Kadir Mısıroğlu Kimdir?
Kadir Mısıroğlu kimdir? Kadir Mısıroğlu nerede ve ne zaman doğdu ve mezarı nerede? Kadir Mısıroğlu'nun eğitim hayatı, evlilik hayatı, eserleri ve hakkında bilinmesi gerekenler...
1933 yılında Ramazan'ın en kıymetlisi “Kadir Gecesi” seher vakti dünyaya gelip yine bir 05 Mayıs 2019 ilk Ramazan gecesi vefat eden Kadir Mısıroğlu'nun "Terceme-i Hâl" olarak yayınladığı kendi dilinden hayatını aşağıdaki metinden okuyabilirsiniz...
1933 - 2019
KADİR MISIROĞLU KİMDİR?
1933 yılı Ramazan-ı Şerifi’nin yirmiyedisinde yani “Kadir Gecesi” seher vakti Dünya’ya gelmişim. O saat mahallemizin Câmii Şerifinde âdet üzere “Seher Mukabelesi” okunuyormuş. Bu mukalebeyi takib etmekte olan babamın kulağına o anda müjdeyi fısıldamışlar ki, tam “Sûre-i Kadir”okunuyormuş. Bu sebeple ismimin “Kadir” olarak konulmasını gönlünden geçirmiş.
Doğduğum ev Akçaabat’ın Dürbinar (1) Mahallesi’nin “Dere Mahallesi” denilmekle mâruf semtinde iki katlı, ahşap kağgir karışığı bir evdi. Hâlâ ayakta olan bu ev ailenin köyden şehre indiğinde yerleşmiş olduğu ilk evdir. (2)
İsmimin Kadir olarak konulmasına babaannem itiraz etmiş ve Dedemin adını bana vermekte direnmiş, Dedemin adı aslında Kâzım‘mış. Fakat güzellik ve yakışıklılığından kinaye “Paşa, Paşa…” diye sevilirken Kâzım unutulup Paşa umûmileşmiş.
Bundan dolayı babaannemi de tatmin maksadıyla bana “Kadir Paşa” adını vermişler. Lâkin babam bu ismi nüfusa Paşa’sız olarak kaydettir miş. Esasen bir yıl sonra da çıkarılan bir kanunla paşa sözü diğer bir çok elkabla birlikte yasaklanmıştır. Buna rağmen, mahallede hep “Kadir Paşa” olarak anılagelmişimdir.Dedemin mezarı Dürbinar mahallesindeki aile kabristanı-mızdadır. 1975 yılında vefat eden babam 1991 sonlarında vefat eden vâlidem ve diğer akrabalarımız da orada yatmaktadır. (3)
Vâlidem Sâriye Hanım da ebâecdad Akçaabatlı olup kazanın en eski ve mâruf âilesi“Hacısâlihoğulları” ndandır. (4)
Vâlidemin anlattığına göre hiç ana sütü emmediğimden, çocukken gâyet cılızmışım. Hatta bu sebeble dört yaşına kadar yürüyememişim. Bir gün kapıya gelen dilenci kılıklı biri Vâlideme:
” – Bu çocuk neden hep oturuyor?”diye sormuş. vâlidem de cılızlıktan yürüyemediğimi izah edince adam:
” – Siz buna bir kurban kesiniz, kurbanın kanıyla kendisini belden aşağıya yıkayınız, kan vücûdunda üç gün kalsın. Üç gün sonra normal su ile yıkayıp kanları temizleyiniz. Allah (c.c.)’ın izniyle yürür!..” demiş.
Vâlidem kendisine bi, ikram için odaya girip çıktığında kapıdaki bu zatın kaybolduğunu görmüş. Bu işte bir fevkalâdelik olduğunu düşünerek o gün adamın dediğini yapmış ve böylece yürümüşüm.
