Kaf Suresi 33. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kaf Suresi 33. ayeti ne anlatıyor? Kaf Suresi 33. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Kaf Suresi 33. Ayetinin Arapçası:

مَنْ خَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَٓاءَ بِقَلْبٍ مُن۪يبٍ

Kaf Suresi 33. Ayetinin Meali (Anlamı):

“Görmediği halde Rahmân’a karşı derin bir saygı besleyip içi ürpertiyle dolan ve sürekli Allah’a yönelmiş, O’na boyun eğmiş bir kalple gelen her kul için.”

Kaf Suresi 33. Ayetinin Tefsiri:

Cennete girmeye hak kazananların mümtaz vasıfları da şöyledir:

    Allah’a karşı saygı ve korkuyla dopdolu bir gönle sahip olup, O’na itaatsizlikten sakınarak kalbini Rabbin râzı olmayacağı her türlü kötü düşünce ve niyetlerden koruması.

    Tevbe ve istiğfar ile daima Allah’a yönelmesi; günahlarını hatırlayıp Allah’tan bağışlanma dilemesi. Bollukta, darlıkta, sıkıntıda ve rahatlıkta her daim Allah’a güvenip dayanması. Kalbini Allah’tan başkalarından çevirip, sadece Allah ile meşgul etmesi.

Bu açıdan bakıldığında Abdülkadir Geylânî (k.s.)’un şu hâli pek ibretlidir:

Biri ona şöyle sordu:

“- Niçin acaba üzerinize sinek konduğunu hiç görmüyoruz?”

Şöyle cevap verdi:

“- Niçin konsun ki… Üzerimde ne dünyanın pekmezi var, ne de âhiretin balı…” (Velîler Ansiklopedisi, II, 453)

    Allah’ın emir ve yasaklarını dikkate alarak yaşaması, Allah’ın koyduğu sınırları muhafaza etmesi.

    Yüce Allah’ı zahiren göremediği halde O’ndan korkması, O’na beslediği derin saygıyla yüreğinin titremesi. Kimsenin kendini görmediği yerlerde bile hep Allah korkusu ile hareket etmesi. Çünkü biz Rabbimizi zahir gözümüzle göremesek bile, Allah’ın bizi hakkiyle gördüğünde hiçbir şüphe yoktur. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), başka bir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde Allah Teâlâ’nın, yedi sınıf insanı, arşının gölgesinde gölgelendireceğini bildirmiş, bunların birinin de “Tenhalarda Allah’ı zikredip göz yaşı döken kişi” olduğunu haber vermiştir. (Buhârî, Ezân 36; Müslim, Zekât 91)

    Daima Allah’a yönelen bir kalbe sahip olması. Allah’a yönelen kalbin alameti; Allah Teâlâ’nın saygı gösterilmesi gereken haklarını bilmek, O’nu dost edinmek, O’nun azamet ve celali karşısında mütevazı olmak, nefsin arzularını terk etmek, başkalarını incitmemek ve bundan daha önemlisi hiç kimseden incinmemesidir. İnsan ancak hususi bir tasavvufî eğitimle, nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesi ile bu mertebeye ulaşabilir.

Nitekim Sâ­mi Efen­di Haz­ret­le­ri, Dâ­ru’l-Fü­nûn’un Hu­kuk Fa­kül­te­si’ni ye­ni bi­tir­miş­ti. Onun gü­zel hâ­li­ni ve ter­te­miz sî­re­ti­ni pek be­ğe­nen bir Allah dos­tu:

“–Ev­lâ­dım, bu tah­sil de gü­zel­dir ama, sen asıl tah­sî­li ik­mâl et­me­ye bak! Se­ni ir­fan mek­te­bi­ne kay­de­de­lim, ora­da da gö­nül ilim­le­ri­ni ve âhi­ret sır­la­rı­nı öğ­ren!..” de­di. Ar­dın­dan da ilâve etti:

“–Ev­lâ­dım, o mek­tepte na­sıl eği­tim ya­par­lar, ne öğ­re­tir­ler bi­le­mem. Ama bildiğim bir şey var ki, bu tahsîlin ilk dersi incitmemek, son der­si de in­cinmemektir...”

Sahip oldukları güzel ahlâk ve ulvî hasletlerle diğer insanlardan hemen fark edilen Allah dostları, “kimseyi incitmemek” ve “kimseden incinmemek” faziletinin de zirvesine çıkmışlardır.

Ebû Abdullah Sâleme’ye:

“– Gönüllerini devamlı Rablerine yönelten Allah dostlarını diğer insanlardan ayırt eden vasıflar nelerdir?” diye sordular. O da cevâben, ehlullâhın şu güzel vasıflarını saydı:

“–Allah dostları diğer insanlardan:

  Konuşmalarındaki tatlılıkla,

  Ahlâklarındaki güzellikle,

  Sîmâlarındaki tebessüm ve müjdeleyicilikle,

  Hâl ve edâlarındaki zarâfetle,

  Nefislerindeki cömertlikle,

  Mâzeretleri kabul edişlerindeki diğergâmlıkla,

  İyi ve fenâ herkese karşı şefkatlerindeki genişlikle ayırt edilir.”

Bu vasıflara sahip olanlar cennete girecek, orada istedikleri her nimete nâil olacaklardır. Allah katında onlar için daha fazla nimetler de vardır. Bu nimetler hakkında Yüce Rabbimiz hadis-i kudsîde şöyle buyurur:

“Ben sâlih kullarım için cennette öyle nimetler hazırladım ki, onları ne göz görmüş, ne kulak duymuş, ne de onlar herhangi bir insanın aklına gelmiştir.” (Buhârî, Tevhid 35; Müslim, Cennet 4-5)

Bu nimetlerin en büyüğü ise “Allah Teâlâ’nın cemâlini görme” nimetidir.

Gerçek böyleyken, hâlâ inkârcılıkta direnen gâfillere ne demeli, onları nasıl ikaz etmeli? Onlar, şu gerçekler üzerinde akıl yorsalar belki uyanır, kendilerine gelirler:

Kaf Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Kaf Suresi 33. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.