Kalbi Manevi Olarak Korumak İçin Alınabilecek Tedbirler

Kalbin kıblesi neresidir? Vukuf-i kalbi ne demektir? Kalbin önemini ve bu yönünü çok iyi bilen basiret ehli âriflerin, kalbi korumaya almak, sıhhatli çalışmasını temin etmek ve daha ötede sürekli güncel tutmak için tavsiye ettikleri bazı tedbirler...

Nakşî terbiye geleneğinde “Kelimât-ı kudsiye” diye bilinen 11 esastan birisi de “Vukuf-i kalbî”dir.  “Kalp, yâr da mı yoksa ağyârda mı” anlamında daimî bir kontrolün ifadesi sayılan bu terim, kulda ihsan kıvamının oluşmasında son derece önemli bir esastır. “Kalbin kıblesi Mevlâ olmalıdır” anlayışını terbiyenin merkezine koyan bu eğitim sisteminde belki de en önemli mesele, böylesi bir kalp murakabesidir. Zira kalp, bir yönüyle insan gemisinin pusulasıdır. Pusulanın arızası, dünya okyanusunda rotanın kaybolması demektir. İnsanın duygu, düşünce ve davranışlarının doğru bir şekilde komuta edilebilmesi buna bağlıdır.

VUKUF-İ KALBİ NE DEMEKTİR?

Hâce Ubeydullah Ahrar hazretleri kendi el yazısıyla yazdığı güzel sözlerinden birinde vukûf-i kalbîyi şöyle tarif eder: “Gönlün Hak Teâlâ ile her an birlikte olmasıdır. Bu hal tam manasıyla gönülde Allah’tan başka hiçbir şey olmaması durumunda gerçekleşir.”

Gönlü korumak, diğer uzuvları korumaktan elbette çok daha zordur. Zira müspet ya da menfî gönlü etkileyen çok sayıda iç ve dış âmillerden bahsetmek mümkündür. Rabbimizin kalp üzerindeki sınırsız tasarrufları, meleklerin ilhamı, şeytanların vesveseleri, insanın kendi hemcinslerinin pozitif ya da negatif etkileri, özbenliğimiz diye ifade edebileceğimiz nefsin fısıltıları, gözümüz, kulağımız ve bedenimizle temas halinde bulunduğumuz muhitimizin tesirleri göz önünde bulundurulduğunda kalbin evrilip çevrilmesi, halden hale girmesi tabiidir. Böylesi ilgilerin odağı olan bir pusulanın her zaman doğruyu göstermesi de zorun zoru bir meseledir. Bu pusula, olumsuz etkiler sebebiyle, kimi zaman buğulanmakta, kimi zaman donup kalmakta, kimi zaman hastalanmakta ve kimi zaman da iptal olabilmektedir. Bu itibarla “vukuf-i kalbî”, kişinin selameti için âdeta bir “farz-ı daimî” olmaktadır.

KALBİ MANEVİ OLARAK KORUMAK İÇİN ALINABİLECEK ÖNLEMLER

Kalbin önemini ve bu yönünü çok iyi bilen basiret ehli ârifler, kalbi korumaya almak, sıhhatli çalışmasını temin etmek ve daha ötede sürekli güncel tutmak için bazı tedbirler üzerinde durmuş ve manevî kalp reçeteleri oluşturmuşlardır. Bunları birkaç başlık altında zikredebiliriz:

  1. Hıfzu’s-sıhha tedbirleri ya da hastalığa karşı korunma önlemleri.

Kalbin korunması bakımından en önemli husus, haramlardan sakınmaktır. Haramlar, kalbi yaralayan ve kimi zaman ölümüne sebep olan zehirler hükmündedir. Özellikle şirk gibi ağır günahlar, kalbi atıl ve batıl bir hale bırakır. Her bir günahın kalbimizin manevî hücrelerinde tıkanıklıklar meydana getirdiği bir gerçektir.

Göz, kulak ve dil gibi uzuvlarımızla işlenen haramlar, kalbi olumsuz anlamda etkilemekte ve idrak kabiliyetini köreltmektedir. Gözden giren gayr-ı meşru görüntüler, kulaktan sızan batıl ve zehirleyici fikirler, dildeki yalan, gıybet ve lüzumsuz sözler, kalp diriliğini zedeleyen ve belki söndüren virüsler mesabesindedir.

Âriflerimiz, “nukuş-ı kevniye” dedikleri varlığa (masivaya) dair gönülde iz bırakan ve kalıcı hale gelen her bir sûretin bile kalp âyinesini buğulandırabileceği ve kimi zaman paslandırabileceği gerçeğine dikkat çekerler. En azından bunlar gönül yorgunluğu oluşturacaktır. Bu yönüyle yanlış ya da lüzumsuz muhitler, kalbi koruma adına kaçınılması gereken yerlerdir. Zira kalp, bulunduğu ortamın rengine bürünen bir özelliğe sahiptir. İbn Arabî bu hususa şöyle dikkat çeker:

“Uzuvlarını lüzumsuz meşgalelerden koru. Onları başıboş bırakan kimse, kalbini yormuş olur. Bu, tecrübeyle sabittir. Kişi azalarını koruduğu müddetçe gönlü rahat eder. Göz, güzel bir surete baksa bile, gönül ona takılır kalır. Bu güzel şey, hali vakti yerinde olan birine aitse ve ona bakan onu elde edemeyecekse artık bu kimsenin gönlü o şeye bağlı kaldığından yorulur. Zaman olur, uyuyamaz hale gelir. Hayat onun için sıkıcı olmaya başlar. Bu anlattığımız durum helaller içindir. Ya bir de haram bir şeye bakarsa onun durumu ne olur var sen kıyas et. Cenâb-ı Hak sendeki her uzvu senin için yaratmış, fakat kalbi kendisine seçmiş, onu zâtına ayırmıştır. Âzâları gazab-ı ilâhiyi celbedecek şeylere kullanman sebebiyle kalbini meşgul eder ve yorarsan, bu büyük bir zulüm olur. Nazargâh-ı ilâhi olan ve Hakk’a tahsis edilmesi gereken bir mahalli, başka şeylerle doldurursan bundan büyük zulüm düşünülebilir mi? Hak Teâlâ’yı kendine hasım yapma. Çünkü en büyük delile sahip olan odur. Onun karşısında sen haklı çıkamazsın. Onun hücceti kavîdir.”

  1. Kûtu’l-kulûb (Kalp gıdaları) ile gönlü beslemek

Kalbi korumak, geliştirmek ve güçlü kılmak için beslemek de gerekir. Kalp dıştan ve içten gıda alabilen manevî bir cevherdir. Dış gıdalar yine uzuvlarımız kanalıyla olur. Göz, kulak, ağız ve bir de bedenin bulunduğu maddî ve manevî iklim burada büyük önem arzeder.

Dil, doğruluğu kendisine şiar edinirse kalp de istikamet üzere olur. Lokmanın helal ve tıyb olması, gönülde güzel duyguların, niyet ve iradelerin oluşmasında son derece tesirlidir.

Göz, kevnî ve kelâmî âyetleri okudukça eriştiği ilim ve irfan neticesinde kalpteki iman zamanla ikâna (yakîn haline) dönüşür. Kalpte nice hikmet pencerelerinin açılmasına bir vasıta olur.

Kalp, kulak yoluyla da beslenir. Nitekim “İnsan kulaktan sulanır” denilmiştir. Hak ve hakikate dair hikmetler, âriflerin cana can katan sohbetleri gönül için ne bereketli gıdalardır.

Beden de salihlerle beraberliği nispetinde kalbe yardımcı olur. Hâl akışı beraberlik ölçüsündedir.