KADİR MISIROĞLU'NUN EĞİTİM HAYATI
Cılızlığım sebebiyle yedi yaşıma bastığımda mektebe gönderilmedim. Bu husustaki yalvarmalarım fayda vermedi. Bir yıl sonra yani, sekiz yaşında Akçaabat Merkez İlk Mektebi ‘ne başladım. İslâm aleyhtarlığının en şiddetli bir sûrette yürütüldüğü zamandı. Mektebe başlamadan önce Kur’an Hocası’na gitmiştim. Hocanın defaatle Jandarmalar tarafından basılması yüzünden, ancak bir hatim indirebildim.
İlk tahsilimi tamamıyla bu Merkez İlk Mektebi ‘nde bitirdim. O sene kazamızda bir ortamektep yapılmasına başlanmış fakat bitirilmemişti. Babamsa beni okutmak istemiyordu. Bu sebeble devre arkadaşlarımdan bazıları orta mektep tahsili için Trabzon’a gittikleri halde, babam beni bir terzi yanına çırak olarak verdi. Fakat benim böyle bir işle vakit geçirmeye hiç de niyetim yoktu. Bu bakımdan sık sık terzi dükkânından kaçıyordum. O sıralarda başta Hz. Ali cenkleriyle ilgili kitaplar olmak üzere, ne bulursam okuyordum. O derece ki, her an elimde kitap bulunduğundan söylenen söz kulağıma girmez, bana havale edilen işleri yanlış yapardım. Bir gün böyle bir halime kızan vâlidem biriktire-bilğidim bütün kitapları avluya dökerek yakmıştır. Bu kadar anormal okuma hevesimin sonunda şuurumun bozulacağından korkuyorlardı.
Ertesi yıl ortamektep ikmal edildi. Talebeler kaydolmaya başladılar. Babam beni okutmamak için hâlâ direniyordu.
” – Bir tek oğlum var, okuyup da memur olur giderse ocağım söner” diyordu. Lâkin sağın, solun zorlaması, hocalarımın baskısı neticesinde O’nun mukavemetini kırabildik. Böylece yirmibir numara ile Akçaabat Orta Mektebi‘ne en son kaydolan bir talebe olabildim.
BÜYÜK DOĞU İLE TANIŞMASI
O yıl (1947) Büyük Doğu ile tanıştım. İlk mektepten itibaren parlak bir talebeydim. Hocalarım beni el üstünde tutarlardı. Hariçten ne bulabildimse okumam sebebiyle dâima sınıf arkadaşlarımın üstünde bir seviyem vardı. Büyük Doğu, CHP, M. Kemal Paşa ve inkılâplara bakış açımın teşekkül etmesinde mühim bir merhale oldu. Esasen öteden beri evimizin dindar havasında bunlar menfur ilân edilmiş olduklarından bende, bu istikamette bir temâyülün ilk nüvesi mevcuttu.
Hafta sonları, Trabzon’a gidip gelmeye başladım. Trabzon lisesi’nde ve Trabzon Muallim Mektebi’nde bazı milliyetçi arkadaşlar edindim. Bunlar vasıtasıyla Sebilürreşad ve Serdengeçti mecmualarından haberdar oldum.
O sırada güdümlü demokrasi mücâdelesinin hızlanmasıyla dindar insanlar da milliyetçilik adı altında yavaş yavaş fikirlerini izhar etmeye başlamışlardı. Bu sebeple üç-beş sayı çıkıp batan birkaç sayfalık gazete ve dergiler görülüyordu. Bunların her birinden birşey kapmışımdır.
1950 yılında Trabzon Lisesi’ne başladığım zaman, şahsiyet ve fikirlerim ana hatlarıyla tebellür etmiş bulunuyordu. Kendime göre fikrî bir muhitim de vardı. Sık sık anma günleri yapar, Mehmed Akif, Kâzım Karabekir ve hatta Mareşal Fevzi Çakmak için bile mevlüd okutmaya kadar varan, alâkalar içinde davayı terennüm etmeye çalışıyordum ki; bunlardan bazıları mahallî gazetelere de aksetmiştir.
Bu sırada dört küçük milliyetçi teşekkülün birleşmesiyle vücud bulan “Türk Milliyetçiler Derneği”nin Akçaabat Şubesi’ni açtım ve 1953 yılında DP hükümetince basit bir bahane ile kapatılıncaya kadar başkanlığını deruhte ettim. En yakın arkadaşım bilâhere 27 Mayıs İhtilâli hengâmmda öldürülen Özdemir Kazancıoğlu idi. O’nunla gece gündüz beraberdik.
İSLÂMÎ MÜCÂDELE BAKIMINDAN DÖRT FIRTINALI YIL
Trabzon Lisesi benim için islâmî mücâdele bakımından dört fırtınalı yıl olarak geçmiştir. O zamanlar liseler dört yıldı. Heyecan ve asabiyetim had safhada olduğundan, nasıl olup da o mektebi bitirebildiğime hâlâ şaşarım.
1953 yılında İstanbul’un Fethi’nin beş yüzüncü yıldönümü dolayısıyla yapılan kompozisyon yarışmasını kazanarak bir güzel dolmakalem mükâfat olarak aldım.
Bütün lise hayatım boyunca iki dindar hocayla karşılaşabilmişim. Bunlar coğrafya muallimi merhum İsmail Hakkı Berkmen ile halen hayatta olan Ahmet Saka Bey’lerdi. İdâre ve müdürümüz dindarlık ve milliyetçiliğe haşin bir sûrette karşıydı. Bundan dolayı pek çok kereler disiplin kuruluna girip çıkmak mecburiyetinde kalmışımdır. O zaman olgunluk imtihanı dört dersten yapılırdı. Sualler Bakanlıktan gelirdi. Yolda imtihanların birini kaçırmıştım. Diğerlerini Giresun’da vermiştim. Kaçırdığım imtihan için 1954 Ekimi’nde Erzurum’a gittim. Bu dersin imtihanını da Erzurum Lisesi’nde vererek nihâyet lise mezunu olabildim.
Lâkin lise devremdeki mücadeleler tâfsilatıyla okunmaya değer mâhiyet-tedir. Davamızın o günkü şartlarının anlaşılması bakımından hâiz-i ehemmiyet olan bu devreyi, çeşitli yönleriyle anlatan “Geçmiş Günü Elerken I-II” serlev-halı esere bakılabilir.
FAKÜLTE DÖNEMİ
Artık yüksek tahsil için İstanbul’a gitmem gerekiyordu. Babamın bu husustaki muhalefetini bertaraf etmek kolay olmadı. O sırada mahallemizde bir kız delirmişti. Okuma arzusuna set çekildiği için delirdiği şâiası babamı biraz yumuşatır gibi oldu. Lâkin para vermeyerek Akçaabat’tan ayrılmamı önlemeye çalışıyordu. Zavallı anacağım aynı zamanda terzilik eder, şuna buna dikiş dikerdi. Yediyüz lira para biriktirmiş imiş. Bunu bana verince, son müşkül de hallolmuş oldu.
Üç günlük bir vapur yolculuğundan sonra 6 Ekim 1954′te İstanbul’a ayak bastım. Her taraf bayraklarla donatılmıştı. İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluş yıldönümü imiş. Boğazı hayranlıkla seyrederek Galata’da karaya ayak bastım. Bir müddet Edirnekapı’daki eniştemin yanında, bir müddet de Fatih Sarıgüzel’deki babamın teyzesi yanında kaldım. Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırarak bilahere Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti‘nin Soğanağa semtindeki yurduna yerleştim.
