Kalpteki Çıban

Cenâb-ı Hak, dünyâ hayâtını bir imtihan âlemi olarak yaratmış, bu yüzden insanoğlunu hayra da şerre de temâyül edebilecek bir kâbiliyet ile techîz etmiştir. Dolayısıyla her bir kulun iç dünyâsı, hak ile bâtıl ve hayır ile şer temâyülleri arasında bir mücâdele sahasıdır.

Cenâb-ı Hak, kullarının bu mücâdeleden gâlip çıkarak cennete nâil olabilmeleri için onlara başta peygamberler olmak üzere hidâyet rehberleri lutfetmiştir.

EN ÇİRKİN İKİ VASIF

Bu ilâhî yardıma rağmen, insanların pek çoğu gafleti bertaraf edemedikleri için yaratılışlarındaki nefsânî arzuları azgınlaştıracak bir yol tutarlar. Böyle kimselerde görülen en çirkin iki vasıf da; “kibir ve ucub”dur.

Kibir, kendinden başkasını hor ve hakir görmek; ucub ise, kendini beğenmek ve şahsını başkalarından üstün bilmektir. Kibir ile ucub, birbirinden ayrılmayan iki çirkin vasıftır. Bu illetlerin netîcesi, dünyâda huzursuzluk, âhirette ise ilâhî azap tecellîleridir. Bu iğrenç huylar, kişinin kalbi ile güzel ahlâk arasına çekilen birer mânevî âfet perdesidir.

Kibir ve ucub sâhibi kişi, herkesi küçük görme illetine müptelâ olduğu için “gayz, kin, yalan, iftirâ ve öfke” gibi her türlü nefsânî kötülüğü sînesinde barındırır ve netîcede rûhuna zehir saçar. Diğer yandan bunların zıddı olan “tevâzû, merhamet, samimiyet, doğruluk, kanaat” gibi ne kadar insanî güzellikler varsa, onlara da menfîliklerdeki şiddeti nispetinde vedâ eder. Çünkü cennete girmeye mânî olan bu cehennemî vasıflar, ahlâkî kıymetler ile bir arada barınamaz.

Ashâb-ı kirâmdan Hazret-i Câbir -radıyallâhu anh- diyor ki:

Birgün, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gittim ve kapısını çaldım. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Kim o?” diye sordular.

“–Benim!” diye cevap verdim.

Bunun üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Benim, benim!” diye tekrar etti. Gâliba bu cevâbımdan hoşlanmamıştı.” (Buhârî, İsti’zân, 17)[1]

OLGUNLUĞA ERİŞTİREN ADIM

Ârifler sultânı Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, bu hadîs-i şerîfteki nükteleri gönül lisânıyla şöyle şerh eder:

“Birisi geldi, bir dostun kapısını çaldı. Dostu içerden:

«–Ey güvenilir kişi, kimsin?» diye seslendi.

Kapıyı çalan:

«–Benim.» deyince, dostu:

«–Öyleyse git! Senin için henüz içeri girme zamanı değildir. Böyle bir mânevî nîmetler sofrasında ham kişinin yeri yoktur.» dedi.

Ham kişiyi, ayrılık ve firak ateşinden başka ne pişirebilir? Nifaktan, iki yüzlülükten onu ne kurtarabilir? O zavallı adam kapıdan döndü, tam bir sene yollara düştü, dostunun ayrılığı ile yandı, yakıldı. O yanık âşık, ayrılık ateşi ile pişerek döndü geldi, dostunun evi etrafında yine dolaşmaya başladı. Ağzından sevgili dostunu incitecek bir söz çıkmasın diye, binbir endişe içinde ve yüzlerce defa edep gözeterek kapının halkasını yavaşça vurdu. Dostu içerden:

«–Kapıyı çalan kimdir?» diye seslendi.

Adam:

«–Ey gönlümü almış olan! Kapıdaki de sensin.» cevabını verdi.

Dostu:

«–Mâdemki şimdi “sen” “ben”sin. Ey “ben” olan, “ben”den ibâret olan, haydi gir içeri! Bu ev dardır; bu evde, iki “ben”i alacak yer yok­tur. İğneden geçirilecek bir iplik, ayrılır da iki iplik olursa, yâni ucu çatallaşırsa iğne­den geçmez. Mâdem ki sen tek katsın, birsin; gel bu iğneden geç!» dedi.” (Mesnevî, 3052-3064)

Demek ki seven, sevdiğinin hâliyle hâllenip onunla aynîleşme yönünde belli bir kıvâma gelmeden, gerçek bir dost olamaz. Bu sebepledir ki artık, o olgunluğa erişen kapıdaki adam, içeriden gelen:

“–Kim o?” suâline:

“–Bir ben ki, baştan başa sen!” ifâdesiyle karşılık vererek, dostuyla hemhâl oluşun makbûl olan seviyesini elde ettiğini bildirmiş olmaktadır.

BÖBÜRLENEN KİŞİ OKLARA HEDEF OLUR

Hazret-i Mevlânâ şöyle devam eder:

“Ey nefsindeki benliği alt eden kişi! Gel, içeri gir. Sen, artık bahçedeki dikenler gibi gülün zıddı değilsin! Sen şimdi güllere şâh olansın!

Nefsini alçak gören kişiye, ne mutlu. Kendini üstün gören kimsenin de vay hâline! Şunu iyi bil ki, bu kibir ve ucub, yâni kendini üstün görme hâli kahredici bir zehirdir. Ahmaklar, bu zehirli şarabın sarhoşu oldukları için kendilerinde varlık hissederler.

Bahtsızın biri bu zehirli iksirden içerse neşe ile bir an başını sallar. Sallar amma biraz sonra da insanlığa vedâ eder, rezil olur.

Ey aklı başında kişi! Şunu iyi bil ki; kılıç, boynu olan kişinin boynunu keser. Gölge ise yerlere serilmiştir. Boynu ve bedeni olmadığı için onun yaralanması ve kesilmesi de mümkün değildir.

Ey doğruluktan sapmış kişi! Büyüklük taslamak, kibre, gurura ve ucba kapılmak, odunun üzerine ateş koymak gibidir. Böyle bir ateş üzerine sen nasıl gidiyor da kendini ateşe atıyorsun?

Dikkatle bak da gör; yerle bir olan gölgeler, hiç oklara hedef olabilir mi?

Yerden başını kaldırıp varlık gösteren, böbürlenen kişi ise, oklara hedef olur. Çâresiz, oklar onu delik deşik ve perişan eder durur.”

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme! Ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zîrâ Allâh, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri aslâ sevmez! Yürüyüşünde tabiî ol! Sesini alçalt!..” (Lokmân, 18-19)

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” (el-İsrâ, 37)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.