Kalbin içten beslenmesi ise daha çok zikrullah, tefekkür ve murakabe usulüyle olur. Kalbin en arı duru ve güçlü gıdası hiç şüphesiz zikrullahtır. Hak’la beraberliğin vesilesi olan nitelikli zikir ve murakabeler, kalbi vuslata doğru uçuran manevî enerji vesileleridir. İç dünyamızda çeşitli sebeplerle oluşan lüzumsuz ve huzura mani havatırların (vehim, kuruntu ve vesveselerin) izalesinin ve tesirsiz hale gelmesinin en önemli vasıtası da zikrullahtır.

  1. Kalbi yed-i emîne teslim etmek.

Kalp, iç ve dış etkiler sebebiyle, Hak ve hakikatten sapmaya, olumsuz değişim ve dönüşümlere her an sahne olabileceğinden, kişinin tam bir uyanıklık içinde olması kaçınılmazdır. Gaflet ve nisyân ile ma‘lul olan insanın, tam bir uyanıklığa sâhip olması ise imkansız denecek kadar zordur. Bu sebeple mümin, hiçbir zaman uyku ya da uyuklamaya mâruz kalmayan Yüce Allah’tan, bir an bile kendisini nefsiyle baş başa bırakmamasını ister ve kalbini koruması için O’na yalvarır. Kalbi koruma ve geliştirme adına birtakım vesilelere sarılmak önemli bir vazife ise de gerçek anlamda kalbin korunması ve kalb-i selim haline gelmesi, Rabbimizin lütuf ve ihsanına, diğer bir ifadeyle tevfikına bağlıdır. Bu itibarla da kulun tazarru ve niyazlarla kendini ve kalbini Hakk’ın muhafazasına ve rahmetine arzetmesi bir zarurettir. Nitekim Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in sık sık “Ey kalbleri evirip çevi­ ren (Allahım)! Kalbimi dinin üzere sebât ettir” şeklinde duâ ettiğini işiten Enes b. Mâlik: “Ey Allah’ın elçisi! Biz sana ve getirdiklerine îmân ettik. Bizim için herhangi bir endişeniz var mı?” diye sorunca Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-: “Evet. Gerçek şu ki kalbler,  Allah  Teâlâ’nın iki parmağı   arasındadır; onları istediği  gibi evirip çevirir” cevâbını verir. (Tirmizî, kader, 7, Deâvât, 89, 124)

İlimde derinleşmiş âlimlerin dualarından birinin de “Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten  sonra  kalblerimizi  eğriltme. Bize katından bir  rahmet  bağışla.  Şüphesiz  bolca  lütfeden ancak sensin!” (Âl-i İmrân 3/8) duası olması da son derece manidardır. Öyleyse kalplerimiz için en emin yol, Hakk’a bağlanmak ve O’na iltica halinde bir hayat sürebilmektir.

HAKK BİR GÖNÜL VERDİ BANA

Hak bir gönül verdi bana

Ha demeden hayrân olur

Bir dem gelir şâdân olur

Bir dem gelir giryân olur

***

Bir dem sanasın kış gibi

Şol zemheri olmuş gibi

Bir dem beşâretden doğar

Hoş bağ ile bostân olur

***

Bir dem gelir söyleyemez

Bir sözü şerh eyleyemez

Bir dem dilinden dür döker

Dertlilere dermân olur

***

Bir dem çıkar arş üzere

Bir dem iner taht-es-serâ

Bir dem sanasın katredir

Bir dem taşar ummân olur

***

Bir dem gelir Îsâ gibi

Ölmüşleri diri kılar

Bir dem girer kibr evine

Fir’avn ile Hâmân olur

***

Bir dem döner Cebrâil’e

Rahmet saçar her mahfile

Bir dem gelir gümrâh olur

Miskin Yunus hayrân olur

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, 448. Sayı

İslam ve İhsan

KALP NASIL MUTMAİN OLUR?

Kalp Nasıl Mutmain Olur?

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN KALP EĞİTİMİ

Peygamber Efendimiz’in Kalp Eğitimi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.