Kabir Nimetleri Nelerdir?

Ahirete İman

Mümin için kabir nimetleri nedir veyahut nelerdir? Müslüman için kabir nîmetleri...

Fânî dünya hayatını, Allâh’ın emirleri istikâmetinde yaşayarak ebedî saâdet sermayesi hâline getirebilen sâlih mü’minler, kabirde Allah Teâlâ’nın bildiği ve dilediği şekilde nîmetler içinde bulunacaklardır.

Nitekim Atâ el-Horasânî Hazretleri şöyle buyurmuştur:

“Allâh’ın kuluna en fazla merhamet ettiği vakit, kabre konup yakınlarının kendisinden ayrıldığı andır.” (Kurtubî, Tezkire, s. 345)

KABİR NİMETLERİ

Mü’minin kabrinde nâil olacağı nîmetler hususunda şunları zikretmek mümkündür:

Mü’minin kabri genişletilir, nîmetlerle doldurulur ve orası Cennet bahçelerinden bir bahçe hâline getirilir. Mü’mine Cennet’teki makâmı gösterilir. Peygamberler ve şehitler ise hemen Cennet rızıklarıyla merzuk olmaya başlarlar.

Allah Resûlü Efendimiz, peygamberlerin kabirlerinde canlı olup orada namaz kıldıklarını haber vermişlerdir.[1] İsrâ ve Mîrac esnâsında Hazret-i Mûsâ, Hazret-i Îsâ ve Hazret-i İbrahim’i namaz kılarken gördüğünü, namaz vakti gelince peygamberlere imam olup cemaatle namaz kıldırdığını beyan buyurmuşlardır. (Bkz. Müslim, Îmân, 278)

Hadîs-i şerîflerde buyrulur:

“Nebîler, kabirlerinde canlıdırlar, orada namaz kılmaktadırlar.” (Heysemî, VIII, 211)

“İsrâ gecesi kızıl kum tepesinin yanında bulunan Hazret-i Mûsâ’ya uğradım. O, kabrinde kalkmış namaz kılıyordu.” (Müslim, Fedâil, 164)

Mü’minlerden de bu lûtfa mazhar olan kişiler vardır. Nitekim Şeyban bin Cisr, babasından şöyle nakleder:

“Kendisinden başka ilâh olmayan Allâh’a yemin ederek söyleyeyim ki; (Hazret-i Enes’e 40 sene talebelik yapmış olan) Sâbit el-Bünânî’yi kabrine ben koymuştum. Yanımda Humeyd et-Tavîl veya başka biri de vardı. Kabrin üstünü tuğlayla örmüştük. O esnada bir tuğla düşüverdi. Bir de ne göreyim; Sâbit, kabrinde namaz kılıyordu. Yanımdakine:

«‒Baksana!» dedim. O da:

«‒Sus!» dedi.

Kabrini düzeltip işimizi bitirince Sâbit’in kızına gittik:

«‒Baban hayatta en çok hangi ameli işlerdi?» diye sorduk:

«‒Ne gördünüz?» dedi. Gördüklerimizi anlattık. Bunun üzerine Sâbit’in kızı şunları söyledi:

«‒Babam elli senedir gece kalkıp teheccüd namazı kılar. Seher vakti olunca duâ eder, bu esnâda da şunları söylerdi:

Allâh’ım! Kullarından birine kabirde namaz kılma imkânı bahşettiysen, bunu bana da ihsân eyle!..»” (Ebû Nuaym, Hilye, II, 319; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, III, 263)

Vefât eden bir kimsenin artık herhangi bir mükellefiyeti kalmadığı hâlde, peygamberlerin ve bazı sâlih kulların kıldıkları bu namaz, Allâh’a ibadet aşkından kaynaklanan ve mânevî bir zevkle edâ edilen bir namazdır.

Yine muhtelif hadislerde bildirildiğine göre Allah Resûlü bazı peygamberlerin telbiye getirerek hacca geldiğini, Kâbe’yi tavaf ettiğini görmüştür.[2]

Kabir nîmetlerinin bir diğeri de, hayatta iken Kur’ân ile meşgûliyetin bir neticesi olarak tecellî edecektir. Nitekim Ebû Saîd el-Hudrî şöyle buyurur:

“Kim Kur’ân’ı okur da (samimiyetle istediği hâlde) ezberleyemeden vefât ederse, ona bir melek gelerek kabrinde öğretir ve o kul, Allâh’ın huzûruna Kur’ân’ı ezberlemiş olarak çıkar.”[3]

Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle der:

