Kadere Rıza ve Teslimiyet Nasıl Olur?

Kadere iman, kederlerin ilacıdır. Acıları tatlılaştıran, zorlukları kolaylaştıran, yokuşları inişlere, külfetleri nimetlere çeviren, kahırları lütuflara döndüren bu imandır.

Allah Teâlâ’nın ezelden ebede kadar olacak şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, ne şekilde ve ne zaman olacaklarsa onların hepsini ezeli anlamda bilip, o şekilde sınırlaması ve takdir etmesine kader denir. Kainatı ve kainattaki tüm varlık ve olayların belli bir düzen ve ölçüye göre düzenleyen ilahî kanunu ifade eder.

Allah’ın, olacak şeyleri önceden bilmesi, kulun iradesini ortadan kaldırmaz. Zira ilim mâluma tabidir. Bir şey, Allah ezelde bildiği için olmaz, olacağını bildiği için planlar. Güneş ve ay tutulması önceden bilindiği için gerçekleşmez, tutulacakları bilindiği için kaydedilir.

Bize göre zaman; mazi, hal ve istikbal olarak bölünür. Allah için zaman bütündür. O’nun için başlangıcı ve sonu olmayan daimi bir şimdi vardır. Biz olayları, vücuda geldikten sonra biliriz. Allah ise hadiseleri var olmadan da bilir. O’nun bilgisi dışında hiç bir şey cereyan etmez. Kainat kör tesadüflere göre değil, ilahi yasa ve programlara göre işler.

Kadere iman, iman esaslarındandır. Hayır ve şer Allah’ın yaratmasıyla olur. İkinci bir yaratıcı yoktur. Biz hak ederiz, Allah da halk eder. Allah’ın iradesi küllî bizim irademiz cüzîdir. Her şeyi biz yapıyorsak neden her istediğimizi yapamıyoruz? Diğer taraftan bizim irademize rağmen her şeyi Allah yapıyorsa, yaptığımız bir suçtan dolayı neden yüzümüz kızarıyor? Sorumluluğumuz istek ve irademizden kaynaklanıyor. Ameller niyetlere göre değerlendirilir. Fiillerde mecburiyet yoktur. Katil; alnıma yazılmış deyip masum olduğunu iddia edemez. Onun görevi cinayet işlememektir. Yolda kaza yapan kimse trafik işaretlerine, kurallara uymadığı için suçlanır. Fakat kurallara uymasına rağmen de kaza olabilir. O takdirde suçlanmaz. Kulların görevi güçleri nispetinde kurallara, kanunlara uymak, tedbir almaktır. Deprem, yangın, sel, heyelan, salgın hastalık gibi hadiseler vuku bulur. Tedbir ve irademizi aşan durumlarda sorumlu olmayız.

Netice itibariyle her şeyi önceden bilen, planlayan, yaratan Mevlâmızdır. Olaylar kader programı içinde cereyan ediyor. Bu programa tâbî ve teslim olursak rahat ederiz. Yüzmenin ilk kuralı telaş etmemektir. Deniz, teslim olanı sırtında taşıyor, bocalayan ise batıyor. Ceset itiraz etmediği için suyun yüzünde yüzüyor. Teslim ol kurtul. Müslüman, teslim olan kimsedir. Makro ve mikro âlem Sünnetullah’a tâbîdir. Kainattaki ahenk bunu gösteriyor. İsyandan kaos, itaatten düzen oluşuyor. Bizim de görevimiz Sünnetullah’a tâbî olmak, kadere rıza göstermek, telaşsız yaşamaktır. Kaderden kaçılmaz, kaçanlar hep korku içinde yaşarlar. Neticede yine kaçtıkları ve korktukları başlarına gelir.

OLAN VE OLACAK OLAN HER ŞEY ALLAHIN EZELİ İLMİNDE KAYITLIDIR

Kaderle ilgili pek çok âyet ve hadis vardır. Yüce Mevlâ şöyle buyuruyor: “Yeryüzünde vuku bulan veya başınıza gelen hiç bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılı olmasın. Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır. Kaybettiklerinize aşırı üzülmeyiniz ve O’nun size verdikleriyle şımarmayasınız diye böyle yapmıştır.” (Hadid, 22-23)

Olan ve olacak olan her şey Allah’ın ezeli ilminde kayıtlıdır. Buna inanan insan kaçırdığı fırsatlara hayıflanarak veya Allah’ın kendisine verdiği imkanların sarhoşluğuna kapılarak ömrünü heder etmez. Başına bir sıkıntı gelirse sabredip ders alır. Bir nimete kavuşursa şükreder, şımarma ve böbürlenme cihetine gitmez. Zira her ikisi de Mevlâ’nın irade ve takdiriyle olmuştur. Mümin, Kârun gibi servete sahip olduğunu iddia etmez, Süleyman peygamber gibi nimete şükreder. Eyyüb peygamber gibi musibete sabreder.