Fakülte hayatım lisedekinin birkaç katı daha hareketli ve mücâdeleli geçti. Bunun bir kısım tafsilâtını da yine “Geçmiş Günü Elerken” adlı eserimde bulabilirsiniz. Ehemmiyetli olanı bir taraftan çalışarak, diğer taraftan da okumak sûretiyle fakülteyi yürütmüş olmam ve dava için uğraşmaktan bir an bile geri durmamamdı. Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti‘nin yurdundaki ikâmetim bir yıl sonra o cemiyetin başkanlığını yapmamı ve bu başkanlıkta yurtçuluk mes’elesini öğrenmemi intaç eylemiştir. Üniversite talebeliğim esnasında yedi talebe yurdu açıp çalıştırmışımdır ki bunların en meşhurları “Vefa”, “Seyhan”, “Karadeniz” ve “Yıldız” Talebe Yurdlarıdır. Dava yönünden genç insanlarla meşgul olmak için en müsâid müessesenin yurd olduğunu ilk keşfeden benim, desem herhalde yanlış olmaz, o derecede ki mâhud dönme Ahmed Emin Yalman o tarihlerde vatan gazetesinde bu faaliyetimden dolayı aleyhime bir baş yazı yazmıştır.
EVLİLİK HAYATI
1961 yılında Aynur (Aydınaslan) ile evlendim. Sırasıyla Abdullah Sünusi (1963) Fatıma Mehlika(1965) Mehmed Selman (1973) isimli üç çocuğumuz oldu.
HUKUKÇULUKTAN TARİHÇİLİĞE
Fakülte yıllarından itibaren neşriyat ve konferanslar vermeyi hızlandırarak hukukçuluktan çok tarihçiliğe meylettim. Yakın tarihimiz üzerindeki araştır-malar daha çok alâkamı celbediyordu. Vâsıl olduğum kanaatleri, izhar ve ifadenin kanûnî güçlüklerine rağmen yazıp söylemekten geri kalmadım. Daha önceleri çeşitli mecmua ve gazetelerde çoğu müstear adlarla yazılar yayın-lamıştım. Öz adımla matbuat âleminde ilk görünüşüm 1948 yılındadır. Bu çocuksu bir şiirdir ve Yeni Polathane Gazete’sinde yayınlanmıştır. Polathane, Akçaabat’ın eski adıdır. Fakülte yıllarımda merhum İlhan Darendelioğlu‘nun çıkarmakta olduğu Toprak Dergisine de Mehmed Meriçgiller nâm-ı müsteari ile birkaç yazı yazmıştım.
İlk eserim Lozan Zafer mi, Hezimet mi ? adlı araştırmanın birinci cildidir. İlk tabı 1964 yılında yapılmıştır. Aynı yıl “SEBİL YAYINEVİ”ni kurmuştum. Bu eser yayınevinin ilk kitabı oldu.
İSTANBUL MİLLİ TÜRK TALEBE BİRLİĞİ “HARF İNKILÂBI” KONFERANSI
1970 yılı ocak ayında İstanbul Milli Türk Talebe Birliği‘nde “Harf İnkılâbı” ile alâkalı bir konferansım dava mevzuu yapılarak hakkımda Eski-şehir Örfî İdare Askerî Mahkemesi‘nce yedi sene hapis beş sene amme haklarından men ve yirmi ay sürgün cezası verilmiştir. Hem kanunî ikamet-gâhım ve hem de konferansın verildiği yer İstanbul olduğu halde, Eskişehir’in bir selâhiyet tecâvüzü ile bu davaya bakmasındaki garabet ve hukukun de-faatle nasıl çiğnenmiş olduğunu göstermek için ciltler dolusu yazmak gerekir. Şâhidlerin hapsedilmesinden tutunuz da, askerî şahısların kendi fiilleri ha-kkında şahid olarak dinlenmelerine ve hatta önce beraat olarak yazılmış olan kararın kumandan İrfan Özaydınlı’nın baskısıyla yırtılıp yedi sene hapse tahvil edilmesine kadar nice nice kanunsuzlukların sergilendiği bu macerayı – inşallah – müstakil bir eser halinde kaleme alacağım.
Hükmedilen cezanın infazı Eskişehir Sivil Cezâevi‘nde başlayıp İstanbul Sağmalcılar Cezaevi, ve Bakırköy Akıl Hastahânesi Adlî Servis merhale-lerinde geçtikten sonra Cerrahpaşa Hastahânesi Psikiyatri Kliniği‘nden 1974 Yılı Mayısında çıkarılan umûmî afla nihayete ermiştir. Lâkin bu benim ilk hapse-dilişim değildir. Merhum Necip Fazıl Bey‘le yakınlığım dolayısıyla resmî bir sürü istintak geçirmiş ve nihayet 27 Mayıs 1960 İhtilâli’nden sonra hapsin hem de “Kızgın Askerler”kontrolündeki en şiddetli nev’ini tatmıştım. Aziz Nesin‘le Nâdir Nâdi arasındaki bir kalem münakaşasından başlayıp garip şekiller geçir-dikten sonra benim Bursa’da Çekirce Kaplıcaları‘ndan alınıp İstanbul’a getirilmem, İstanbul Harbiye Binasındaki hücrelerden birine hapsedilmem, bilâhere Balmumcu Askerî Kışlası‘ndan tahliye edilmemle ilgili tafsilât da müstakilen yazılmaya değer mâhiyettedir.
SEBİL YAYINEVİ NE ZAMAN KURULDU?
1964 yılında “Sebil Yayınevi“ni kurup kendimi tamamen neşriyata verdim. 1970 yılında Harf İnkılâbı ile ilgili mezkûr konferansım yüzünden, mâruz kaldığım hapsedilme macerasından sonra yine aynı işe devam ettim ve 1976 yılı başından itibaren haftalık olarak Sebil Dergisi‘ni çıkarmaya başladım. Bu dergideki yazılarımdan dolayı kısa bir müddet sonra hakkımda M. Kemal Paşa ile ilgili mâhud kanun ve 163. maddeye istinaden sayısız dava açılması üzerine yeniden hapse girmeyi bertaraf etmek ümidiyle 1977 umûmî seçimlerinde MSP’den Trabzon mebus namzedi oldum. Listede ikinci sıraya konulmam sebebiyle kazanamadım. Ertesi yıl aynı partiden İstanbul senato namzedi oldum. Yine ikinci sıraya konulmuş olduğum için kazanamadım.
GURBET HAYATI
1978 yılında MSP Merkez Umûmî Heyeti‘ne (Genel idare Kurulu) seçildim. Bu vazifedeyken 12 Eylül 1980 İhtilâli oldu ve 13 Ekim 1980 tarihinde bütün merkez Umûmî Heyeti hakkında tevkif kararı verildi. Bunun üzerine hakkımda daha evvel açılmış olan davaların, MSP davasıyla birleşmesinden doğacak psikolojik ağırlıktan kurtulmak isteyen bazı arkadaşlarımızın ısrarı sebebiyle yurtdışına çıktım, Almanya’da ikâmet hakkım olduğundan Frankfurt’a yerleştim.
Böylece vatan-ı azizimden ayrıldığım zaman, arkada otuzdan fazla ağır cezalık dava bırakmış durumdaydım. Bilâhere çoluk çocuğumu yanıma getirttim. Almanların benden gayrısına oturma müsâdesi vermemesi üzerine, hep birlikte İngiltere’ye geçtik.
Gurbete hazır değildim. Mâlî imkânlarım mahduddu. Bu sebeble gâyet sıkıntılı bir gurbet çilesi içinde boğuşurken 1983 yılı başlarında gazete, radyo ve televizyon anonslarıyla yurda dönmeye dâvet olundum. Dâvete icabet etmediğimden bilâhere Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı‘ndan tard edildim. Bu sebeble İngiltereden siyasî iltica hakkı istedim. Bunun için 7 Eylül 1983 tarih ve 18158 numaralı kararın yayınlandığı Resmî Gazete’yi göstermem kâfî geldi. Daha sonra ecdaddan kalma gayri menkullerim hazinece haraç – mezat sattırıldı. Bu yetmiyormuş gibi 1984 yılında da kitap depomuz yaktırılarak iktisaden çökertilmem için elden geleni yaptılar.
