Kainattaki İlahi Sanat Harikaları

TEFEKKÜR

Es‘ad Erbili Hazretleri kâinattaki ilâhî sanat hârikaları üzerinde tefekkür edip bunlardan gereken dersleri almaya teşvik ederdi.

Bâzı tefekkür misalleri şöyledir:

“Nutfeden kan pıhtısını, kan pıhtısından kemikleri yaratan, kemiklere et giydiren, beşerî âzâları ikmâl edip insana en güzel sûreti veren ve ona rûh üfleyerek hayat veren Cenâb-ı Hak ne yücedir!

Cenâb-ı Hak, ağlamaktan başka bir şeye kâdir olmayan mini mini bir yavruya anne baba gibi iki merhametli hizmetçiyi tâyin eder. Suya, ateşe, yağa, tuza ve zamana muhtaç olmayan, tatlı ve hoş bir gıdâ olan anne sütünü ona ikram eder. Ve her an husûsî bir hâl ve yeni bir tecellî ile o yavruyu olgunlaştırır. Bütün bunları en mükemmel bir şekilde yapan Cenâb-ı Hak, ne Kerîm bir sanatkârdır!

O’nun, yiyecek, giyecek, süs eşyaları, âile, beşeriyet, insâniyet, İslâmiyet, medeniyet gibi sayısız nîmetlerini düşünüp şükretmeliyiz.

Kabir karanlığında ve mahşer meydanında insanların karışıp birbirine girdiği hengâmede, Cenâb-ı Hakk’ın yüce zâtından başka medet umulacak bir yardımcı ve sahip yoktur!”[1]

Şeyh Sâdî ne güzel buyurur:

Bulut, rüzgâr, Ay ve Güneş gökte devamlı senin için çalışıyorlar. O hâlde sana lûtfedilen ekmeği sakın gafletle yeme!

Bulutu, yağmuru, rüzgârı, Ay ve Güneş’i kendi emrinde tutan ve bunların güzel tesiriyle insanoğlunun maîşet ve âfiyetini devam ettiren Cenâb-ı Hakk’ın sayısız nîmetlerini düşünüp şükür vazifesini îfâya gayret etmek lâzımdır. Rabbimiz cümlemizi böyle sâlih kullarından eylesin! Âmîn! Böyle bir velî-nîmetin lûtuf ve ihsan sofrasını takdir etmeyen nankör kullarından eylemesin!”[2]

“Dünyada hangi velî-nîmet tasavvur olunabilir ki, bedenimizi, uzuvlarımızı, sıhhat ve âfiyetimizi, yiyecek ve nîmetlerimizi Mevlâmız gibi yoktan var edip kullarına en güzel şekilde lûtfeylesin! Hangi bir âmire tesâdüf olunur ki -velev bir neferin üstündeki onbaşı olsun- defalarca emrini terk eden bir erini cezâsız bıraksın, affetsin! Gaffâr olduğu kadar Kahhâr da olan Cenâb-ı Hakk’ın hükmü altındayız, mülkünün bir köşesinde barınıyoruz, her gün nîmet sofrasında rızıklanıyoruz. O hâlde aklen, irfânen ve vicdânen O’nun emirlerine itaat etmemiz ve kulluk vazifemizi yerine getirmemiz zarurîdir. Yarın kıyâmet gününde ne olur, ne olmaz! Allâh’ım kolaylaştır, zorlaştırma!”[3]

“İhtiyarlık zamanının sadece bir hâlini seviyorum. O da şudur: Çoğu vakit hatıra geliyor ki vakit bitti, rıhlet (bu dünyadan gitme) zamanı yaklaştı. Şimdiye kadar dünya için çalışsaydın belki mâkul görülebilirdi, lâkin bundan sonra ne olacaksın? Genç mi olacaksın? Uyanık olmalı! «İrci‘î: Dön» emr-i ilâhîsine icâbet edeceğin gün için hazırlık yapmalısın! İşte bu gibi şeyleri düşündükçe nefs kendini müdâfaadan âciz kalıyor ve mâkul bir cevap bulamıyor. Cenâb-ı Hak cümlemizi muvaffak buyursun! Gaflette bırakmasın! Âmîn!”[4]

“Tefekkür-i mevt, insanın başına gelen musîbetlerin üzüntüsünü hafifleteceği gibi, kişinin kendi ölümünü de kolaylaştırır. İnsanı huzursuz eden ve azâba sürükleyen dünya muhabbetini azaltır. Çünkü dünyanın geçici mal, mevki ve güzelliklerini sevmek ve onları aşırı bir şekilde arzulamak, her türlü günah ve rahatsızlığın esas sebebidir. Cenâb-ı Hak gönlümüzü bu gibi nefsânî muhabbetlerden pâk eylesin! Kalbimizi zikir ve muhabbetullah dergâhı kılsın! Âmîn!”[5]

DİPNOTLAR

[1] Bkz. M. Es‘ad Efendi, a.g.e, s. 45-46, no: 19.

[2] M. Es‘ad Efendi, a.g.e, s. 53-54, no: 26.

[3] M. Es‘ad Efendi, a.g.e, s. 69, no: 39.

[4] M. Es‘ad Efendi, a.g.e, s. 128, no: 99.

[5] M. Es‘ad Efendi, a.g.e, s. 141, no: 113.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları