Kadîm Zenginliğimiz: Kitaplarımız
Geçmişten günümüze toplumun okuma alışkanlığı, kitaba ve ilme gösterdiği saygı.
Muhterem babam, Seydişehir Etibank Alüminyum Fabrikası’nda işçi olarak çalıştığı günlerde, eve gidiş-geliş saatleri de düzenli olurdu. Özel durumlar hâricinde, hafta içi her gün 17.30’da evde olur, rutin işlerini yaptıktan sonra pencere önündeki divana oturur, kitabını okurdu. Takip ettiği kitapları ve ayraçları, masanın üzerinde durur, hiç kimse karıştırmazdı.
Babamın en önemli özelliği, kitabını sesli okur, başta annem olmak üzere yanındakilerin dinlemesini isterdi. Mütevâzı sobalı evlerde, biz çocuklar da mecburî dinleyici olurduk. Ard arda büyüyen dört kardeş olarak konuşup oynarken sesimiz yükseldiğinde babamın kafasını döndürüp bakması, îkaz mânâsına gelir, hemen susardık. Çocukça hayaller içinde o günlerde bu durumdan sıkılıp şikâyetçi olsak da bugün bulunduğumuz konumların ve okuduğumuz ilimlerin temelleri o zamanlara dayanır.
Üzerinden yıllar geçse de, babamın okuduğu peygamber kıssaları, sahâbe hayatlarının tatları hâlen hâfızamdadır. Evimizde televizyon da vardı, ama fazla açılmazdı. Özellikle okul dönemleri içinde yalnızca haberler izlenilirdi. Yaz tatillerinde ağabeyimin sitem ve ısrarı üzerine açılsa da babam bir bahane bulur kapatırdı. O günlerde kızıp üzülsek de, bugün babamın bizlere verdiği eğitim ve kazandırdığı okuma sevgisi için kendisini her dâim hayırla yâd ederiz.
1980’li yıllarda kitap ve dergi basımı, bugünkü kadar çok değildi. Eve sınırlı kitap ve dergi girer, ama okunmadık sayfası, çözülmedik bulmacası kalmazdı. Hattâ bazen paketlere ambalaj olarak gelen gazete sayfalarını dahî okuduğumu hatırlarım. Büyük ansiklopedilerin biyoloji ve coğrafya bilgilerini okuduktan sonra ise, unutmamak için yazdığım defterlerimi hâlen saklarım.
Evimizde, kitap ve dergiye saygı çok büyüktür. Torunlarının düğününü gören muhterem babam, evinde ansiklopedileri ve dergileri hâlen özenle muhafaza eder. Geniş evlerde eşya kalabalığından şikâyet edilse de babamın kitapları özenle koruması, yalnızca biz çocukları için değil; torunları, yeğenleri ve mahalle sâkinleri için de büyük bir eğitim olmuştur, olmaktadır.
OKUMADA EKSEN KAYMASI
Günümüzde kitap basımı arttığı gibi, kitap okuma alternatifleri de çoğalmıştır. İnternet ve androrid (akıllı) telefonlarla, her an istenilen kitaba ve özetlerine ulaşmak mümkün artık… Bunun yanında sosyal medya ise -sözüm ona- tam bir bilgi bombardımanı…
% 98’inin sosyal medyası bulunan memleketimizde, yediden yetmişe hepimiz okur-yazar olduk. Gündemdeki bilgiler, asparagas haberler, şifalı bitkiler ve dînî fetvalar istemediğimiz kadar çok... Âile sohbetlerinde, ilim sahiplerinin sustuğu, genç sosyal medya bilginlerinin ise kıyasıya tartıştığı durumlara şâhit oluyoruz. Yakın zamanda bir tefsir hocasının yanında tartışan gençleri uzlaştırmak için hocaya:
“-Sizin bu konuda bir bilginiz yok mu?” diye sormuştum.
Üniversitede öğrenci okutan hoca, kendisine ihtiyaç kalmadığını, herkesin her şeyi bildiğini ifade etmiş ve konuşacak zaman arası bulamadığını söylemişti.
Sormak lâzım, acaba bu okuma, Âlemlerin Rabbi’nin emrettiği bir okuma mıdır?
Ya da Allah Rasûlü’nün tavsiye ettiği, “faydalı ilim” olan okuma mıdır?
Peki bu bilgiler, kişiye edep-ahlâk kazandıran bilgiler midir?
…
Soruların cevâbını, günümüz âilevî problemlerinden, sokakların durumlarından ya da toplumdaki suç oranlarından anlamak mümkündür sanırım…
TEKNOLOJİK OKUMA
Teknoloji, toplumların tarihî değişim ve dönüşümünde iki açıdan tesirli olmuştur. Birincisi, teknolojik determinizmle; yani teknoloji ve türevleriyle… İkincisi, teknolojinin ürettiği semboller ve içeriklerle...
Teknoloji, sesli radyo ile başlamış, görüntülü televizyon, bilgisayar, telefon, görüntülü telefon, ipad, android telefonlar vs. ile devam etmiştir. Ürettiği sembol, içerik ve ürünler ise toplumları zamanla eğitmiş, belki bir şeyler öğretmiş; onları değiştirip dönüştürmüştür.
Teknoloji, iletişim ve ulaşımının hızını artırarak kullanımdaki alışkanlıkları tutkuya dönüştürmüş, insanlığı tek potada eritip “tek bir dünya” anlayışını hâkim kılmıştır. Teknolojinin dikte ettiği hayat şartlarına uyum sağlamak ve faydalanmak, artık tercihten ziyade zorunluluk olmuş; nitelik (kalite) kalkmış, nicelik (sayı ve çokluk) esas alınmıştır. Bilgi de bu doğrultuda mâhiyeti ile değil, niceliği ve görünürlüğü ile, meşhur tabirleriyle “reyting” yahut “takipçi sayısı” ile îtibar kazanmış, “Çok konuşan; çok bilir!” durumunda kabul edilmiştir.
SOSYAL MEDYA
Bütün dünya üzerinde görüntülü, sesli ve basılı medyanın birleştirilerek “yeni medya” olarak sunulduğu sosyal medya; bilgilendirme yanında müzik, eğlence, alışveriş imkânları ve insanları sanal topluluklar şeklinde bir araya getirerek sanal gündemlerle meşgul eden -iradesiz bırakan- bir medya türüdür.
Sosyal medya, hızlı ve çok yönlü haber portföyleriyle, insanların doğru ile yanlışı ayırt etme ehliyetini alarak, sübliminal (şuur altı) mesajlarla algı dünyasını değiştirmekte, doğruları çarpıtarak göstermektedir. Tıpkı toprak ve mekân olarak ülkelerin/kıtaların sömürgeleştirilmesi gibi; dijital olarak zaman ve bilinçaltını dolaylı yollardan kontrol altına alarak yapılan yeni bir sömürgeleştirme taktiğidir.
Paylaşılan her bilgide verilen subliminal (şuur altı) mesajlarla, nitelik ve değerler tüketilmektedir. “Kalıpsal kazanımlar” adı altında, dijital köleliğe mahkûm edilen beyinler ve ömür sermayeleri, bir yığın gereksiz bilgi, cümle, resim ve video ile harcandığı gibi, önbelleği doldurup nörolojik hastalıklara da zemin hazırlamaktadır. Nitekim sosyal medyanın artmasıyla birlikte literatüre yeni “nörolojik hastalıklar” eklenmiştir. Meselâ, internette ve sosyal medyada gelişmeleri kaçırma korkusuyla oluşan “fomo”; internetsiz kalma korkusu ve kaygısıyla oluşan “netlessfobia”; cep telefonu yoluyla iletişimden kopmaktan korkma durumu olan “nomofobi”; bulunduğu yerlerde panik hâlinde prizin yerini arayan şarj bağımlıları “plogomani hastalıkları” bunlardan bazılarıdır.
KİTAP OKUMA FARKI
İlim sahibi olmak ve kitap okumak; bütün konularda bilgili olmak ya da her şeyi bilmek değildir.
İlim, insanı kemâlâta götüren ihtiyaçları öğrenmek ve Rabbin rızâsını kazandıracak edep ve ahlâkla tezyin olmak demektir.
İlim, insanı kendisini ilgilendirmeyen, kıyl ü kâl (gereksiz boş söz ve faaliyetlerden) uzak tutan bilgi demektir.
İlim, insanı Yaratan’dan dolayı yaratılana hoş baktıracak ehliyet demektir. Bu sebeple Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her namazının arkasında, “faydasız ilimden” Allâh’a sığınmıştır. (Bkz: Müslim, Zikir, 73)
Kitaplar, tartışma ortamlarında çok fazla konuşacak bilgiye sahip olmak veya sorulan bütün sorulara cevap vermek ya da diploma ve sertifika sahibi olmak için yazılmamıştır. Başta Kur’ân-ı Kerîm, hadîs-i şerîfler ve âlimlerimizin sözleri; insanı güzel ahlâk sahibi kılmak, ihsân ve itaatini artırmak için yazılmıştır.
İlim, Allâh’ın nûrlarından bir nûrdur. Küfrü, sapıklığı ortadan kaldırmak, hakikat yollarını aydınlatmak için lûtfedilen bir hikmettir.
Hikâye olunur ki, geçmiş zamanda bir padişah, hünerli kimseleri ödüllendireceğini îlan ettirmiş, bir de hakem heyeti kurmuştur. Elemeler sonunda heyetin en başarılı bulduğu adam, padişahın huzuruna çıkartılmış. Hünkâr, adama:
“-Sen ne yaparsın?” diye sormuş. Adam:
“-Ben, kırk dikiş iğnesini arka arkaya dizer, ipliği de kırk adımdan bir fırlatışta kırkının birden deliğinden geçiririm.” demiş.
Ustalığını padişahın karşısında da göstermiş. Padişah, hakem heyetine emretmiş:
“-Bu adama kırk altın verin!”
Adam sevinçten dört köşe olup huzurdan ayrılmak üzere iken, padişah ikinci emrini vermiş:
“-Şimdi de falakaya yatırıp kırk sopa atın.”
Adamcağız, sesini çıkarmadan sopayı yedikten sonra padişaha sormuş:
“-Hünkârım, önce kırk altınla ödüllendirdiniz, sonra da falakaya yatırtıp kırk sopa vurdurdunuz. Bunun hikmeti nedir?” Padişah:
“-Kırk altın verdirdim, çünkü bir mârifet gösterdin. Kırk da sopa vurdurdum, çünkü böyle işe yaramaz bir işle nice zaman harcamışsın!”
İlim, insanı mâlâyânîden, yani boş ve gereksiz işlerden, konuşmalardan, tartışmalardan uzak tutar, etrafına faydalı, hayırlı hizmetlerde bulundurur. İlim, olgunlaşmış başak gibi kişinin başta tevazuunu artırır. Yunus Emre’nin dediği gibi;
İlim, ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Bu nice okumaktır?!
Kaynak: Seher Küçük, Şebnem Dergisi, Sayı: 187