Kalpsiz Okunan Bir Kur’an’dan Ne Anlaşılabilir?
“Allah” diyen duygulu bir kalp ile bir hak çiğnenemez, bir gönle diken batırılamaz. Katılık, kalbe garazkârlıktır. Onun başladığı yerde dinî duygular zaafa uğrar. Kalpsiz okunan bir Kur’ân’dan ne anlaşılabilir?
Kalbin korkunç bir hastalığı da katılıktır ki, zarîf ve latîf neşvelerin, insânî duyguların ve rûhânî akislerin nârin temaslarını duyamamak mahrûmiyetidir. Böyle kalbler, itaat tanımaz, irşâd sesi dinlemez, inilti-feryâd duymaz, merhamet ve şefkat nedir bilmezler. Taşlar bile bu kalblere nazaran daha yumuşak, daha sıcak ve sevimli kalır. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de bu hakîkati şöyle ifâde buyurmuştur:
“...(Ne var ki) bunlardan sonra yine kalbleriniz katılaştı. Artık kalbleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allâh korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allâh yapmakta olduklarınızdan gâfil değildir.” (el-Bakara, 74)
Âyet-i kerîmeden anlaşılacağı üzere kalbin katılığı, Allâh’ı hatırlamamak ve ilâhî hakîkatlerle uzun bir süre ünsiyetten mahrûm kalmanın tabiî bir netîcesidir. Diğer bir âyet-i kerîmede de Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:
“Allâh’ı zikretmek husûsunda kalbleri katılaşmış kimselere yazıklar olsun. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.” (ez-Zümer, 22)
HAK KATINDA KIYMETSİZ OLAN AMELLER
Hasta ve gâfil kalblerle yapılan ameller, Hak katında kıymetini kaybeder. Kalbler, Hak nûruyla aydınlanmadıkça körleşir ve hissizleşir. Kâinâttaki ilâhî esrârı fâş eden binbir nakışı, kevnî âyetleri göremez hâle gelir. Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:
“(Ey Habîbim! Sana karşı gelenler) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? (Şayet ibret nazarıyla dolaşmış olsalardı), düşünebilecekleri (hissedebilecekleri) kalbleri, işitecekleri kulakları olurdu. Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalbler kör olur.” (el-Hac, 46) buyurmakla ibret nazarlarının kalbler için ihyâ edici bir uyarıcı mevkiinde bulunduğunu beyân etmektedir. Kalbin nûruyla bakmadıkça, göz penceresi bir işe yaramaz. Zîrâ buğulu bir camın arkasından net bir manzara seyretmek mümkün değildir.
Kalbin ihmâl edilen küçük hastalıkları dahî, telâfîsi mümkün olmayan büyük kayıplara ve hattâ onun mânen ölümüne sebebiyet verebilir. Bu sebeple kalblerin, büyük bir îmân titizliği içinde muhâfaza edilerek, Allâh’ın irâdesine teslîm olması zarûrîdir. Cenâb-ı Hakk’a tam mânâsıyla teslîm olmuş bir insanı, Yaratan’ından başka sevk ve idâre edecek hiçbir güç yoktur. Şu hadîs-i şerîf, kalbi muhâfazanın zarûretini ne güzel ifâde eder:
“Haberiniz olsun ki, insanda bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün beden iyi olur; o bozuk olursa bütün beden bozuk olur. İşte o, kalbdir.” (Buhârî, Îmân, 39)
KALBİ ALLAH'A TESLİM ETMEK ZARURİDİR
Bu dünyâ, Cenâb-ı Hakk’ın imtihan ve teklîf sahrâsıdır. Üzerinde türlü türlü imtihan rüzgarları esmekte ve insan kalbini çeşitli tesirler altında tutarak, bir o yana bir bu yana sürüklemektedir.
Dünyânın imtihân mekânı olarak takdîr edilmesinin tabiî bir netîcesi olarak cereyân eden birbirine zıt vukûat fırtınalarının, kalbi, bir kuru yaprak gibi önüne katıp sürüklememesi için, onun bu tesirlerden muhâfaza edilmesi zarûrîdir. Bu itibarla da kalbi, Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî nusret ve muâveneti cihetinden esen tatlı meltemlere teslîm etmek îcâb eder. Bu da ancak Allâh’a ilticâ etmek, O’nun emir ve nehiylerine itaat ve teslîmiyet göstermekle mümkündür.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları