Kadere Teslim Olmak Neden Zor?
Gelenek bize ne diyor? İstenmeyen bir halle karşılaşmamız durumunda ne demeliyiz? Kadere teslim olmak zor mudur?
Kader anlayışımız, mukaddesât karşısındaki duruşumuzun aynasıdır.
ŞU AYETİ YOLDAŞ EDİN
Gelenek bize ne diyor? Üzülsen de sevinsen de şu âyeti yoldaş edin: “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. (Biz Allâh’ın kullarıyız ve yine O’na döneceğiz.)” (el-Bakara, 156)
ŞU SÖZLERE SARIL
Hoşlanmadığın bir hâlle karşılaştığın zaman şu sözlere sarıl:
Takdir-i ilâhî, kader böyleymiş, Allah vekîl, Allâh’ın takdîri karşısında boynumuz kıldan ince, nasip, kısmet, vardır bir hayır, olacakla öleceğin önüne geçilmez, hayırlısı…
POPÜLARİTENİN DİRİ TUTTUĞU TEK ŞEY
Nesiller değiştikçe kader algısı, kaderi yorumlama ve sorgulama da değişiyor. Önceki nesillerde görülen teslîmiyet rûhu, kendini kaderi sorgulamaya, sonra da gitgide inkâra bırakıyor. Gelenekte îman var, sebat var, tembih var, dirilik var, rûhu besleyen kanallar var, âhiret boyutu var. Popülaritenin diri tuttuğu tek şey: “Carpe Diem: Ânı Yakala/Ânı Yaşa!”
Kadere teslim olmak hiç kolay değil. Bu durumu imtihan olarak okuyabildiğimiz derecede teslim olma gayretimiz de artıyor. Teslîmiyetle, hem iç dünyamızda yükselen îtiraz seslerinden arınıyor, hem de mânevî mertebeler elde etmeyi umuyoruz. Bazen imtihan öyle geliyor ki sadece teslim olmakla sınanıyoruz. Teslim olduğumuz an, can çekişmeler bitiyor, sükûnet hissediliyor. Sonrasında diyoruz ki “İşte bitti, demek bu kadarmış!” Bazen, dalga dalga büyüyerek geliyor imtihan… Teslim olmakla kurtuluş mümkün olmuyor. Dalgalarla mücadele etmek gerekiyor. Unutmayalım ki Rabbimiz imtihan verdiği ölçüde ona göğüs gerecek istîdâdı da bahşediyor. Yeter ki içteki menfî sesleri söndürebilelim.
Kul, yaratılış gereği kıyaslama yapmaya meyyâldir. Kendini veya iç içe bulunduğu insanları kıyasladıkça kader karşısında hep yenik düşecektir. Kaderle cidâl olmaz. Bugün toplumu saran pek çok hastalığın kaynağı, kaderle cedelleşmektir. Bilhassa devâsı zor olan yeni nesil hastalıklar; kabullenememe, karşı çıkma, kendini bîçâre ve zavallı görmekten ya da başkalarına fil dişi kulelerden bakmaktan kaynaklanıyor. Bu durum -başka bir patolojik sebep yoksa-; kalp, damar, karaciğer gibi hayatî niteliği olan iç organların arızalanmasına yahut temposunda kaymalar meydana gelmesine yol açıyor.
SONRASI MI?
İman esasları kalp ile tasdik, dil ile ikrârı gerektiriyor. Bunu yapabilmek için akıl sağlığı yerinde olmak şart. Beyin kimyası zarar görmüş insanların kader telâkkisi doğruca inkâr sokağına çıkıyor. İnkâr sokağındaki menfîlikler, kalbe zarar veriyor. Sonrası mı? Nörolojik ve nefsânî hastalıklar…
Ruh, beslenecek bir damar bulursa, bu marazlar iyileşiyor. Ruh mukaddesâttan uzak kaldıkça yol, bataklığa çıkıyor.
Velhâsıl, kader anlayışımız, mukaddesât karşısındaki duruşumuza ayna tutuyor. Kader, cidâl sevmez. Tekkelerdeki o sözü hatırlayalım: Âh teslîmiyet…
Vesselâm…
Kaynak: Fatma Çatak, Altınoluk Dergisi, Sayı: 438