Çoluk çocuğumla Londra’da oturmaktayken geçimimi sağlayacak bir iş kuramadığımdan bir buçuk yıl sonra iş ve geçim mecburiyeti beni tekrar Almanya’ya dönmeye zorladı. Böylece “Gurbet İçinde Gurbet” denilebilecek bir çile çemberi içinde günlerimi geçirmek kaderimin garip bir cilvesi olmuştur.
1991 Yılında çıkarılan Terör Kanunu” ile TCK.ndan mâhud 163.madde çıkarılınca aziz vatana avdet edebildim.
Dipnotlar
(1) Aslı güzel kaynak sularından dolayı Dürpınar yani Incipınar olan bu kelime, zamanla Dürbinar’a dönüşmüştür.
(2) Ailemizin ebâecdad yaşamakta olduğu Lefka (Çınarlı) Köyün’den şehre inişinin garip bir hikâyesi vardır:
Dedem Paşa Efendi ile diğer erkek kardeşi Mehmed yetim kalmışlar. Babaları, dedeleri hayattayken öldüğünden, Hanefi fıkhına göre mülkten halefiyet tarikiyle bir hak alamadıkları için henüz çocuk denecek yaşta köyü terkedip şehre inmişler. Dedem fevkalâde zeki, çalışkan bir gençmiş. Kardeşiyle bir likte seyyarlıktan başlayarak ticâret hayatına atılmışlar. Bir ara kazanın mâruf zenginlerinden Hacı Mesud Efendi ile birlikte çalışmış, sonra ayrılmışlar ve çok ilerlemişler. O derece ki, son derece zeki ve çalışkan bir kimse olan Dedem 1930 yılında genç yaşta vefat ettiği zaman kazanan en ileri gelen zengin lerinden biriydi.
Dedemin Osman adındaki babası ise, vefat ettiği Galamina (Söğütlü) Köyü’nde medfundur. Mezarı köyün, eski Trabzon şosesi kenarındaki kabristanındadır. Daha evvelki cedlerimiz tabiatıyla hep Lefka (Çınarlı) Köyü’nde yatmaktadırlar.
Ben doğduğumda babam Eyüp Sabri Bey kendisine babasından kalan ticaret işlerini yürütüyordu. Dedem vefat ettiğinde O pek genç bir yaşta bulunduğundan işleri iyi yürütememiş, bilâhere – birazda – ikinci Cihan Harbi’nin karaborsayı umûmîleştiren, ticari ahlâkı bozan tesirleri yüzünden ticareti terkedip tamamen dinî bir hayat yaşamaya koyulmuştur. Fevkalâde dürüst bir insan olan babam, daha sonra meslek olarak müezzinlikte karar kılmış ve kazamızdaki Yeni Câmi’den emekli olduktan sonra 1975 yılı 29 Mayıs’ında rahmet-i Rahmana kavuşmuştur.
(3) Bir emrihak vâki olursa, ben İstanbul’da Yahya Efendi Dergâhı ile Eyüp Sırtları arasında muhayyerim. Bu iki yerden birine defnolunmak isterim. Tabiî hangisi mümkün olursa. Aksi halde, ben de Akçaabat’taki âile kabristanımıza defnolmak isterim.
(4) Akçaabat’ın ebâ ecdad yerlisi olan vâlidem hem ana tarafından ve hem de baba tarafından varlıklı bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Babası Hacı Salihoğullanndan Küçük Mustafa Ağa’nın oğlu Ahmed Efendi nâmıyla yâd edilen çiftlik, çubuk sahibi bir insandı. Annemin annesi, hacdan gelirken Samsun dolaylarında vapurda vefat etmiş olan Gümüşhane’li zade Hacı Emin Efendi’nin kızı Münşine Hanım’dı. Anneannem Muhsine Hanım babasının bu suretle ölümüyle kundakta yetim kalmış, ailenin tek çocuğu imiş. Annesi Gülizar Hanım bu tek evlâdına üveylik sıkıntısı çektirmesin diye bir daha evlenmemiş ve Muhsine Hanım’ı hizmetçilerle çok nazlı bir suretle büyütmüş. Kaderin cilvesini bakınız ki; Muhsine Hanım da birisi annem olmak üzere üç yetim kız çocuğu bırakarak genç yaşta doğum esnasında vefat etmiş. Dedem, yani Mustafa Ağa’nın Ahmet Efendi Muhsine Hanım’ın vefatından sonra tekrar evlenmesiyle annem ve kardeşleri yetimliğin bütün ızdırabını en şiddetli bir şekilde tatmışlardır. Şehirde koca konaklan varken bu üç yetim kız çocuğu kasden köyde tutulmuş. Eski ve yeni, yazı veya Kur’an-ı Kerim nâmına her hangi bir şey öğrenmelerine imkân verilmemiştir. Bu sebeple bir çile çemberinden geçerek büyüyen vâlidem.biraz da kendi fıtratının iktizası olarak emsalsiz bir görüş, seziş, ahlâk, zekâ, feraset sahibiydi. O derece ki; birkaç üniversite bitiren bile O’nun eline su dökemezdi!… Vâlidemin üç kız kardeşime mukabil, tek erkek çocuğu olduğum için bana muhabbet ve düşkünlüğü çok aşırı idi. Ehl-i takva ve ehl-i tarik olan bu mübarek insanın bana düşkünlüğü ihtimal Rabbin “rakiyb”ismi şerifinin tecellisini davet etmiş ve O benimle hemen hemen hiç beraber olamamıştı. Kırk yıldan bu yana ancak iki üç yılda bir o da bir kaç günlüğüne yüzümü görebilen vâlidemle belki ancak kırk gün beraber olabilmişimdir. 12 Eylül hengâmından sonra, tam “yedi sene” gitgide katmerleşen bir hasretle zaman zaman hastalanıp yataklara düşen vâlidem bir defasında bizi cidden korkutacak bir şiddetle rahatsızlandı.
Büyük oğlum Abdullah Sünûsi, doğup büyüdüğüm cennet misali Akçaabat ve beş yüz yıl “Hilâfet-i İslamiye”ye makarr olmuş İstanbul ve bütün sevdiklerimle birlikte ve bilhassa vâlidemden de ayrılışın yedi yıllık hikâye ve blançosu kâğıda sığar bir facia değildir. Nihayet 1987 yılında büyük oğlum Sünûsi ile birlikte O’nu da az bir müddet Avrupa’da görebilmek, elini öpebilmek nasip olduğu için Cenab-ı Hak’la nihayetsiz hamd-ü senalar olsun!… 22 Haziran 1991 de vatana avdetimden tam altı ay sonra Rahmet-i Rahman’a kavuşan vâlidem, hayatta hiç kimsede müşahede edemediğim bir mânevi kemâl ve keramet sahibiydi. Üzerimde hak ve fazilet nâmına ne varsa, önce Rabbin lütuf ve ihsanı, sonra da bu mübarek kadının duası ve bereketiyledir. Mevlâ rahmet eyleye!…
KADİR MISIROĞLU'NUN ESERLERİ
- Amerika'da Zenci Müslümanlık Hareketi/ Kadir Mısıroğlu
- Âşıklar Ölmez!.. / Kadir Mısıroğlu
- Barbaros Hayreddin Paşa (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
- Doğru Türkçe Rehberi yahud Bin Uydurma Kelimeyi Boykot / Kadir Mısıroğlu
- Bir Mazlûm Pâdişah: Sultan Abdülaziz/ Kadir Mısıroğlu
- Bir Mazlûm Padişah: Sultan Abdülhamid / Kadir Mısıroğlu
- Bir Mazlûm Padişah: Sultan Vahideddin /Kadir Mısıroğlu
- Cem Sultan’ın Papağanı (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
- Cemre (Şiirler) / Kadir Mısıroğlu
- Düzmece Mustafa (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
- Filistin Dramı'nın Düşündürdükleri / Kadir Mısıroğlu
- Geçmiş Günü Elerken C-I / Kadir Mısıroğlu
- Geçmiş Günü Elerken C-II / Kadir Mısıroğlu
- Geçmişi ve Geleceği ile Hilâfet / Kadir Mısıroğlu
- Gurbet İçinde Gurbet / Kadir Mısıroğlu
- Hayat Felsefesi Yâhud Yaşamak Sanatı /Kadir Mısıroğlu
- Hicret: Aziz vatandan ayrılışın hikâyesi/ Kadir Mısıroğlu
- İslam Dünya Görüşü / Kadir Mısıroğlu
- İslâm Yazısına Dair / Kadir Mısıroğlu
- İslâmcı Gençliğin El Kitabı / Kadir Mısıroğlu
- İthaflı Fıkralar / Kadir Mısıroğlu
- Kanlı Düğün (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
- Kavuklu İhtilâlci: Şeyh Bedreddin (Tarihî Roman) /Kadir Mısıroğlu
- Kırık Kılıç (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
- Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücâhidler / Kadir Mısıroğlu
- Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C-I / Kadir Mısıroğlu
- Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C-II / Kadir Mısıroğlu
- Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C-III / Kadir Mısıroğlu
- Macar İhtilâli / Kadir Mısıroğlu
- Makbul ve Maktul İbrahim Paşa (Tarihî Roman) /Kadir Mısıroğlu
- Malkoçoğlu Kardeşler (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
- Mimar Koca Sinan (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
- Moskof Mezâlimi / Kadir Mısıroğlu
- Muhtasar İslam Tarihi I / Kadir Mısıroğlu
- Muhtasar İslam Tarihi II / Kadir Mısıroğlu
- Muhtasar İslam Tarihi III / Kadir Mısıroğlu
- Musul Mes'elesi ve Irak Türkleri / Kadir Mısıroğlu
- Osmanoğulları'nın Dramı - 50 Gurbet Yılı - / Kadir Mısıroğlu
- Of Lala (Masal) / Kadir Mısıroğlu
- Osmanlı Tarihi I / Kadir Mısıroğlu
- Osmanlı Tarihi II / Kadir Mısıroğlu
- Osmanlı Tarihi III / Kadir Mısıroğlu
- Perili Köşk (Masal) / Kadir Mısıroğlu
- Piri Reis / Kadir Mısıroğlu
- Sokollu Mehmed Paşa (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
- Tarihten Günümüze Ermeni Meselesi ve Zulümler / Kadir Mısıroğlu
- Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri C-I / Kadir Mısıroğlu
- Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri C-II / Kadir Mısıroğlu
- Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri C-III / Kadir Mısıroğlu
- Trabzon Meb'usu Şehid-i Muazzez Ali Şükrü Bey / Kadir Mısıroğlu
- Uzunca Sevindik (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
- Üç Hilâfetçi Şahsiyet / Kadir Mısıroğlu
- Üstad Necip Fâzıl'a Dâir / Kadir Mısıroğlu
- Veli Bayezid’in Bedduası (Tarihi Roman) / Kadir Mısıroğlu
- Yunan Mezâlimi - Türk’ün Siyah Kitabı - / Kadir Mısıroğlu
- Zağanos Paşa (Târihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
- Zoraki Âsi - Şehzâde Bâyezid - (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
- Asrın İhâneti: Paralel Yapı veya F. Gülen'in Günah Galerisinden Sayfalar / Kadir Mısıroğlu
- Özlü Sözler "Akıllı Adamlar İçin" / Kadir Mısıroğlu
- Kırk Bir Görgü Şahidinden Naklen Benden Tarihe Haberler / Kadir Mısıroğlu
KADiR MISIROĞLU'NUN MEZARI NEREDE
Kadir Mısıroğlu'nun kabri Üsküdar'da Mehmet Nasuhi Camii avlusunda bulunmaktadır.
Tunusbağı cad. Nu: 16 (Doğancılar Parkı karşısı) Doğancılar, Üsküdar – İstanbul
YORUMLAR