“De ki; bize ancak Allah’ın bizim için yazdığı isabet eder. O, bizim Mevlâmızdır. Müminler ancak O’na güvenip dayansınlar.” (Tevbe, 51) Her şeyi Allah’tan bilen kimse güçlü olur. Sadece O’na boyun eğer. Kaderin dışına çıkamayacağına inanır. Korkunun ecele faydası olmadığını bilir. Bu bilgi ve inanç istikametinde cesaretle hareket eder. Elinden geleni yapar, gelmeyeni Allah’a havale eder. O’ndan yardım diler, başkasının önünde eğilmez. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Abdullah b. Abbas’a ettiği nasihat çerçevesinde hareket eder. Hz. Peygamber ona şunları söylemişti: “Allah’ın emirlerini gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın rızasını her işte önde tut ki, O’nu önünde bulasın. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen O’ndan dile. Ve bil ki; bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar. Ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.” (Tirmizi, Kıyamet, 59)

TEVEKKÜL ALLAH’A DAYANIP GÜVENMEKTİR

Tevekkül; Allah’a dayanıp güvenmek, O’na sığınmak, O’ndan istemek, her şeyi O’ndan bilmek, O’ndan gelene razı olmak, O’nun yaptıklarını güzel görmektir. “Hak şerleri hayreyler / Zannetme ki gayr eyler / Arif anı seyreyler / Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler” demektir.

İnsan için, yaşanacak bir kaderinin olduğuna inanmaktan daha rahatlatıcı bir duygu olamaz. İsyanlarımızı dindirecek, hayatın cilvelerini kabullendirecek daha etkili bir teselli kaynağımız yoktur. Bir felaketle karşı karşıya kaldığımızda kader inancının, rıza gölgesine, iman siperine sığınırız. Zira başka sığınak, korunak, tutanak yoktur. Hiç bir maddi nimet ve imkan, yakınını kaybetmiş bir insanı teselli edecek güce sahip değildir. Olayları, var olmayı ve yok olmayı anlamlı kılan dindir. Materyalist ve pozitivist bir anlayış her şeyi anlamsızlaştırır. Allahsızlık anlamsızlık demektir. Ateistler, var oluşu yokluk üzerinden açıklamaya çalışıyorlar. Yokluğun sonu yine yokluktur. İmansızlara göre ölüm bir kara deliktir. Sonunda her şeyin boşa gitmesi, hoşların boş olmasıdır. Ahiret inancı, varlıkların ve olayların anlam kazanmasıdır. Abeslikten, saçmalıktan kurtulmasıdır. Din dışı hiçbir ideoloji ve felsefe; “dünya neden var, nereden geldik, niçin geldik, nereye gideceğiz?” sorularına makul ve ahlaki bir cevap veremez.

Allah’a ve kader programına, Sünnetullah’a inanan bir mü’min, musibet karşısında “Neden ben, neden benim başıma geldi?” diye şikayette bulunmaz. Her şeyin bir imtihan ve hikmete mebni olduğuna inanır. Şikayete, isyana, intihara kalkışmaz. Peygamberleri, velileri güçlü kılan bu iman ve teslimiyettir.

ÇARPICI MİSAL

Kadere rıza ve teslimiyete dair çarpıcı bir misal aktaralım. 1975 yılında Wimbledon tenis turnuvasını kazanan Amerikalı tenisçi Arthur Ashe kan nakli sırasında kaptığı AİDS yüzünden hastaneye düşer. Bu haber en kısa zamanda dünyaya yayılır. Hayranları kendisine mektup yazarlar. Bir hayranı “neden sen?” diye başlar mektubuna. “Dünyada 5 milyar insan var. Neden seni buldu bu hastalık? Tanrı onca insan arasında neden seni seçti?” diye devam eder. Ölüm döşeğindeki şampiyon Arthur bu isyankar hayranına şu cevabı verir: “Dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis öğrenir. 500 bini profesyonel tenisçi olur. 50 bini yarışmalara katılır. 5 bini büyük turnuvalarda yarışır. 50’si Wimbledon’a kadar yükselir. 4’ü yarı finale, 2’si finale kalır ve 1’i kazanır. Ben Wimbledon’u kazandığımda, şampiyonluk kupasını kaldırdığımda “neden ben?” diye sormadım Tanrıya. Şimdi hastane köşesinde sancı çekerken “neden ben?” diye nasıl sorarım?” Bu tam bir teslimiyet ifadesidir. Acıları dindirmek için verilen bütün müsekkinlerden daha rahatlatıcıdır. Bu inanç, ilaçlar gibi geçici değil devamlı tesir bırakır.

Kadere iman, kederlerin ilacıdır. Acıları tatlılaştıran, zorlukları kolaylaştıran, yokuşları inişlere, külfetleri nimetlere çeviren, kahırları lütuflara döndüren bu imandır. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu imanla, bu teslimiyetle dünyanın en büyük inkılabını gerçekleştirmiştir. Kendisi bu teslimiyeti yaşadığı gibi mü’minlere de tavsiye etmiş ve abdest alıp yatağa sağ tarafımızı koyup şöyle dua etmemizi söylemiştir. “Allah’ım! Sana teslim oldum. İşimi Sana havale ettim. Ümit ve korku içinde sırtımı Sana dayadım. Senden başka hiç bir sığınak ve korunak yoktur.” (Buhari, Vudû, 75)

Yakup peygamber Yusuf’un üzüntüsünü kalbine gömüyor ve şöyle diyordu: “Ben üzüntümü ve tasamı ancak Allah’a arz ederim.” (Yusuf, 86)

Satırlarımızı Yunus’un şu beytiyle noktalayalım.

“Yunus şikayet eyleme yârdan cefa görüm diyü

Cümle âşıklar hâceti mâşuku katında biter”

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 363

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.