“Bana ulaşan habere göre, bir mü’min (çok arzu ettiği hâlde) Kur’ân’ı ezberleyemeden vefât ederse, hafaza meleklerine emredilir de Kur’ân’ı ona kabrinde öğretirler. Böylece kıyâmet günü Allah Teâlâ onu Kur’ân ehli ile birlikte haşreder.”[4]

Rivâyet edildiğine göre, seher vakti Sâbit el-Bünânî’nin kabrinin yanından geçenler, oradan Kur’ân kıraati işitmişlerdir.[5]

KABİR AZABI VE NİMETİ

Burada şunu da ifâde etmeliyiz ki; kabir hayatında yaşanacak azâbı veya tadılacak nîmetleri, insanın bedeniyle mi yoksa rûhuyla mı hissedeceği hususunda ihtilâf edilmiştir.

Selefiyye âlimleri, kabir hayatının mâhiyet ve keyfiyetini tam olarak tavsif etmenin mümkün olmadığını söylerken, bunlardan bazıları kabir hayatının sadece bedenle, bazıları da sadece ruhla yaşanacağını ifâde etmişlerdir.

İbn-i Hazm ve İbn-i Kayyim el-Cevziyye, kabir âleminde azap veya nîmeti idrâk edecek olanın, yalnız ruh olduğunu savunmuştur.

Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunluğuna göre, kabirdeki suâl, azap ve nîmet, hem rûha hem de bedene yöneliktir. Zira bazı hadîs-i şerîflerde, suâl esnâsında rûhun bedene iâde edileceği bildirilmiştir. (Bkz. Ebû Dâvûd, Sünnet, 23)

Eş‘arî ve Mâtürîdî âlimlerinin çoğunluğu; ölünün cesedinde, azâbın acısını veya nîmetin lezzetini hissedecek kadar bir hayatın yaratılacağını söyleyerek rûhun cesede aynen iâde edileceğini ifâde etmekten çekinmiş ve kabirdeki ölünün hayatına dâir kat’î bir şey bilinemeyeceğini kaydetmişlerdir. Ceset üzerinde azap veya nîmetin tezâhürlerini göremeyişin sebebi ise, maddî duyulara kabir âlemini idrâk etme kâbiliyetinin verilmemiş olmasıdır.

Yani kabir hayatının mâhiyeti, ancak yaşandığı zaman hakka’l-yakîn mertebesinde, yani tam ve kâmil mânâsıyla idrâk edilebilir. Kur’ân ve Sünnet’teki ona dâir beyanlar, dünyevî intibâlarla düşünebilen beşer idrâkinin kavrayışına göre bir mâlûmat vermektedir. Onun aslî hakîkatini kavramak, beşerin mahdut akıl ve idrâkinin ötesindedir. Zâten mü’minin vazifesi, kabir hayatının keyfiyetini araştırmak değil, ona hazırlıkla meşgul olmaktır. Tıpkı;

“–Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye soran bir sahâbîye Resûlullah Efendimiz’in;

“–Sen kıyâmet için ne hazırladın?” suâliyle karşılık vermesi gibi.[6]

Demek ki mü’minin vazifesi de; kabir ve âhiret hayatının mes’ûl olmadığı tarafıyla oyalanmak yerine, asıl kendisini alâkadar eden hazırlıklarıyla meşgul olmaktır.

Nasıl ki insan, dünyaya gelene kadar hayat şartları birbirinden farklı âlemlerden geçmişse, vefâtıyla birlikte yine bambaşka şartları hâiz bir âleme doğacaktır. Âhiret de kabre göre belki çok farklı şartlara sahip bir âlem olacaktır. Yahut Rabbimiz bize, geçtiğimiz her âlemde farklı farklı hâssalar, yani his ve idrak kâbiliyetleri verecektir.

Velhâsıl beşerî ilim ve idrâkin hudutlarını aşan bu gibi meselelerde;

“لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ : Gaybı ancak Allah bilir” ve,

“اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ : Doğrusunu en iyi Allah bilir.” diyerek, sözü sükûtun sonsuzluğuna havâle etmek, en münâsip yoldur.

Dipnotlar:

[1] Bkz. Müslim, Îman, 278. Krş. Ebû Nuaym, Hilye, II, 319; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, III, 263. [2] Buhârî, Libâs, 68; Müslim, Îman, 268; Ahmed, I, 232; Hâkim, II, 638/4123. [3] Süyûtî, Büşra’l-Keîb bi-Likāi’l-Habîb, Dımaşk 1425, s. 48. [4] Süyûtî, Büşra’l-Keîb bi-Likāi’l-Habîb, s. 48; Bursevî, Rûhu’l-Beyân, [Nisâ, 100]. [5] Ebû Nuaym, Hilye, II, 322; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, III, 263.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları