Kadınların Saadeti “Hanımefendi” Olabilmek
Kadınların saâdeti, “hanımefendi” olarak yaşamalarıyla mümkündür. Kadın, aslî vazifesinin dışına yönelir ise, âile ocağını kurutur. Kadının dış hayata katılması, ancak zarûrî sebeplerle ve yaratılışına uygun işler için mümkün olabilir. Bu zarûrî sebepler de cemiyetin ihtiyaçları ölçüsünce belirlenmeli, mâkul ve meşrû sınırlar aşılmamalıdır.
Kadın, kendi başına ne bir gül goncasıdır, ne de bir diken. Rûhânî bir hayat içinde yetiştirilirse bir gül olur, toplumun ve sokakların insafına bırakılırsa zehirli bir diken hâline gelir.
Yalnızlık ve teklik, Allâh’a mahsustur. Çünkü o yüce Yaratıcı, bir ve tek olmayı sadece kendisine has bir keyfiyet kılmış ve bu itibarla bütün varlıkları çift olarak yaratmıştır. İnsan, bitki ve hayvanlarda bu keyfiyet erkek-dişi, cansız varlıkların kimyevî terkiplerinde ise artı (+), eksi (-) sûretinde tecellî etmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok âyet-i kerîmede bu husûsa temâs edilir:
“Her şeyi çift yarattık ki, düşünüp ibret alasınız.” (ez-Zâriyât, 49)
“Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mâhiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allâh’ı tesbih ve takdis ederim.” (Yâsîn, 36)
KADINA ALLAH'IN YÜKLEDİĞİ TEMEL VAZİFE
Bütün mahlûkât, bu çift olma özelliği bakımından birbirlerine muhtaçtır. Çünkü birisinde olan bir husûsiyet, diğerinde yoktur. Hepsi birbirini tamamlayarak bir bütün teşkil eder.
Bir erkeğin kadına, bir kadının da erkeğe ihtiyaç ve temâyülü ise, özü itibâriyle neslin devamı içindir. Ancak tek gâye, elbette ki bu değildir. Çünkü kurulan sağlam bir âile yapısı ile fertlerin rûhî ve ictimâî huzur, sükûn ve âhengi de insanoğlunun muhtaç bulunduğu son derece mühim bir gâye ve hedeftir. Bu rûhî huzur, sükûn ve âhenge ulaşmada arzu edilen zirveye ise ancak “muhabbetullâh” ile varılabilir.
Günümüzde âilenin, ona bağlı olarak da toplumun erozyona uğramasının en mühim sebeplerinin başında “kadının erkekleşmesi, erkeğin de kadınlaşması” gelir. Allah Teâlâ kadına ayrı, erkeğe ayrı husûsiyetler lutfetmiştir. Bunlar, her ikisinin de toplum içindeki vazifelerini lâyıkıyla yapabilmeleri için ilâhî bir tanzim ile belirlenmiştir. Erkek ve kadında vücut yapısından rûhî özelliklere kadar bütün yaratılış husûsiyetleri, Allâh’ın onlara yüklediği mes’ûliyetlere (sorumluluklara) göre şekillenmiştir.
Cenâb-ı Hak, kadını duygu bakımından erkeğe göre daha zengin yaratmıştır. Bu duygu ve his zenginliği, kadına Allâh’ın yüklediği temel bir vazîfenin îcâbıdır. Bu vazîfe de, neslin muhafazası ve evlâtların dîne, vatana, millete hayırlı bir insan olarak yetiştirilmesidir. Bu ilâhî tanzimin dışına çıkılırsa, kadının fıtratına ihânet edilmiş olur.
ANNE, RUHİ ÖZELLİKLERİ İLE ANNEDİR
Anne, sırf bedenî özellikleri itibâriyle değil, üstün rûhî özellikleri ile annedir. Eğer bir kadın bunlara, dolayısıyla kadınlığına, anneliğine vedâ ederse, artık o bir şefkat âbidesi değil, duygusuz bir avcı kesilir. Nice yavruları mahveder. Onun için kadınlar, annelik hazinesini hiç kayıp vermeden, diğer mahlûkattan daha üst seviyede muhafaza etmeliler. Çünkü diğer mahlûkat için âhiret âleminde yavrularıyla karşılaşıp hesâba çekilmek yoktur. Ancak insanlar için vardır. Yani evlâtları, mahşer gününde ya hayır olarak ya da şer olarak insanların karşısına çıkacaktır. Bu bakımdan yavrulara gösterilecek en şefkatli ve üstün annelik, onları cehennem ateşinden koruyacak şekilde yetiştirmek ve cennete vesîle olacak bir fazîlet kıvamı kazandırmaktır. Bunun için dînî eğitim, güzel edep, yani ahlâkî terbiye ve kulluk şuuru, verilmesi gerekenlerin en başında gelir.
Bir atasözünde; “el-ümmü medresetün: anne mekteptir/okuldur.” denilmektedir. Kadın, evde çocuklarıyla daha çok birlikte olduğu için çocuklara güzel örnekler sergileyerek, onların rûhunda kalıcı izler bırakmak sûretiyle “ilk ve en büyük terbiyeci” olacaktır.
İslâm, anneyi sırf biyolojik bir yapı olarak görmez. Annenin mânevî yapısında terbiye etme özelliği vardır. Yani, hayâ ve edep sahibi bir nesil yetiştirme…
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bir Nasihat, Binbir İbret, Erkam Yayınları