Kalbin Manevi Gıdası

İbadet Hayatımız

Zikrullâh kalbin nuru, ruhun huzuru, gönlün cilâsı, aklın ölçüsüdür. Zikre devam edenin kalbi mâmur, fiil ve ahlâkı güzel, ruhu sevinçli olur. Zikrullaha nail olan, Allâh’a kavuşmuştur.

“İbn Teymiyye sabah namazını kıldıktan sonra güneş epey yükselinceye kadar yerinde otururdu. Biri sebebini sorunca derdi ki:

“İşte bu benim gıdam ve kahvaltımdır. Eğer ben bu kahvaltıyı yapmazsam, gücüm kaybolur, enerjim tükenir.”

Bu cezbe ve düzenli ibadetlerden sonra Allah Teâlâ dürüstlük ve doğru yol lütfeder. Böylece de zikr, ibadet ve düzenli yapılan mânevî vazifeler ikinci bir karakter haline gelir.”[1]

GÖNLÜN HAK'LA BERABER OLMASI

Gönlü zinde tutan ve heyecanı devamlı kılan sır, gönlün Hak’la beraberliğidir. Büyüklerin füyûzât diye isimlendirdiği gönle düşen ilâhî rahmet suyu, insanın iç dünyasını ilkbahara dönüştürür. İmanın, İslâm’ın ve ihsanın tadı böyle anlaşılır. Böyle bir feyzle beslenmeyen gönül toprağı, zamanla çölleşir, kurur ve taşlaşır. Meyvenin tadı olduğu gibi insanın da bir tadı ve bir kokusu vardır. Gönül köhneleşince, insanın da tadı kaçar; kokuşmuş meyveye döner.

Sâhibü’l-vefâ Mûsâ Efendi (kuddise sirruh) zikrullahın (Allah’ı zikretmenin) neticelerini anlatırken buyurur ki:

“Allâh’ı devamlı anmak, kalbi yumuşatmak ve tasfiye etmek için şarttır. İnsan ne kadar gönlünü zikre verirse, o kadar çabuk terakki eder. Zikrullaha vâsıl olan, her şeye kavuşmuştur. Zikrullahtan mahrum olan da her şeyi kaybetmiştir.

Zikrullâh kalbin nuru, ruhun huzuru, gönlün cilâsı, aklın ölçüsüdür. Zikre devam edenin kalbi mâmur, fiil ve ahlâkı güzel, ruhu sevinçli olur. Zikrullaha nail olan, Allâh’a kavuşmuştur. O yüce nimeti tadamayan, ancak kışırda (kabukta) kalmıştır.”[2]


[1] Ebu’l-Hasen en-Nedevî, İslâm Önderleri Tarihi, II, 207.

[2] Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, I, 67, 74.

Kaynak: Dr. Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları