Kâinatta Tesadüf Diye Bir Şey Yok!
Kainatta tesadüf diye bir şey var mıdır? Yerdeki karıncadan gökteki yıldıza kadar işleyen düzen, sistem tesadüf eseri mi oluştu? Kainat tedafün mi oluştu? Tesadüf olduğunu iddaa edenlere karşı cevaplar...
Modern felsefenin ve rasyonalizmin babası sayılan matematikçi ve filozof Descartes’in (1594-1650) «varlık delili»nden hareketle yaptığı akıl yürütmelerle vardığı netice, hulâsa şöyledir:
“İnsan ve kâinattaki her şey mükemmeldir. Abes yoktur. Hiçbir şey kendi kendine mükemmel olmaz. Onu daha mükemmel bir varlık (yani Allah), mükemmel kılmıştır. Allah mükemmelin mükemmeli bir varlıktır. Sonsuz mükemmeldir. İnsanın zihnindeki «en mükemmel varlık» fikrinin yokluğu düşünülemez. Bu da başka hiçbir delil olmasa dahî Allâh’ın varlığını ispat eder.”
“Allah mükemmel ve noksansız, yanılmaz ve yanıltmaz bir varlıktır. Buna göre O’nun bilgisi de noksansız olup doğrudur. Kesin bilginin kaynağı Allâh’ın ilmidir.”
Pascal da aynı görüşün te’yîdi sadedinde; “Mevcûdiyetimizin derinliklerinden gelen ve bize ölümsüz olduğumuzu bildiren bir sedâ vardır ki, bu bizde tecellî eden Allâh’ın irşad sedâsıdır.” der.
Bunlar gayr-i müslimlerden gelen itiraflardır...
Hakikaten;
Kâinattaki bu kadar muhteşem nizam, bu kadar ekolojik denge karşısında, insanın boş yere yaratıldığını zannetmesi ve diğer mahlûkat gibi sorumsuz yaşamaya kalkışması, abesten başka bir şey değildir. Hâlbuki Cenâb-ı Hak buyurur:
“Sizi abes olarak yarattığımızı mı (...) sanıyorsunuz?” (el-Mü’minûn, 115)
Mahlûkat, insan için yaratıldı. İnsan da Allâh’a kulluk için. Yoksa yaratılışın bir mânâsı olmazdı.
İnsan bu gaye etrafında yaşayacak ve cennete dönecek... İnsan mükerrem olarak yaratıldı. İnsan tezkiye olacak ve muhteşem olan cennete lâyık hâle gelecek.
Bunun için Cenâb-ı Hak; kuluna peygamberler göndererek, suhuf ve kitaplar indirerek ve bu cihandaki nâmütenâhî bin bir türlü kudret akışı ve azamet tecellîleri ile tefekkürünü açarak yardım etmektedir.
Ateist zihniyetteki gafillere Allah, ilzâm edici bir üslûpla soruyor:
“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?” (et-Tûr, 35)
Bu âlemde Cenâb-ı Hak kullarında iki sıfatın tecellîsini vermemiştir:
- Halk,
- Bekā.
➢ İnsanda halk (yoktan yaratma) tecellîsi İnsanoğlu bir şeyler îcat etmiştir, fakat onlar Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı varlıkların bir araya getirilmesinden ibarettir.
İnsan eliyle yapılmış hiçbir makine, kendisi gibi bir başka makine doğuramaz. Hiçbir uçak, bir başka uçağı dünyaya getiremez.
İnsanoğlu tamamıyla, Allâh’ın yarattığı bir âlemin içindedir, her nereye baksa, kendisi de bütün çevresi de Rabbimiz’in yarattığı varlıklardır.
➢ İnsanda bekā tecellîsi de yoktur. Allah’tan başka bütün varlıklar, fânîlik mührü altındadır.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Her nefis, ölümü tadacaktır...” (Âl-i İmrân, 185)
“Yeryüzündeki her varlık, fânîdir...” (er-Rahmân, 26)
“...Allah’tan gayri her şey helâk olucudur. Hüküm O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz.” (el-Kasas, 88)
Bu sebeple mezar taşlarında, bir hatırlatma olarak;
«Hüve’l-Bâkî: Bâkî olan ancak O’dur.» yazılır.
