Kadınlar Günü Nedir?

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, "Kadınlar Günü'nü ve İslam'da kadının önemini anlatıyor...

KADINLAR GÜNÜ NEDİR?

Bu kadınlar günü nedir? Bu nereden geliyor? Bunun menşei nedir kadınlar gününün?

Bu, 1857ʼde New Yorkʼta, bir dokuma fabrikasında çok kötü şartlar içinde köle gibi çalıştırılan kadınlar, Mart ayında bir grev yaptılar. 1857ʼde New Yorkʼta. Polis müdahalesi esnâsında bir yangın çıktı. Ve bu, kapıları kilitlenmiş olan bu kadınlar yandı bu fabrikada. Bunun için bir kadınlar günü olarak o gün bildirildi. Bu, başlangıçta Amerika buna izin vermedi. Sonradan buna izin verdi. Yani işin merkezinde bugün modern, kapitalist düzenin ezdiği kadınlar var. Kapitalist düzenin ezdiği insanlar var.

İslâm ezdirmez. İşin ardında adâlet ve merhamet mahrumu bir Batı dünyası var. Bugünkü Afrikaʼda görüyoruz, her tarafta görüyoruz bunu.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak kadını toplumda bir fazîlet unsuru olarak, bir anne olarak…

Fakat maalesef toplum bunu bertaraf etti. Câzibesiyle vitrine edilir hâle getirdi kadını. Ve bunun neticesinde tabi kadına birtakım zorbalıklar, vs. iffetini pâymâl edici vs. birtakım şiddetler oluyor.

Ve bunun çâresi düşünülmüyor. Yani evet, bunun çâresi nerede?

Nasıl Efendimiz “رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ” (Âlemlere Rahmet); kadınlara da “رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ” (Âlemlere Rahmet) idi.

Hattâ o zamanlar Mekkeʼde kız çocuğu olan bir âilede bir hüsran olurdu, bir üzüntü olurdu. “Kız çocuğu oldu; âile için bir lekeydi bu; bir müddet sonra diri diri de gömülmeye götürülecekti!”

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- ilk mücadeleye başladı. Rukiye ve Fâtıma Vâlidemizʼin doğum günlerinde hediyeler dağıttı, yemekler verdi.

Efendimizʼin 23 senelik peygamberlik hayatı hep çilelerle doludur. Yalnız Hatice Vâlidemizʼin vefât ettiği seneye “hüzün senesi” dendi. Bir fazîlet timsâli…

Fâtıma Vâlidemizʼi Efendimiz çok aziz tutardı. Fakat onu dâimâ takvâya yönlendirirdi. Bugün sâdât-ı kirâmın ve silsilelerin hepsinin bir annesi oldu.

Efendimiz buyuruyor:

“Sizin en hayırlınız, âilesine en güzel muâmelede bulunandır.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 50; Dârimî, Nikâh, 55)

Tabi bu en güzel muâmelenin başında da ona dînini sevdirmek olacak, îmânı sevdirmek olacak, Allah Rasûlüʼnü sevdirmek olacak.

Yine bu şiddeti men ediyor Efendimiz:

“Kadınları dövmeyiniz. Kadınları döven kimseler sizin hayırlınız değildir.” buyuruyor. (Ebû Dâvud, Nikâh, 42; İbn-i Mâce, Nikâh, 51)

Reçete hep İslâmʼda…

Efendimiz, ilk hanım olan Hazret-i Havvâ Vâlidemizʼin yaratıldığı eğe kemiğine atıfla, yanlış davranış sergilenen hanımları zorla, şiddetle, baskıyla düzeltmeye çalışmanın netice vermeyeceğini; nasihat ve telkinle, iyilik ve güzellikle terbiye edileceğini Efendimiz tavsiye ediyor.

HANIMLARINIZLA İYİ GEÇİNİN!

