Kalbe Manen Dirilik Kazandıran Amel

Peygamber Efendimiz (s.a.v) hadisi şerifinde neyi çokça hatırlamamızı tavsiye ediyor? Kalplere manen dirilik kazandıran amel...

“Bütün dünyevî zevkleri bıçak gibi keseni, yani ölümü çokça hatırlayın!” buyurmuştur. (Tirmizî, Zühd, 4)

Zira ölümü tefekkür etmek, kalbe mânen dirilik kazandırır. Bir gün vefat edeceği şuuruyla yaşayan bir mü’min;

Bu fânî misâfirhânede yerli edâsıyla oyalanma hamâkatinden sakınır.

Yunus Emre Hazretleri buyurur:

Yunus sözü âlimden;
Zinhar olman zâlimden!
Korka durun ölümden,
Cümle doğan ölmüştür…

Hakîkaten ölüm; yoksuluyla zenginiyle, zayıfıyla güçlüsüyle, zâlimiyle mazlumuyla, mü’miniyle münkiriyle herkesin sırtını yere getiren, her fânînin başından muhakkak geçecek olan bir hâdisedir.

Ölümden kaçanların kurtulduğuna dair bir haber işitilmemiştir. Korkunun ecele faydası olmadığı gibi, kulu gayrete sevk etmek yerine daha da pasif hâle getiren hastalıklı bir korkunun da faydası yoktur.

Dolayısıyla kula düşen, ölümden korkup kaçmak yerine, onunla karşılaşmaya her an hazır hâlde bulunmaya çalışmaktır. Âhiretine hiçbir zararı olmayan, bilâkis onu ebedî bir saâdet ve selâmet yurduna çevirecek olan, faziletlerle müzeyyen bir dünya hayatı yaşamaktır.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Ey îmân edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102)

Nasıl ki ömür nîmeti bir defa ise, can vermek de bir sefere mahsustur. Ne tekrarı vardır ne de telâfisi. Dolayısıyla bir mü’min için bütün bir ömür, müslüman olarak can verebilme hazırlığıdır.

Bu cihâna gönderilme gâyemiz; ölümden kaçmak veya âhiretsiz bir dünya hayâli içinde kendimizi kandırmak değildir. Her nefesimizi son nefese hazırlık şuuru içinde, amel-i sâlihlerle ihyâ etmektir. Kendimize kabir hazırlamaktan ziyâde, kabre kendimizi hazırlamaktır.

Bunun için ölümü sık sık tefekkür etmeli ve onu kalbî hayatımızın ayrılmaz bir parçası kılmalıyız. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Bütün dünyevî zevkleri bıçak gibi keseni, yani ölümü çokça hatırlayın!” buyurmuştur. (Tirmizî, Zühd, 4)

Zira ölümü tefekkür etmek, kalbe mânen dirilik kazandırır. Bir gün vefat edeceği şuuruyla yaşayan bir mü’min;

Bu fânî misâfirhânede yerli edâsıyla oyalanma hamâkatinden sakınır.

Her hâl ve davranışından bir gün hesaba çekileceğini bilir.

Günah ve kerahatlere dalamaz; bir din kardeşine çelme takamaz, bir kalbe diken batıramaz, gereksiz yere yaş bir dalı kıramaz, bir karıncaya dahî haksız yere kıyamaz.

İlâhî hudutları bile bile çiğneyemez, kulluk vazifelerini aslâ ihmal edemez.

Alıp verdiği her nefesin kıymetini bilir; ömür sermayesini boş şeylerle zâyî edemez. Zira Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“Dünyanın bir saati, âhiretin bin senesinden daha kıymetlidir. Çünkü orada kurtuluşa kavuşturacak bir amel yapılamaz.”

İşte ölümü tefekkürün kazandırdığı bu gönül ufkundan ve gayret-i dîniyyeden mahrum kalmamak içindir ki ecdâdımız, kabristanları şehir içlerine ve cami önlerine yapmışlardır. Dünya hayatını âdeta uhrevî bir iklimde yaşamışlardır.

Günümüzün modern câhiliyesinde ise nefsin keyfini kaçırdığı gerekçesiyle, ölüm, kabir ve âhiret unutturulmak isteniyor. Huzur ve mutluluğun, bunları hayattan dışlamakta olduğu zannediliyor. Yani mutluluk, gaflet sarhoşluğunda; saâdet de sefâlet çarşısında aranıyor.

Hâlbuki ölümü, kabri, hesâbı, âhireti unutma gafletiyle azgınlaşan nefisler, zulüm ve haksızlıklara daha çok meylederek hem kendi âhiretini mahvediyor, hem de insanlığın başına belâ oluyor.

Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh-’ın şu îkâzı ne kadar mânidardır:

“Sizin, insanı eğlendiren nefsânî arzulara dalarak, gizli bir şehvete kapılmanızdan korkuyorum. Bu şehvet, ilim (ve irfan) bakımından aç kaldığınız hâlde, midenizi (helâl-haram endişesi duymadan) iyice doldurduğunuz zaman ortaya çıkar.

Sizin en hayırlınız, arkadaşına şu nasihati yapandır:

«–Haydi gel, ölmeden evvel oruç tutalım.»

En hayırsızınız da dostuna şöyle diyendir:

«–Gel de ölmeden önce yiyip içelim, eğlenelim, hayatın tadını çıkaralım…»” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 218)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2021 – Şubat, Sayı: 420

İslam ve İhsan

KALBİ TEMİZLEYEN AMELLER

Kalbi Temizleyen Ameller

KALBİ MUHABBETLE BESLEMEK

Kalbi Muhabbetle Beslemek

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.