Kalp Nasıl Mutmain Olur?
Psikiyatrist-Yazar Kemal Sayar, Altınoluk dergisinin Temmuz 2019 sayısında; Mutmain bir kalbe nasıl ulaşabileceğini, anlam arayışında neden yavaşlamamız gerektiğini, merhametin asıl nedenini ve tasavvufun yolumuzu nasıl aydınlatabileceğini anlattı.
Altınoluk dergisinin 401. sayısında Psikiyatrist-Yazar Kemal Sayar ile “merhamet görmek için merhamet göstermeliyiz” temasıyla yapılan mülakat.
Altınoluk: İnsanın “mutmain bir kalp” hedefi olmalı mı? Böyle bir niyetle hareket etmek bizi nereye götürür? Ya da siz bunu fıtri bir ihtiyaç olarak mı görürsünüz?
Kemal Sayar: Seyr-i süluk’da nefsin geçmesi gereken mertebeler vardır malum. Nefs-i mutmainne aşaması, salih kişilerin niteliği. Elmalılı, sebeplerden, kınayışlarından, esaret bağlarından kurtulan, Allah’tan başkasına eğilmeyen kulun hali olarak tanımlıyordu nefs-i mutmainneyi. Evet, bu manada elbette ki mutmain bir kalp, hedeftir. Yunus’un dediği gibi “Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim.” Mutmain bir kalbe sahip olabilmek her şeyden önce ruhun özgür olmasıyla ilgili. Özgürlük, sosyal manada hür-köle ayrımına dayalı bir hal değil. Ünlü Stoacı Epiktetos, hayatının büyük bölümünü köle olarak geçirmiş olsa da birçok köle sahibinden çok daha özgür bir insandı. Keza Rabiat’ül Adeviyye de bizim geleneğimizdeki bir başka örnek.
Oysa mala, makam mansıba, prestij ve itibara, toplumsal kanaatlere tabiiyetin yaygın olduğu günümüzün eşitlikçi toplumlarında özgür insan hemen hemen yok gibidir. Yetinmezlik, rekabet, gösterişçilik, mürailik insanları performans öznelerine çevirir. Bu bir tenzil-i rütbedir, insanlıktan araçlığa düşer insan. Bizim kültürümüzdeki kullanımı daha ziyade nefs-i raziyye gibi mutmain kalbin. Bu daha güzel olanı elbette, “Onlar Allah’tan razıdır, Allah da onlardan.”
Altınoluk: Mutmain bir kalbe nasıl ulaşabiliriz? Bu hususta neler tavsiye edersiniz?
Kemal Sayar: Kişinin mutmain bir kalbe ulaşabilmesi yani hayatından razı olması için, hem varlığın hem de kendinin yaratılışına hak ettiği değeri vermiş olması, gönül rızası ve hoşnutlukla seçimlerini yapmış olması lazımdır. Her anın kıymetini bilmesi, ibnül vakt, hatta ebul vakt olması icap eder. Bilerek, fârik olarak ve sevgiyle isteyen mü’minler, eylemlerinin sonuçları başarısızlık bile olsa itminan sahibi olur. Ellerinden geleni yapmış oldukları için kendilerini hayatlarının ağırlığından halas kılarlar. Bakiyesi tevekküldür. Henüz karşılığını alamamış olsalar dahi muadili ve daha iyisine dair umutları vardır. Asıl hüsran, ömür sermayesi içinde onları gayelerine ulaştıracak faydalı eylemleri –yani salih amel- yapmaktan geri duranlar içindir. Bu dünyada başkalarının değerlerine, akıl ve iradesine boyun eğerek hayatlarının sorumluluğunu üstlenmeyenler için baki bir göğe kırgınlık vardır. Akıl ve irade için şükür, onları kullanarak eda edilir, onlardan vazgeçerek değil. İşte o zaman, inşallah kul Allah’dan razı olduğu gibi Allah da kuldan razı olur.
Altınoluk: Siz yazılarınızda sık sık yavaşlamayı öneriyorsunuz, hatta “Yavaşla!” isminde bir kitabınız da var. Modern insana, anlam arayışında yavaşlık nasıl yardımcı olabilir?
Kemal Sayar: Yavaşlık, bir hız meselesi yani satıhdaki hareket momenti ile ilgili bir durum değil. Bir derinlik meselesi. Hızı kabul edilemez kılan, onunla beraber insanın dikkat ve rikkatindeki erozyonunun artması. Kundera’nın hız ve unutmak arasında kurduğu doğrusal ilişki çok manidardır bu yüzden. Zamanın manzaraları. Onları seyredemiyoruz yeni hızlı tren camlarından. Mevsimlerin dönmesine, çocukların büyümesine hatta kendi yüzümüzdeki değişimlere bile bigâneyiz. Hele gönül dünyamızın encamından hiç haberimiz olmuyor. Hiçbir şeye temas etmeden aşıp geçiyoruz içinden veya üzerinden. Koskoca bir dünya var, içinde dile dökülemeyecek kadar güzellik barındırıyor ama biz hep çok meşgulüz. İşin aslı o kadar meşgulüz ki yaşamaya vakit kalmıyor. Yavaşlamak, yani dikkat kesilmek, dinlemek, etrafımızda geniş ve derin akan hayatı temaşa için sadrımızı açık tutmak, hızın tasallutunu kıracaktır. Ruhunda yavaşlığı başlatan insan, hayatının hızını da azaltmak mecburiyetinde hisseder kendini, çünkü öncelikleri değişmiştir.
Altınoluk: Etrafımızdaki her şey bizden hız ve haz talep ederken nasıl olacak da yavaşlamayı başarabileceğiz? Bu konuda pratik tavsiyeleriniz olabilir mi?
Kemal Sayar: Kalplerimizi dinlemek üzere verdiğim tavsiyeler, yavaşlama için de kullanılabilir. Ömrün her şeye yetmeyeceğini kabul etmemiz gerek, değerli şeylerin önceliğini anlamak ve kalabalıktan vazgeçmeyi bilmek gerek. Tabiatı telaşlandıramayız. Yağmuru, rüzgârı, gündüzü acele ettiremeyiz. Her şey kendi zamanında gerçekleşir. Aynı şekilde biz de kendi dünyamızın doğal ritimlerine bağlı kalır ve onlara saygı duyarsak, daha farklı ve daha anlamlı bir biçimde yaşamayı öğrenmiş oluruz. Bunun için uzun süre beklemeyi bilmemiz gerekir. Beklemek ve sabır, hayatımızdaki ayrıntıları daha iyi fark etmemizi sağlar.
Kusurlu insanlarız hepimiz. Bu yüzden her birimiz biriciğiz. Her şey olmamıza, her şeyi yapmamıza ve her şeyi bilmemize imkan yok. Yetenek ve hünerlerimiz kadar, kusur ve incinebilirliğimiz de bizi tanımlıyor. Japonya’da Wabi Sabi felsefesi içinde kusurluluğun güzelliği adeta kutsanır. Kırılmış bir vazonun çatlakları altın ile doldurulur. Kusurlarımızla daha güzeliz, velev ki çatlakları altınla/güzel eylemlerimizle onarmayı bilelim.
Dijital hayatlarımızı yönetmek neredeyse tam zamanlı bir iş haline geldi. Meşguliyeti bir kılıf gibi üzerimize kuşansak da bu meşguliyet gerçekte hiç de üretken değil. Aşırı meşguliyet bir tür zihinsel tembelliğe işaret eder. Üretkenlik sadece hız ve etkinlik demek değil, farklı ve sezgisel düşünebilmeyi de gerektiriyor. İlhamın kapılarını açık bırakmak istiyorsak onu zorlamayalım, ilham ancak ruhumuzun serbest zamanında bize görünür.
Yapacağımız şey çok basit, bir dijital perhiz uygulamalıyız kendimize. Dijital bağımlılıklarımızı arkamızda bırakarak, hayatla ve gerçek olanla ilişkiye girmeliyiz. Kendinizi, katlanabileceğiniz süreler için fişten çekin. Bir gün, bir hafta. Zamanın yavaşlamaya başladığını ve daha iyi düşünebildiğinizi hissedeceksiniz. Zaman üzerinizde daha az baskı kuracak ve daha nitelikli anlara izin verecek.