Hattâ, bir devenin iki tarafında sandıklar var. Orada âileler oturuyor. Deveyi çeken deve çobanı da tegannilerle götürüyor. Develer, tegannide coşarlar. Enceşe isimli bir deve çobanı da teganni hâlinde, develer de hoplamaya başlıyor. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ey Enceşe! (Diyor.) O devenin içinde (diyor) camlar var, onlar kırılmasın.” diyor. Sâkin ol, buyuruyor. (Buhârî, Edeb, 95; Ahmed, III, 117)

Yine Nisâ Sûresiʼnde Cenâb-ı Hak:

“Hanımlarınızla iyi geçinin, onlara güzel muâmelede bulunun, onlardan hoşlanmasanız bile umulur ki sizin hoşunuza gitmeyen bir şeyde Allah birçok hayırlar takdir eder.” (en-Nisâ, 19)

Yine Efendimiz buyuruyor, Müslim hadîsi:

“Bir kimse karısına buğzetmesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ, 61) O şekilde onu telâfi etsin.

Yine bu, İslâm hanımları üzerinde:

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Efendimizʼi öldürmeye gidiyor müşrikken. Kız kardeşi Fâtıma, bir hanım, nasıl ona bir Kur’ân-ı Kerîm okuyor, Ömer -radıyallâhu anh- İslâmʼa giriyor.

Âişe Vâlidemiz, ümmetin müçtehidesi. Ve buyruluyor ki:

Hazret-i Âişeʼnin ictihadlarından istifâde etmeyen hiçbir sahâbî yoktur. Herkes onun içtihadlarından istifâde etmiştir. Ümmetin annesi…

Nesibe Hâtun. Kılıcıyla Uhudʼda Efendimizʼe kendisini siper etti, canhıraş şekilde. Efendimiz buyurdu:

“Sağa baksam Nesîbe, sola baksam Nesîbe, hep onu görüyordum.” (Bkz. İbn-i Sa‘d, Kenzü’l-Ummâl, 7/98)

On iki yerinden darbe yedi Allah Rasûlüʼnü korumak için.

FAZİLETLİ ANNELER

İşte bunlar, fazîletli annelerimiz.

Yine Huzeyfe… Nasıl bir anne? Huzeyfe diyor ki:

“Bir gün annem beni azarladı (diyor), haşladı (diyor).

«–Anne niye haşlıyorsun beni, ne yaptım ki haşlıyorsun?»

«–Oğlum seni Rasûlullâhʼın Mescid-i Nebevîʼsine gitmediğini görüyorum.» dedi.

«–Anne ne olursun beni azarlama. Daha dün gitmedim, bugün gideyim -inşâallah- Allah Rasûlüʼne bir ricâda bulunayım. Seni ve beni, ikimizi affetmesi için Allâhʼa duâ etsin.»” (Tirmizî, Menâkıb, 378; Ahmed, V, 391-2)

Nasıl bir anne, fazîlet timsâli bir anne.

Yine:

“‒Kimin üzerimde hakkı var?” diye sordu bir sahâbî:

“‒Annen, annen, annen, -dördüncüde- baban.” buyruluyor. (Buhârî, Edeb, 2)

Abdurrahman Câmî Hazretleri diyor ki:

“Ben (diyor) annemi nasıl sevmem? O beni bir müddet (diyor) karnında taşıdı, cisminde. Bir müddet kollarında taşıdı. Hayat boyu da beni kalbinde taşıyor.”

Hep bunlar nedir? Fazîlet sahibi anneler.

Bahâüddîn Nakşibend -kuddise sirruh- Hazretleri:

“Beni ziyaret etmek isteyerek gelen, baştan anamın kabrini ziyaret etsin.” buyuruyor.

Yine Ebû Hanîfe Hazretleri. Dünyanın en büyük hukukçularından biri olan Ebû Hanîfe Hazretleri zindana atıldı Bağdat kadılığını reddettiği için. Halifenin, (kendi) içtihadlarını yamultması endişesiyle. Halife de zindana attı. Haber gönderdi:

“–Eğer Bağdat kadılığını kabul ederse, gelsin tahtına otursun, zindandan çıkarın.” dedi.

