Kalk!» der. O da yattığı yerden kalkıp oturur…
Kabirdeki, fâcir veya kâfir biri ise melek yanına gelir. Ölü ile (azap) meleği arasında, (azap) meleğini engelleyecek (ibadet ve sâlih amellerden herhangi) bir şey yoktur…” (Ahmed, VI, 352. Krş. Heysemî, III, 51-52)
“Kişi kabre konulduğunda (azap meleği) gelir. Baş tarafından gelirse, onu Kur’ân tilâveti uzaklaştırır. Elleri tarafından gelirse, zekât ve sadakası uzaklaştırır. Ayak tarafından gelirse, câmilere yürümesi onu uzaklaştırır. Sabır da kenarda büyük bir kalkandır. Melek; «Eğer bir boşluk bulsaydım, ölünün yanına varırdım!» der.” (Heysemî, III, 52)
Câbir (r.a) şöyle buyurur:
“Nebiyy-i Ekrem r Efendimiz;
«الۤمۤ . تَنْز۪يلُ» (Secde) ve «تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُ» sûrelerini okumadan uyumazlardı.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân [Sevâbu’l-Kur’ân], 9/2892)
Tâbiîn nesli ulemâsından Tâvûs bin Keysan şöyle der:
“Bu iki sûre, Kur’ân’ın diğer sûrelerinin her birinden 70 hasene daha üstündür.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân [Sevâbu’l-Kur’ân], 9/2892)
Bununla birlikte ölüm hastalığında çokça İhlâs Sûresi’ni okumanın, kişiyi kabir azâbından kurtaracağı da nakledilmektedir.[2]
[1] Bkz. Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 9/2890; Hâkim, II, 540/3839; Heysemî, VII, 128.
[2] İmâm Şârânî, Ölüm Kıyâmet Âhiret, Bedir Yay. s. 102, 130.
KABİR NİMETLERİ NELERDİR?
Fânî dünya hayatını, Allâh’ın emirleri istikâmetinde yaşayarak ebedî saâdet sermayesi hâline getirebilen sâlih mü’minler, kabirde Allah Teâlâ’nın bildiği ve dilediği şekilde nîmetler içinde bulunacaklardır.
Nitekim Atâ el-Horasânî şöyle buyurmuştur:
“Allâh’ın kuluna en fazla merhamet ettiği vakit, kabre konup yakınlarının kendisinden ayrıldığı andır.” (Kurtubî, Tezkire, s. 345)
Mü’minin kabrinde nâil olacağı nîmetler hususunda şunları zikretmek mümkündür:
Mü’minin kabri genişletilir, nîmetlerle doldurulur ve orası Cennet bahçelerinden bir bahçe hâline getirilir. Mü’mine Cennet’teki makâmı gösterilir. Peygamberler ve şehidler ise hemen Cennet rızıklarıyla merzuk olmaya başlarlar.
Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz, peygamberlerin kabirlerinde canlı olup orada namaz kıldıklarını haber vermişlerdir.[1] İsrâ ve Mîrac esnâsında Hazret-i Mûsâ (a.s), Hazret-i Îsâ (a.s) ve Hazret-i İbrahim (a.s)’ı namaz kılarken gördüğünü, namaz vakti gelince peygamberlere imam olup cemaatle namaz kıldırdığını beyan buyurmuşlardır. (Bkz. Müslim, Îmân, 278)
Hadîs-i şerîflerde buyrulur:
“Nebîler, kabirlerinde canlıdırlar, orada namaz kılmaktadırlar.” (Heysemî, VIII, 211)
“İsrâ gecesi kızıl kum tepesinin yanında bulunan Hazret-i Mûsâ’ya uğradım. O, kabrinde kalkmış namaz kılıyordu.” (Müslim, Fedâil, 164)
Mü’minlerden de bu lûtfa mazhar olan kişiler vardır. Nitekim Şeyban bin Cisr, babasından şöyle nakleder:
“Kendisinden başka ilâh olmayan Allâh’a yemin ederek söyleyeyim ki; (Hazret-i Enes’e 40 sene talebelik yapmış olan) Sâbit el-Bünânî’yi kabrine ben koymuştum. Yanımda Humeyd et-Tavîl veya başka biri de vardı. Kabrin üstünü tuğlayla örmüştük. O esnada bir tuğla düşüverdi. Bir de ne göreyim; Sâbit, kabrinde namaz kılıyordu. Yanımdakine:
«‒Baksana!» dedim. O da:
«‒Sus!» dedi.
Kabrini düzeltip işimizi bitirince Sâbit’in kızına gittik:
«‒Baban hayatta en çok hangi ameli işlerdi?» diye sorduk:
«‒Ne gördünüz?» dedi. Gördüklerimizi anlattık. Bunun üzerine Sâbit’in kızı şunları söyledi:
«‒Babam elli senedir gece kalkıp teheccüd namazı kılar. Seher vakti olunca duâ eder, bu esnâda da şunları söylerdi:
Allâh’ım! Kullarından birine kabirde namaz kılma imkânı bahşettiysen, bunu bana da ihsân eyle!..»” (Ebû Nuaym, Hilye, II, 319; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, III, 263)
Vefât eden bir kimsenin artık herhangi bir mükellefiyeti kalmadığı hâlde, peygamberlerin ve bazı sâlih kulların kıldıkları bu namaz, Allâh’a ibadet aşkından kaynaklanan ve mânevî bir zevkle edâ edilen bir namazdır.
Yine muhtelif hadislerde bildirildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.v) bazı peygamberlerin telbiye getirerek hacca geldiğini, Kâbe’yi tavaf ettiğini görmüştür.[2]
Kabir nîmetlerinin bir diğeri de, hayatta iken Kur’ân ile meşgûliyetin bir neticesi olarak tecellî edecektir. Nitekim Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) şöyle buyurur:
“Kim Kur’ân’ı okur da (samimiyetle istediği hâlde) ezberleyemeden vefât ederse, ona bir melek gelerek kabrinde öğretir ve o kul, Allâh’ın huzûruna Kur’ân’ı ezberlemiş olarak çıkar.”[3]
[1] Bkz. Müslim, Îman, 278. Krş. Ebû Nuaym, Hilye, II, 319; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, III, 263.
[2] Buhârî, Libâs, 68; Müslim, Îman, 268; Ahmed, I, 232; Hâkim, II, 638/4123.
[3] Süyûtî, Büşra’l-Keîb bi-Likāi’l-Habîb, Dımaşk 1425, s. 48.