Kader Sırrı

Ömer Faruk Demireşik'in Altınoluk Dergisi'nin 438. sayısında kaleme aldığı "Kader Sırrı" başlıklı yazısını istifade sunuyoruz...

Kader çok girift bir mevzu… Tek bir insan, tek bir âile, tek bir millet, tek bir devlet, tek bir gün, tek bir yüzyıl… Her birini incelemeye kalktığımızda bu derinlik içinde kayboluyoruz. Bunu, boyumuzu aşan bir muammâ, bir yapboz veya sırlar yumağı olarak kabul edip kendi hayatımıza bakmalıyız.

KADER SIRRI

Kader, ilâhî bir sırdır. Hemen her konuda tefekkürü tavsiye ve emreden dînimiz, “Allâh’ın Zâtı” ve “kader-i ilâhî” mevzularında konuşmayı, düşünmeyi, tartışmayı gereksiz ve tehlikeli görmüştür. Zira bunlar, akıl ve bilginin idrâk ve ihâta sahasının dışındadır. Allâh’ın yarattığı bir varlık olan uzayın sınırlarını bile bugünkü bilgi ve gelişmiş teknolojiler ile anlamaktan/hesaplamaktan âciz olan insan aklının, bunu yaratan yüce kudretin idrâk ötesi mükemmellikte (müteâl) Zât’ını anlamaya çalışması beyhûde değil midir? Biz, O’nun ilmini, sanatını, kudretini, sıfat ve tecellîlerini görür; Zât’ının ne kadar ulvî olduğunu idrâk eder ve Zât-ı İlâhiyye üzerinde derin mütâlaa ve tefekkürden sarf-ı nazar ederiz.

Aynı şey “kader” için de söz konusudur. Bırakın bir ömür boyunca karşılaştıklarımızı, bir gün boyunca karşılaştığımız insanlar, hâdiseler, sözler, okuduklarımız, izlediklerimiz… Hepsi bizim kaderimize tesir etmektedir. Az veya çok bizi şekillendirmekte, biz de duruşumuzla, söz ve davranışlarımızla etrafımıza tesir etmekteyiz.

Meselâ Amerika’da yapılan bir film, senaristi, yapımcısı, oyuncuları ile birçok kişiyi etkilediği gibi, sinemacısı ile, bundan para kazanan kimselerle, izleyenler açısından da milyonlarca kişinin kaderine doğrudan tesir etmektedir.

Bazen bir sözün, bir kitabın, bir filmin “hayatımızı nasıl değiştirdiğini” söyleriz. Düşünün, tek bir filmin/dizinin izini sürsek, kaç kişi, nerede, nasıl izledi; hayatında ne gibi değişiklikler oldu? Tek başına bir “kare” bile kaderin sırlarından bir sırdır.

Hepsini kuşatmak mümkün mü?

Bir insanın hayatı boyunca karşılaştığı bütün hâdiseler, insanlar, acı-tatlı hatıralar; nasıl kaderin bir parçası ise, insanların birbirleriyle tesir cümbüşü nasıl bir derinliğe sahiptir, hepsini kuşatmak mümkün mü? Bir baba düşünün, içki içiyor, âilesine kötü davranıyor. O, babasından böyle görmüş, kendini değiştirmeyi tercih etmek yerine, aynısını taklit etmiş; kınadığı babasına dönüşmüş. Onun eşi, çocuğu, dostu, arkadaşı… Herkes düşüncelerine, yaptıklarına şâhit… Bu sarhoş babanın alırken, satarken, konuşup sohbet ederken, ayyaş bir şekilde kavga ederken; kısacası bütün hayatı başlı başına bir “imtihan”… Herkes onunla imtihan hâlinde… O içkiyi üretenler, takdim edenler… Sabredenler, göz yumanlar, teşvik ve yârenlik edenler, içinden “Oh olsun!” diyenler… Onu bu yoldan vazgeçirmeye çalışanlar, tebliğ ve tavsiyede bulunanlar, onu sömürmenin derdinde olanlar, ya da “bir tekme de ben vurayım” diyenler… Ya da yediğimiz bir lokmada kaç kişinin kaderi düğümleniyor.

Velhâsıl-ı kelâm… Kader çok girift bir mevzu… Tek bir insan, tek bir âile, tek bir millet, tek bir devlet, tek bir gün, tek bir yüzyıl… Her birini incelemeye kalktığımızda bu derinlik içinde kayboluyoruz. Bunu, boyumuzu aşan bir muammâ, bir yapboz veya sırlar yumağı olarak kabul edip kendi hayatımıza bakmalıyız.

Duruşumuz nasıl olacak?

Hayatta seçtiğimiz şeyler var; seçmeden bize verilenler var. Meselâ biz milletimizi, doğduğumuz yer ve zamanı, anne-babamızı kendimiz seçmemişiz. O hâlde âhirette “neden bu dönemde, bu çevrede doğduğumuz ile ilgili” bize bir şey sorulmayacak. Ancak bu şartlar altında ve bu kimselerle nasıl bir münasebet geliştirdiğimiz, Allâh’ın hazırladığı bu “ortam”ı nasıl değerlendirdiğimiz, neler yaptığımız/yapmadığımız mutlaka sorulacak. Allah bize bütün nîmetleri vermedi; verdiği kadarının hesabını soracak. Başımıza türlü felâketler, musibetler geldi. Bu musibetlerin gelişindeki payımız ve bunlara karşı duruşumuz sorulacak!

Kısacası, bizi ilgilendirmeyen, değiştiremeyeceğimiz şeylerle meşgul olmayı bırakıp kalan ömrümüze, yapabileceklerimize ve yapmamız gerekenlere odaklanalım. Kalan ömrümüzü beyhûde heves ve heyecanlar yerine, elimizdeki bütün imkânları büyük hedef, dâvâ ve idealler uğruna, Allah için seferber edelim. Dünya fânî, ölüm âni. Bu gidişin dönüşü yok; pişmanlığı çok. Dem bu demdir, dem bu dem!..

Kaynak:Ömer Faruk Demireşik, Altınoluk Dergisi, Ağustos-2022, Sayı:438

İslam ve İhsan

KADERE İMAN NEDİR?

Kadere İman Nedir?

SAHABENİN KADERE İNANCI

Sahabenin Kadere İnancı

KADERE İMAN ETMENİN FAZİLETİ

Kadere İman Etmenin Fazileti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.