O da dedi ki:

“–Ben (dedi), bir (dedi), ictihâdımın yamultulmasındansa zindanda kalmayı tercih ederim. Sadece annemin üzülmesine dayanamam…” dedi.

Şimdi bir Çanakkale Zaferiʼne baktığımız zaman, o aslan yürekleri, yiğitleri yetiştiren kimdi hep? Fazîletli annelerdi.

Onun için bir müʼminin anneler günü her günüdür.

Yine buyruluyor:

اَلأُمُّ مَدْرَسَةٌ

“Anne tek başına bir mekteptir.”

Cenâb-ı Hak da bize onu tavsiye ediyor:

رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ

(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla…” [el-Furkân, 74])

Kız çocuklarına bilhassa çok ehemmiyet vermek.

Efendimiz, su getirdi, Hazret-i Hasanʼa verdi.

Fâtıma Vâlidemiz:

“–Babam (dedi), Hasanʼı herhâlde daha fazla seviyor.” dedi.

“–Yok kızım! (Dedi.) Hasan daha evvel istediği için Hasanʼa verdim (dedi). Siz (dedi), çocuklarınız arasında adâleti koruyun (dedi) müsâvâtı (dedi). Fakat kız çocuklarına daha çok ehemmiyet verin (buyurdu). Onları daha iyi yetiştirin.” buyurdu. (Bkz. Heysemî, IV, 153; İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, IV, 69)

Velhâsıl bugün bir Avrupaʼya baktığımız zaman, Batı âleminde bir âile yok, bitti. Evlât-baba münâsebetleri yok. Tavır koyuyor, gidip şikâyet ediyor, alıp çocuğu oradan alıyorlar götürüyorlar, başka yerde güyâ onu serbest olarak, nefsânî şeylerde (serbest) olarak bırakıyorlar.

İnsanı hayvandan ayıran nikâh, yük addedildi ve zinâ serbest kılındı. Bu durumda hangi anne yetişecek fazilette? Tabi o zaman ne oluyor? Tek dişi kalmış canavar oluyor toplum.

Velhâsıl şifâyı hastalığın neşʼet ettiği bataklıklarda aramamak lâzım. Bu beyhûde bir gayret, beyhûde bir yorgunluktan başka bir şey değil.

Kadını aslî mekânından, kudsî vazifesinden uzaklaştırarak nefsâniyetin çirkin bir hizmetkârı hâline getirmek, esas, kadına yapılan en büyük zulüm budur.

Bugün neticede, hilkate, fıtrata mugâyir eşitleme var. Yani armutla elmayı beraber toplamak var. Cenâb-ı Hak kadına ayrı husûsiyetler vermiş, erkeğe ayrı husûsiyetler vermiş. Bu husûsiyetler birleşince bir saâdet olacak.

لِتَسْكُنُوا : O eve bir sükûnet verecek.

مَوَدَّةً : Bir muhabbet olacak ve bu muhabbet bir basamak olacak, bir fazîlet timsâli olacaklar getirdikleri nesle.

رَحْمَةً : Birbirlerine bereket olacaklar. (Bkz. er-Rûm, 21)

Bir sâliha kadını düşündüğümüz zaman; bu, kocasının malını muhâfaza eder, evini tanzim eder, nefsini ve nâmusunu korur. Âileyi rûhânî neşelerle doldurur. Evlâtlarının dînî tahsiline ihtimam gösterir. İşte böyle anne, ömür boyu bir teşekküre lâyık bir anne…

Esâsında anneler gününü, en güzel anneler gününü, her gün anneler günü yapan, İslâmʼdır.

Burada -yine sohbet uzadı- Muhammed İkbal vardır, Pâkistanʼın şeyi, teorisyeni, feylesofu. O:

“Ey müslüman hanım! (Diyor.) Ey örtüsü namusunun perdesi olan müslüman kadın! Senin yüzündeki nur, îman kandilimizin sermayesidir. Yaratılışındaki saffet, güzellik; Hakʼtan bir rahmettir, dînimizin kuvveti, ümmetimizin varlık esâsıdır.

Evlâdımız sütten kesilir kesilmez ona kelime-i tevhîdi ilk öğreten sensin. Senin muhabbetin, bizim hâlimizi, fikrimizi, sözümüzü, işimizi tanzim eder.

Ey dînî nîmetlerin kendisine emânet edildiği İslâm kadını! Hak dîninin kor ateşi senin nefesinden alev almıştır.

Bu asır iki yüzlüdür, hilekârdır. Dışı süslüdür, ancak içi teaffün etmiştir. Bu asrın harâmîleri, din yolunda kervanların yolunu keser. Bu asrın basîreti kördür. Hakkı tanımaz. Ancak insanlıktan çıkmış kişiler bu asrın nefsânî zincirlerine teslim olabilirler. Bu asrın tuzağına düşen kişi, kendisini hür zanneder. Aslında elinden zehir içmiştir ki, hâlâ kendisini diri zanneder.

Toplum fidanının âb-ı hayâtı sensin ey fazîletli İslâm annesi! Ümmetin emânetini koruyan muhâfız sensin. Fıtratındaki ulvî hasletleri aklınla keşfet. Hazret-i Fâtıma senin için bir numûnedir. Ondan gözünü ve gönlünü Hazret-i Fâtımaʼdan ayırma! Tâ ki senin dalın da Hüseyinʼler meyve versin.”

En güzel bu işte; kadın, fazîlet timsâli…

İşte bunun da -elhamdülillâh- her şeyin en güzelini Cenâb-ı Hak İslâmʼla ihsân eyliyor. Ve kadını da nasıl bir fazîletler zirvesi hâline getiriyor. Cenâb-ı Hak -inşâallah- toplumumuzu böyle fazîletli annelerle -inşâallah- tezyîn eyler.

Cenâb-ı Hak sohbetimizi kabul eylesin. Okunan âyet-i kerîmenin şümûlünden hisseler nasîb eylesin. Cenâb-ı Hak -inşâallah- cümlemize -inşâallah-…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Efendimizʼin sünnet-i seniyyesine, Oʼnun her hâline hayran olmamızı, Oʼnun izinden -elhamdülillâh- tek rehberimiz. Cenâb-ı Hak kıyâmet günü -inşâallah- Oʼnunla beraber olmamızı nasîb eylesin.

Efendimiz buyuruyor vefatına yakın:

“Ben kardeşlerimi özledim.” buyuruyor.

Ashâb-ı kirâm diyor ki:

“–Yâ Rasûlâllah! Biz Sizʼin kardeşleriniz değil miyiz?”

“–Yok (diyor), benim (diyor) kardeşlerim (diyor), siz benim ashâbımsınız (diyor), benim kardeşlerimi (diyor), ben onları havz kenarında bekleyeceğim.” diyor.

Sahâbe diyor ki:

“–Yâ Rasûlâllah! O kadar gelen ümmet arasında o kardeşlerinizi Siz nasıl tanıyacaksınız?”

“–Nasıl (diyor Efendimiz), siyah bir at sürüsü içinde ayakları ve alınları beyaz olan atlar hemen tanınır, ben de kardeşlerimi, ashâb içindeki kardeşlerimi, o şekilde onları tanıyacağım. Ve onları havz kenarında bekleyeceğim…” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Tahâret 39, Fedâil 26)

Cenâb-ı Hak -inşâallah- cümlemizi -inşâallah- Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin “kardeşlerim” buyurduğu ümmetinin içine dâhil eyler.

Bir de, yine Efendimiz buyuruyor:

“Benim ümmetim bereketli bir yağmur gibidir. Başı da rahmettir, sonu da rahmettir.” (Bkz. Tirmizî, Edeb, 81)

-İnşâallah- biz sonuna geldik -Allâhu a‘lem-. Sonu rahmet olan ümmetinden oluruz -inşâallah-.

Duâmızın kabûlü niyâzıyla; Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha…

İslam ve İhsan

İSLAM'DA KADIN

İslam'da Kadın

SALİHA KADININ ÖZELLİKLERİ

Saliha Kadının Özellikleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.