Kâinattaki muazzam âhenk ve nizam da, Allâh’ın varlığının ve birliğinin delillerindendir. İsmail Fennî ERTUĞRUL şöyle der:
“Bizler bu cihânın içinde zerreden kürreye her şeyde,
Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyet eserlerini görmekteyiz. Pek ince araştırılmadan bile ilk bakışta, âlemin bütün parçalarının «ilk sebeb»i olan bir kudret eli görülür. Akıllarımız, cisimlerimiz, hayvanlar, gezegenler, yıldızlar, yeryüzü ve gökyüzü, bunların hepsi tam bir düzen ve uygunluk arz eder. Bu sanat ve hikmet, bütün âlemin rûhu gibi latif ve hissedilmeyen, fakat gayet güçlü bir kuvvet ile bütün varlıkları gayelerine götüren ve bizden üstün olan bir akla ve hikmete işaret ederler. Biz bu cihânın yaratılmasında ve her zerresinde tam bir tenâsüp / uygunluk görürüz.
Güneşten karıncaya kadar her şeyde, Cenâb-ı Hakk’ın sanatının sonsuz kudretini müşâhede ederiz.” (Îman Hakikatleri Etrafında Suallere Cevaplar, s. 8)
Yine İsmail Fennî şöyle der:
“Âlemde her an gördüğümüz eserlere büyük bir hayretle; «Mükemmel!» demekten kendimizi alamıyoruz. O hâlde, bunların sanatkârının kudretine ve hikmetine bakarak; «Ekmel varlık / En yüksek varlık» niçin demeyelim?
Bana göre Hakk’ın azametini idrâk edemeyenler, ancak şüphe hastalığına yakalanmış, felsefenin (müteverrim sokaklarında ve kaba) karışık safsataları içinde hayrette kalan kısa akıllı kişilerdir!” (Maddiyyûn Mezhebi’nin İzmihlâli, s. 28)
İsmail Fennî ERTUĞRUL, varlığın tesadüfle vücûda geldiğini iddia edenlere ise şu mantıkî sualleri sorar:
“Bir sinek kanadının var olabilmesi için, milyonlarca teşkilâtın kurulması lâzımdır. Âlemdeki birbirine muvâfık şekiller hesapsız olduğuna göre, bunlar teşekkül edene kadar meydana gelen uygunsuz şekillerin, bunlarla kıyaslanamayacak kadar çok olması şart değil midir? Bunlara niçin tesadüf edilemiyor?”
Bunlar varken yok olmuşsa, niçin izlerine rastlanmıyor? Bu tabiat niçin biçimsiz hayvanlar yapmıyor da dâimâ kendilerinde tam bir tenâsüp görülen varlıkları vücûda getiriyor?” (Maddiyyûn Mezhebi’nin İzmihlâli, s. 54)
“...Bir yerde hesap ve intizam görülünce orada muhâsip ve nâzım bulunduğuna akıl kat‘î olarak hükmeder...
Farz edelim ki sizin bir bağınız var. Onun etrafına sıra ile birçok fidan diktirdiniz. Bir gün oraya gittiniz ve bu fidanların ötede beride bazılarının devrilmiş olduğunu gördünüz. Bunun sebebini sorduğunuz vakit, bahçıvan size; şiddetli bir fırtınanın çıkıp bunları devirdiğini söyledi. Bu cevabı kabul edersiniz.
Fakat başka bir gün yine gittiniz, fidanların sıra ile; meselâ dördü yerinde olduğu hâlde hep beşincisi yıkılmış, yine dördü bırakılmış beşincisi devrilmiş olarak gördünüz ve bunun sebebini sorduğunuzda bahçıvan yine size aynı cevabı verdi. Buna inanır mısınız? İnanmayacağınız ve bunu bir kimsenin kötü niyetine atfedeceğiniz şüphesizdir. Çünkü
evvelki vak‘a tesâdüfe hamledilebilirse de bu asla edilemez. Zira bu defa işin içine hesap girmiştir.” (Îman Hakîkatleri Etrafında Suallere Cevaplar, s. 21-22)
Bugün kâinattaki her şeyi tesadüf ile îzah etmeye kalkanlar;
- Yarın oksijen seviyesinin bozulmayacağından nasıl emin oluyor, nasıl endişe duymadan huzur içinde uyuyabiliyorlar?
- O, mevsimleri oluşturan hassas dengelerin bozuluverip, yarın dünyanın, insanı kavuracak kadar sıcak veya donduracak kadar soğuk oluvermesinden neden korkmuyorlar?
- Vücutlarında, kalplerinde, böbreklerinde, karaciğerlerinde, bütün uzuvlarında, asla muktedir ve müdâhil olamadıkları nizâmın yarın da muntazaman işleyeceğinden nasıl emin olabiliyorlar?
Bu tesadüfler silsilesi (!), dâimâ onların lehine mi işliyor?
Gerçekten bu kâinâtı, bu mükemmel nizâmı bir çekip çeviren yok diye inanabiliyorlar mı?
Hâlbuki hakikaten böyle inansalar çıldırmaları lâzımdır.
İnsan, havada içinde bulunduğu uçağın pilotlarının bayıldığını veya öldüğünü haber alsa ne yapar? Korkusundan belki ânında çıldırır. Böyle bir uçağın, birtakım tesadüflerin arka arkaya gelmesiyle muntazaman yere inebileceğine inanıp rahatlayabilir mi?
Hiçbir ateist veya deist, yarın acaba oksijen azalır mı diye bir korku duymuyor. Yanında oksijen tüpüyle gezmiyor. Yani ilâhî kudrete itimadı var. Cenâb-ı Hakk’ın kudretini aklen ve vicdânen kabul ettiği hâlde, nefsânî olarak bir gafletin girdabı içindedir.
Heyhat!
Ateizm, küfür, inkâr...
Bunlar kaçıştır. Mes’ûliyetten, kulluktan, vazifeden kaçıştır. Kaçarken buna bir kılıf, bir mazeret uydurmaktan ibarettir.
Deizm de bunun yarım ağızla kabulüdür ki, böyle bir kabul, akıl ve idrak dışıdır, ancak gönüllerin bir vîrâneye dönmesidir. Böyle bir yaratıcı inancı, uhrevî olarak hiçbir şey ifade etmez.
Mutlak yaratıcıyı inkâr etmek için ahmak olmak lâzım demiştik.
Deist; güya yaratıcıyı reddetmiyor, fakat Rab oluşunu
reddediyor. Dînini reddediyor, kitabını, peygamberini ve ahkâmını reddediyor.
Kâinattaki muhteşem sonsuz sır ve hikmetler karşısında Peygamber’i, kitabı ve âhireti inkâr etmeye kalkışmayı bir görüş hâline getirmeye çalışmak, aslında aklı, iz‘ânı ve idrâki inkâr etmekten başka nedir? Deizm dedikleri bu inkâr şekli, ne kadar acınacak bir zavallılıktır.
Ateizm;
- Sebepleri görüp, Sebeplerin Müsebbibi’ni görmemek,
- Eseri görüp Müessir’i görmezden gelmek,
- Sanatı görüp Sanatkâr’ı inkâr etmektir.
Deizm ise; bu sebeplerin, eserin ve sanatın boşuna olduğunu, gayesiz, maksatsız ve abes olduğunu iddia etmek olur ki bunun da inkârda ateizmden altta kalır bir yanı yoktur.
Şeytanın hilelerinden biri, süsleyerek adını değiştirmektir.
Meselâ; zinâya flört, fâize nema, kumara oyun gibi farklı isimler koyarak, muhatabını kandırmaya çalışır. Adına deizm vb. isimler koymak, inkârı ve kâfirliği değiştirmez.
Cenâb-ı Hak, kalplerimizi îman ve yakîn ile doldursun. Şüphe ve vesvese kirlerinden temizlesin. Huzura ve itmi’nâna erenlerden eylesin!..
Âmîn!..
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Yüzakı Yayıncılık, Aklın Cinneti DEİZM
YORUMLAR