Dijital perhiz dediğimiz zaman, kişinin akıllı telefon ve bilgisayarları, belirli bir süre için, iradi bir çaba sarf ederek bırakmasını kastediyorum. Yani malayani olanın fişini çekebilmek. Böylece etrafımızdaki dünyayla daha fazla etkileşime geçebilmek. Fişten çekmek, dijital aletleri reddetmek veya çöpe atmak anlamına gelmiyor. Tam aksine hayatın doğal ritmi ile yeniden bağ kuracağımız ve içimizi hayatın gerçek ses ve imgeleriyle dolduracağımız bir imkâna kavuşmak demek. Önceliklerimizi gözden geçirerek, temel değerler dizgemizi belirlemek ve böylece daha anlamlı bir hayata yol almak. Bir tür ‘yavaşlama sanatı’. Yavaşlama sanatı, onu doldurma ihtiyacı duymaksızın bir boşluk yaratabilmekle ilgili. Size kendiniz olma imkânı veren, kendi iç sesinizi ve sahici benliğinizi yeniden keşfetmenizi sağlayan bir boşluk. Durup da kendimize ne olduğuna, âlem içindeki var oluşumuza, içimizde kımıldayan duygulara bakabilmek için bir imkân. Dur düğmesine bastığınızda hem kendiniz üzerine daha fazla düşünür, hem de etrafınızdaki insanları daha kuşatıcı bir bakışla görme imkânı bulursunuz. Yavaşlık felsefesi şeyleri doğal ritmine bırakmak ve o doğal ritme hürmet etmekle olur. Yaptığınız şeylerin niceliğine değil, niteliğine bakmak. Kemiyet değil keyfiyet.
Kendimize bir nefes alma zamanı vermek zorundayız. Dur düğmesine basarak dijital hamallığın beyaz gürültüsünden imtina edebiliriz. Bir tür itikaf. Böylece hayatın doğal ritmiyle yeniden buluşur ve onda bütün ruhumuzla yaşamayı öğreniriz. Acele etmeyen bir yağmurda ıslanır, acele etmeyen bir güneşte ısınırız. Ekranı kapatmayı başarabildiğimizde, hayatın kapıları ardına kadar açılır. O kapıdan girdiğinde, yürüdüğün her yol sana çıkacaktır.
Altınoluk: Merhamet duygusu da sizin sıklıkla değindiğiniz konulardan biri. Merhametli olmak, en başta kendimize daha sonra her şeye karşı merhametli davranmakla kalb-i selime sahip olmak arasında nasıl bir rabıta var?
Kemal Sayar: İnsan olarak var oluşumuz, hayatımız ve ölümümüz, dirilişimiz, hepsi Allah’ın inayetiyle kaim. İnsan soyunun rahman ve rahim olan Allah’ın merhametine ihtiyacı mütemadi. Merhamet göstermek, merhamet görme ümidimizin de bir neticesi.
Istırap çekmiş bir insan, acıya karşı hassasiyet geliştirir. Başkalarının acısını kendimizden biliriz, ona merhamet göstermek, kendimizin geçmişine de el uzatmaktır, başımızı okşamaktır. Acımak ile merhamet arasındaki çizgi belki biraz da budur. Acımak, geleceğe dair projeksiyonun ürünü olabilir, “ya bana da böyle bir şey olursa/olduğunda?” düşüncesinin. Merhamet ise, tamamen başka olayların sonucunda da olsa, insandaki ıstıraba aşina olmakla ilgili. Bu yüzden, acıyan insanda henüz üstün olanın kibri vardır, merhamet eden ise kendini ötekinden önce düşmüş biri olarak görür. Onun için dünyayı daha iyi bir yer kılmakla, kendi ıstırabını da sağaltır. En katıksız manada salih amellerden biridir merhamet etmek. “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” hadisi bize yufka ve iyi bir yürek ile salih amelin, insandaki asli unsur olduğunu söyler. Bağdatlı Ruhi’nin kavlince “Sanma ey hâce ki senden zer u sîm isterler/ Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler.”
Altınoluk: Tasavvuf, merhamet ve kalb-i selim konularında yolumuzu nasıl aydınlatabilir sizce?
Kemal Sayar: Kalbin tezkiyesi ve “muhsin” bir insanın inşası, mutasavvıfların asli gailesi. İmam Birgivi’nin tasavvuf tarifi “Bütün kötü ahlaktan çıkıp iyi ve âli ahlaka girmektir.” şeklinde. Ayrıca övülen ahlaki nitelikleri “takva” kavramı ile delillendirerek, kalbin her türlü kötülüklerden temizlenmesi ve faziletli yüce erdemlerle süslenmesini tasavvufun özü olarak belirtir. Peygamber Efendimizin (sav) ahlakı, güzel ahlakın tamlanmış hali olup, onun davranış ve tavırları muhsin insanın rehberidir. Onun merhameti, bağışlayıcılığı elbette ki yolumuzu aydınlatacaktır.
Kaynak: Altınoluk Dergisi, Sayı: 401